Çok mutlu olduğumuz, sevdiğimiz ve sevildiğimiz bir ilişkimiz olsa da içten içe durmadan bizi yiyen, huzursuz eden ve kafamızı karıştıran durumlar yaşıyoruz. Cinsiyet ve yaş fark etmeksizin herkesin sık sık içine düştüğü güvenememe, şüphelenme ve kaybetme korkusu genelde çok sevmekten ya da geçmişten gelen olumsuz tecrübelerden kaynaklanıyor. Ne yapacağımızı bilemediğimiz ve bizi genelde kötü sonlara sürükleyip her şeyin mahvolmasına sebep olan bu durumları beraber incelemek istedik. Çayınızı kahvenizi alın biraz dertleşelim…
Günümüzde ilişkiler eskiye göre o kadar farklılaştı ki, kimse kimseye güvenemez oldu; böylece ortada hep pişmanlıklar ve keşkeler kaldı…
Özellikle geçmişte yaşadığımız kötü tecrübeler ve ilişkilerin tüm hayatımızı etkilediğini de unutmamak gerek. Bunların hepsi biz farkında olmasak bile irili ufaklı davranışlarımıza etki eder.
Ancak burada ilişkinizi ve kendinizi sorgularken, sadece sorunu kendinizde değil partnerinizde de aramalısınız. Eğer o gerçekten negatif bir insansa, tüm sorumluluğu kendi üzerinize almanız da çok daha başka sorunlara yol açar. Ne demiş William Gibson:
Unutmayın, kaybetme korkusu çok sevmekten kaynaklanır. Ancak bunun hayatınızı ele geçirmesine de izin veremezsiniz.
Daha da derine inmek gerekirse, eskiden yaşamış olduğunuz tecrübelerde hep kaybeden taraf olduğunuzu düşünmeniz de bu kaybetme korkusuna yol açar. Ancak insanın düşünme tarzı değişmediği ve hayatı ile kendisine daha pozitif bakmayı öğrenmediği sürece bununla sonsuza kadar yaşamak zorunda kalır. Sonsuza kadar kaybetme korkusu da burada devreye giriyor. Kaybetmenin, yeni bir başlangıç olduğunu fark ederseniz, aslında her şeyin daha yeni başlıyor olduğunu ve böylece aslında her daim kazananın da siz olduğunuzu anlamış olursunuz.
Sürekli sevdiğiniz kişiyi kaybedeceğinizi düşünerek bu korkuyla yaşayamazsınız. Bu sizi sürekli kazanan olma isteğine doğru sürükler. Bakış açınızı değiştirin!
Bu hisler, bir şeylerden uzaklaşarak kendinizi koruma iç güdünüz olabilir; ama bünyeyi korkulan duygulara karşı da en zayıf hale getiren duygular yine bunlardır. Bu hislere kendinizi ne kadar teslim ederseniz onlar da o kadar katlanarak büyürler. Daha da mutsuz olmaktan, olayların dışında kalmaktan, yalnızca sevgilinizi değil tüm sevdiklerinizi kaybetmekten sürekli korkar hale gelirsiniz.
Güvenmek zayıflık mıdır?
Özellikle ihaneti tatmış ya da yalancılara kanıp güvenmişseniz, hayatın size vurduğu bu silleyi kendinize bir ders çıkarmak yoluyla bertaraf etmeye çalışırsınız: Kimseye güvenmeyerek.
Çok sevmiş olduğunuz insanlardan bile her an bir hata beklemek, yanlış aramak, söylediği hiçbir şeye inanmamak uykularınızı kaçırır. Haliyle kendi içinizde tedbirler almaya başlarsınız; sevginizi gizlersiniz, kaybetmemek için sahiplenmezsiniz de o kişiyi; kendinizi bırakmamak için sürekli olumsuz bahaneler bulursunuz; peşinden gitmek yerine, köşenizde nefretle sebepler ararsınız, hatta hislerinizi paylaşmaktan ve yaşamaktan bile korkar hale gelirsiniz… Ancak bunların hepsi aslında kendinize bahaneler bulmak değil midir?
