“Cezaevinden çıktığımda nehir kenarında yürüyüp kuşlara yem veren insanları izliyorum. Kimlerin orada vicdan azabından ötürü bulunduğunu anlayabildiğimi düşünüyorum. Kim eşini bir gün önce dövmüş ve bunu kuşları besleyerek telafi etmeye çalışıyor? Ben de öyleyim. Genelde hapisteki hücreme penceredeki kuşlara vermek için ekmek götürüyorum. Sonra kendime soruyorum, ‘Bunu kuşlara iyilik olsun diye mi yapıyorsun, yoksa vicdanın mı seni rahatsız ediyor?'”
Usta hırsızların kusursuz planlarını konu alan yapımlar dizi platformlarında rekorlar kırıyor. Arsen Lupen kitapları bir anda tekrar hatırlanıp çok satanlar listesine girdi. Oceans serisi kaçıncı turu dönüyor, saymayı bıraktık. Ama bazen gerçek hikayeler kurgulardan daha çarpıcıdır.
Haberin girişindeki sözlerin sahibi Pal Enger’in hikayesini The Athletic’ten Daniel Taylor kaleme aldı. Biz de sizin için derledik.
Pal Enger bir futbolcu. Profesyonel kariyerine Valerenga’da başladı. Türk sporseverlerin John Carew travması ile hatırladığı Valerenga, 5 şampiyonluk ile Norveç’in büyük kulüplerinden biri. Ancak Enger’ın büyürken örnek aldığı rol model Diego Maradona veya bir başka efsane futbolcu değildi. ‘Sana en çok kim ilham veriyor?’ dediklerinde hep The Godfather (Baba) filmini ve Corleone ailesini işaret ederdi.
Mafyaların hayat tarzına olan merakı nedeniyle 15 yaşındayken bir arkadaşıyla The Godfather filminin çekildiği ABD’ye bile gitmişti. Valerenga’daki takım arkadaşları o yaşta bir gencin bu seyahate nereden para bulduğuna akıl sır erdiremiyordu. Ancak kısa zaman içinde Pal Enger’in nasıl her zaman parasının olduğunu anlayacaklardı.
ADINDA BİLE PARA VAR
Pal Enger para ile doğmuştu. Şöyle anlatalım: 1980’lerde Norveç üst liginde oynayan oyunculara sponsorlar tarafından verilen otomobillerin üzerinde isimler de yazardı. Enger bu ayrıcalığa sahip olacak kadar kariyerli değildi ancak arabasının kapısına ‘P Enger’ yazdırmıştı. ‘Penger’ Norveççe’de para anlamına geliyor. (Adınızın ‘Peker Ara’ olduğunu ve her yere Para diye imza attığınızı düşünün…) P.Enger da ismiyle müsemma bir kişiydi, Oslo’nun en yoksul mahallelerinden Tveita’da büyümesine rağmen parasız kaldığı hiç görülmemişti.
Öyle ki Oslo’da tek bir Porsche vardı, o da Enger’indi: “Pazar günleri batı yakasından (Oslo’nun zengin bölgesi) Tvetia’ya benim arabayı yıkamamı izlemeye gelirlerdi.”
ÇOK YETENEKLİ BİR FUTBOLCUYDU
Enger’in PAF takımdan A takımı zorlamaya başladığı yıllar Valerenga tarihinin en başarılı dönemine denk geliyor. Valerenga o yıllarda Norveç’in en üst ligi Eliteserien’i 4 yıl içinde 3 kez kazanmıştı. A takım ile ilk maçına 18 yaşında çıkan Enger, bir UEFA Kupası maçının 87’nci dakikasında oyuna girmişti.
Valerenga’nın o dönemki teknik direktörü Dag Vestlund’a göre Enger çok yetenekliydi:
“Kısa ama hızlıydı. Onu çok beğenirdim. Benimle olan ilişkisinde her zaman çok terbiyeliydi. Her zaman nazik ve mütevaziydi.”
Ancak (buraya kadar da anlamışsınızdır) bu sıradan bir futbolcunun hikayesi değil. Birçok futbolcu için en büyük haz; gol atmak, bunu çılgınca sevinen bir tribünle paylaşmaktır. Enger için öyle değildi.
‘PEMBE PANTER FİLMİNDEN BİR SAHNE GİBİ’
Bir gün evini polis bastı ve Pal Enger’i Oslo’daki bir mücevher hırsızlığına bağlayan bir kanıt ele geçirildi. Söz konusu kanıt bir elmas, pahalı saat ya da tomar tomar para değildi. Edvard Munch’un 1893’te resmettiği başyapıt ‘Vampir’ tablosu Enger’in duvarında asılıydı. Tablo, birkaç ay önce Oslo’daki Munch müzesinden çalınmıştı. Bu olay, Enger’ın ‘Norveç’in en ünlü hırsızı’ unvanını elde etmesinin ilk perdesi olacaktı.
Bir takım arkadaşı, olanlara inanamadığını şu sözlerle dile getirmişti: “Birçok futbolcu çılgınca şeyler yapar. Ama bu… Bu Pembe Panter filminden fırlamış bir sahne gibi.”
Enger, Vampir tablosu yüzünden cezasını çekip çıktı. Ancak hikayesi daha yeni başlıyordu.
ULUSAL BAYRAM, MİLLİ UTANCA DÖNÜŞTÜ
12 Şubat 1994’te Kış Olimpiyatları’nın açılış seremonisi 22 bin nüfuslu küçük bir Norveç kasabası olan Lillehammer’da yapılıyordu. (Evet, o meşhur dizideki Lillehammer…) Tüm spor dünyasının gözü bu etkinlikteydi. Olimpiyat ateşi kayakla atlama ile taşınmış, her türlü koreografi dansçısı gösteri yapmış, balonlar havalanmış, havai fişekler atılmıştı. Bu Norveç için ulusal bir kutlamaydı; hayat durmuştu ve etkinlik televizyonda canlı yayınlanıyordu.
Aynı sabah iki kişi Oslo’daki Ulusal Galeri’nin dış duvarına merdiven dayayacaktı. Tabii ki zamanlama tesadüf değildi. Merdivene çıktılar, içeri girmek için camı kırdılar ve Munch’un en meşhur eseri Çığlık’ı duvardan kesip aldılar. Aynı camdan geri çıktılar ve sessiz sokakta onları bekleyen araçla olay yerinden uzaklaştılar. Dünyanın en ünlü eserlerinden biri, sürücü koltuğunun arkasına sıkıştırılmıştı.
Ancak çıkmadan önce bir kart bırakmayı da ihmal etmediler: “Zayıf güvenlik için binlerce teşekkür.”
Foto: Pal Enger Facebook sayfası
Enger, Çığlık’tan önce çaldığı Vampir tablosu yüzünden 4 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu deneyim ona ‘çenesini ne zaman kapalı tutması’ gerektiğini öğretmişti. Ama tam da değil… Zira işlediği suçlarla ilgili sağda solda konuşması yüzünden polisin dikkatini çekmişti.
Valerenga’dan takım arkadaşı Vidar Davidsen de Enger’in yeteneklerini göstermeyi sevdiğini söylüyor. Davidsen’in yetenek ile çalım atmayı veya top sektirmeyi kast etmediğini ise şu sözlerden anlıyoruz:
“Anahtarınızı aracın içinde unutup, kapıyı kilitleyip yanlışlıkla dışarıda kalabildiğiniz yıllardı. Bu olduğunda hiç sorun etmezdik. Pal’i çağırırdık. Onun kapıyı kaç saniyede açacağı ile ilgili bahse girerdik. İnanın bana, çok uzun sürmezdi.”
Valerengalı oyuncuların birçoğu düşük ücretlerle oynuyordu ve ikinci bir işle geçinmeye çalışıyordu. İdmanlardan sonra Enger’ın kirli eşofmanlarını çöpe atması takım arkadaşlarının dikkatini çekiyordu. Diğerleri eve götürüp yıkıyordu ama Enger ‘Yenisini almak varken yıkamakla uğraşmaya değmez’ diyordu.