Her şeyin sizin kontrolünüzde olması imkansızdır, bunu kabullenin!
Adrenalin yaşamayı ne kadar sevdiğinizi düşünün, en basitinden kışın kızakla kayarken aldığınız heyecanı; düşseniz kolunuz bacağınız kırılacak, belki canınız yanacak ama uzun süre de bunu beklemişsiniz. İlişki yaşamak da böyledir; çok keyifli bir süreçtir ama neler olacağını bilemezsiniz! Bu riski almaya değer bir insan bulduysanız, korkularınızın mutluluğunuzun önüne geçmesine izin vermemelisiniz. Bırakın her şey akışında kalsın.
Fakat ayrımı bu noktada iyi yapmak çok önemli; ilişki yaşadığınız kişi gerçekten güvenilmez biri mi, yoksa bunların tamamı sizin kuruntunuz mu?
Kişi, korkunun getirdiği öfke, nefret ve kazanma hırsı ile yaşamaya bir kere kendini kaptırdı mı, hayatın hiçbir noktasını ayırt edemez hale gelir; ne günlük hayatta, ne de özel hayatında…
İnsan kaybedeceğini düşünmeye başladığı anda, karşısındakine kendi elini güçlendirecek, içindeki savunma mekanizmasını harekete geçirecek sebepler aramaya başlar. Ve bunları bulursa yapacağı ilk şey kontrole sahip olduğunu düşündüğünden yanlış ve olumsuz yönde kararlar vermek olur. Partneri onu terk edeceğine, onun partnerini terk edecek olması ihtimali bile kişiyi mutlu eder ve onu kazanan kişiymiş gibi hissettirir. Güvensizlik ve şüphecilik hissinin doğurduğu sonuçların tüm olumsuz etkilerinin temeli aslında kaybetme korkusudur.
Ömür boyu endişe, huzursuzluk ve paranoya ile yaşayamazsınız ki!
Kendinizi güvene aldığınızı sanarken aslında tetikte yaşamak sizi hep çok yorar. Hatta kendinizi bir yoklarsanız, sürekli bununla yaşamaktan zaten çoktan yorulduğunuzu anlayacaksınız.
Yaşadığınız her şeyi olduğu gibi kabullenmek ve 'bu iyiydi, bu çok kötüydü' diye tanımlamak yerine; tüm bunların, yalnızca sizin hayatınızın değil, tüm evrenin bir parçası olduğunu fark edin.
İnsanın ilerlemesine ve gelişim sürecine büyük bir katkı sunan tüm bu kabulleniş süreci, gerçekten hiç kolay değildir. Sadece bir anlığına durun ve kendi kendinize şu an hayatınızda iyi giden her şeyi sayın; hatta bunların bir listesini çıkartın. Geçmişte yaşadığınız kötü tecrübelerden ise bir ders çıkarmalısınız elbette; fakat onların geçmişte kaldığını, şu an hayatınızda olan insanın ''O'' olmadığını unutmayın.
Sizin içten içe yok saydığınız her şey hareketlerinize yansır, diğer insanlar siz yok saysanız da sizi bu hareketlerinizle tanımlarlar.
İnsanı insan yapan korkularınız ve şu an nasıl davrandığınızdır. Kazanmak dünyanın en güzel duygularından biriyse, kaybetmek ve başarısızlığı iliklerine kadar hissetmek de aslında başarılarınıza giden o yolun bir parçasıdır.
Birine sonsuz güven duymak ve asla yargılamamak hayatınızda istemeyeceğiniz sonuçlar doğurabilecek olsa da, aşırı güvensizlik ve şüphe de çok daha kötüsünü doğurur; bunu unutmayın…