SOYUNMA ODASINDA HIRSIZLIK YAPMADI
Yine sözü Davidsen’e bırakalım: “Bir kere BMW 735’ii ile idmana gelmişti. Pahalı otomobilleri çalmayı seviyordu, bu kesindi. Yaşı daha 18’di, arabanın çalıntı olmaması mümkün değildi. Oyuncular da çalışanlar da onun ne yaptığını biliyordu. Ama kulüpte bir kuralımız vardı, soyunma odasına gelince bir yönetmenin oğlu musun, ya da yoksul musun fark etmezdi. Soyunma odasında takımdan birisindir. Ona dedik ki soyunma odasında bir şey (hırsızlık) yaparsan bitersin. Hakkını verelim yapmadı. Takım içinde sıkıntı çıkaran biri hiç olmadı.”
Çığlık tablosu çalındığında Enger artık Valerenga’da değildi ancak hâlâ futbol kariyerine devam edebilecek kadar gençti. Ancak rakiplerinin korkulu rüyası olan hızını ve çevikliğini Çığlık tablosunu çalmak için kullanmayı seçti. Müzenin güvenlik kameralarına göre içeri girmesi, tabloyu çalması ve çıkması toplam 50 saniye sürmüştü.
Çığlık tablosu dünyanın en ünlü tablosu olarak kabul ediliyor. Hatta şöhretinin Mona Lisa’yı aştığını bile söylemek mümkün. Munch çoğu eserinde yaptığı gibi Çığlık’ın da 4 farklı versiyonunu resmetti. Bu versiyonlardan biri çalınmış ve Norveç’te ulusal bir kutlama, milli bir utanca dönüşmüştü.
Oslo emniyeti baş müfettişi Leif Lier, Ulusal Galeri’nin hiçbir güvenlik önlemiyle korunmadığının altını çiziyor: “Bir camı kırıp girebilirdiniz. Birkaç güvenlik kamerası vardı ama yıl 1994’tü ve görüntüler çok bulanıktı. Özetle, elimizde hiçbir şey yoktu.”
Tam da bu ‘Elimizde hiçbir şey yoktu’ ruh halinden ötürü Norveç, İngiltere’den bir sivil dedektifi transfer etmek durumda kaldı. Olay uluslararası basının gündemine girmişti. Acil tutuklamalar bekleniyordu. Norveç polisinin en büyük korkusu Çığlık’ı geri alamamaktı.
SHERLOCK HOLMES NORVEÇ’E GELDİ
Bu noktada Scotland Yard’ın emektar dedektiflerinden Charles Hill imdada yetişti. Hill’in tek görevi Çığlık’ı çalan çeteyi ortaya çıkarmaktı. Geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Hill için Enger, ‘Sherlock Holmes Norveç’e geldi, bu oldukça komik bir durumdu’ ifadelerini kullanacaktı.
Hill, Los Angeles’taki Paul Getty Müzesi temsil ettiğini söyleyen bir resim alıcısı rolünde Norveç’e gelmişti. Hill’in canlandırdığı karakterin adı Chris Roberts’tı. Amerikan aksanını da kusursuz taklit eden Hill, tam bir sanat insanı gibi giyiniyor ve konuşuyordu. (Papyonu da vardı) Çantasında bir fidye parası olduğu söyleniyordu ve daha büyük balıklarla iş yapmaya da alışıktı. Birçok aracı ile görüştükten sonra resim için 500 bin sterlin ödeyeceğini duyurmuştu.
Norveç’te bir süre geçiren Hill’in Çığlık’ı çalanlarla ilgili teşhisi netti: “Bu işi yapanlar, Oslolu umutsuz vakalar. Bu lokal bir organize suç.”
Tüm bu olayların arasında Enger’i ele veren detaylardan biri ise kendi fırlamalığıydı. Dagbladet gazetesine oğlu Oscar’ın doğumuyla ilgili verdiği ilanda “Med et Skrik!’(Bir Çığlık ile!) ifadesini yazması dikkat çekmişti. Buna ek olarak güvenlik kameraları soygundan 5 gün önce Enger’in müzeyi ziyaret ettiğini de doğruladı.
Hill de parçaları birleştirmeye başladı. Enger’in 16 yaşında iki kariyeri; futbol ve hırsızlığı birlikte götürmeye başladığını öğrendi.
NEDEN ÇIĞLIK?
Tabii sizin de aklınızdaki soruya henüz yanıt vermedik: Enger o resmi neden çalmak istemişti? Çığlık’ın değeri 50 milyon sterlindi ama satılabilecek bir pazarı bulunmuyordu.
Polis bir süre sonra aradığımız yanıtı buldu: Soygun, Enger’in de bağlı olduğu Tveitagjengen çetesinin planıydı. Çete, polisin dikkatini dağıtacak bir eylem yaparak diğer suçları rahatça işlemeyi hedeflemişti. Ve bu işe yaramıştı. Çığlık’ın çalınmasının ardından sonraki haftalarda birçok banka soyulmuştu. Öte yandan Enger’in sanata ilgisi yoktu, ilgilendiği tek ressam Munch’tü. Lise yıllarında bir okul gezisinde gördüğü Munch eserleri onu çok etkilemişti. Geceleri rüyasında görecek kadar.
Hill, 3 ay süren gizli polis görevinin ardından bir taşra kasabasındaki bir dağ evinde Çığlık tablosunu ele geçirdi. Hırsızlar onun kurduğu tuzağa düşmüşlerdi. Enger altı buçuk yıl hapis cezası aldı. Bir kere cezaevinden kaçmayı başardı ancak 12 gün sonra onu Kopenhag’a götürecek trene binmeye çalışırken yakalandı.
Enger’in cezası 2000 yılında sona erdi, artık 33 yaşındaydı ve futbola geri dönmek için çok geçti. Dönmeyi istediği de söylenemezdi. Enger, başyapıtları çalmaktan sıkılmış artık kendi eserlerini yapmaya karar vermişti. Yeni hayatında bir ressam olmaya karar verdi. (Penger diye imzaladığı eserlerinin bazılarında Çığlık tablosundaki surat görülebiliyor.)
Enger’in hayatıyla ilgili bir başka çılgın detay ister misiniz? Açık artırmalara katılmaya başlayan Pal hapisten çıktıktan iki yıl sonra gerçek bir Munch satın aldı. İmzasız taşbasması bir eser için 1500 sterlin ödedi.
Foto: Pal Enger Facebook sayfası
‘BU BİR FİLM DEĞİLDİ, BU GERÇEK HAYATTI’
Norveç’in en ünlü hırsızı uzun zamandır basına konuşmuyor. Onun hikayesini kendi ağzından duymak için Norveç’te çekilen “The Scream Heist” yapımına kulak veriyoruz: “O dünyadaki en havalı resim. (Çığlık aracın arkasındayken) Saatlerce arabayla dolaştım, ne yapmam gerektiğini, neler olabileceğini düşündüm. Çok heyecan vericiydi. Muhteşem bir histi, sihirli bir andı.”
Enger, her ne kadar bir The Godfather tutkunu olsa da Corleone ailesinin aksine şiddete başvurmadı. En azından her söyleşide bunun altını özellikle çizecekti.
Peki, artık ‘o işleri’ bıraktığını söyleyen Enger tüm bu yaşadıklarından neler öğrendi?
“Filmlerde yaşamamalısınız, kötü rol modelleri seçmemelisiniz. Pişman değilim. Tarihe geçtim ve bu havalı bir hikaye oldu. Bu tarz hikayelerin filmi yapılır. Ama bu bir film değildi. Bu gerçek hayattı.”
Enger’in, başrolünde kendisinin oynadığı bir Pembe Panter filmi yarattığı bir gerçek. Ama belki onun şanssızlığı, Dedektif Hill’in Müfettiş Clouseau’dan çok daha becerikli olmasıydı.