Bu aşkların hepsi gerçek! Kimi ressam, kimi oyuncu, kimi müzisyen… Ama hepsinin bir ortak noktası var o da aşık olmak ve tutkulu bir aşk yaşamak.
1. Efsanevi müzik grubu Beatles üyelerinden John Lennon ve Japon ressam Yoko Ono! John Lennon'ın suikastine kadar tüm dünyanın gözü kulağı onların aşkındaydı.
2. Dünyanın en deli ressamı Salvador Dali ve ona olan aşkından severek evlendiği eşi ve çocuğunu bırakıp Dali'ye kaçan Rus Ressam Gala! Ve işte Dali'nin birçok resmine yansıyan en büyük ilhamı.
Salvador Dali yaşadığı travmalardan dolayı kadınlar ve aşk konusunda güvensizdi. Ta ki karşısına Gala çıkana kadar.
Dali yıllardan sonra ilk kez bir kadına karşı bir şeyler hissediyordu. Plajda buluşmak üzere sözleştiler. Kadınlar konusunda korkuları olan Dali nasıl konuşacağını bilemediğinden kahkahalara boğuldu. Başka kadınlar onun onlarla dalga geçtiğini düşünür Dali’yi orada terk ederdi fakat Gala onun ruhunu okuyabiliyordu. Ellerini tuttu ve bir daha asla bırakmadı. İmkansız bir aşktı çünkü Gala evliydi ve bir çocuğu vardı. Fakat bu onların büyük aşklarına engel olamadı. Gala çocuğunu ve eşini terk edip Dali ile kaçtı. Gala, Dali’nin ilhamıydı her tablosunda Gala’dan izler bulmak mümkün.
“Gala beni evlat edindi. Ben onun yeni doğan çocuğu, oğlu, sevgilisiydim. Gala benden ölümün etkilerini söküp attı. Delirmememin nedeni, deliliğimi onun üstlenmesidir.” der Dali.
50 yıl boyunca aşkları dur duraksız devam etti. Ölüm onları ayırana kadar. Dali’den 10 yaş büyük Gala ölmüştü. Dali ise Gala’nın ölümünden sonra hayat ile tüm bağlantısını kesti.
“Gala’nın acısından –ki benim acımdır-, Gala’nın ölümünden –ki benim ölümümdür- başka hiçbir şey hayatıma dokunamaz.”
3. Frida Kahlo ve Diego Rivera! Biri 42 yaşında Meksika'nın en tanınmış ressamı, diğeri geçirdiği kazadan sonra resme başlayan 22 yaşındaki minik bir güvercin. Birbirinin sanatına hayran iki dev…
Evlendikleri 1929 yılında Diego 42, Rivera ise 22 yaşındaydı. Yaşları kadar bedenleri arasında da fark vardı çiftin, bu yüzden önce Frida'nın annesi sonra da herkes onları fil ile güvercine benzetti.
Büyük bir aşk ile başladılar ilişkilerine ama Diego’nun kadınlara olan düşkünlüğü hiç bitmedi. Frida’nın kardeşi de dahil olmak üzere birçok kadınla birlikte olmaya devam etti. Frida’nın da sağlık sorunları hiçbir zaman bitmedi. 30’dan fazla ameliyat geçirdi. İstedikleri çocuğa sahip olamadılar. 1939 yılında boşandılar ama bir yıl sonra yeniden evlendiler. Aralarında büyük bir tutku ve bir o kadar da acı oldu hep. Frida’nın 1954 yılında hayata gözlerini yumması ile bu aşk hikayesi son buldu…
Frida onunla olduğu ve olmadığı tüm dönemlerde özledi Diego’yu. Onu her daim sevmeye devam etti. Onların aşkı sadakatsiz ancak ölümsüzdü.
Frida: “Senin çirkin olduğunu söyleyen annemden nefret ettim. Sana benim gibi bakamayan herkesten. Senin güzelliğini görememelerini anlayamadım hiç… Ama sevgilim, bir daha gelseydim dünyaya yine seni severdim… Canlı canlı çürüyeceğimi bilerek!”
4. Döneminin en güzel ve en ünlü oyuncularından Grace Kelly ve Monaco Prensi III. Rainer! Peri masalı gibi başlayan bu evlilikte Rainer Grace'i sürekli aldattı ve onun kıymetini ancak öldükten sonra anladı.
Monaco Prensi Grace’in güzelliğinden çok etkilenmişti ve sürekli onu takip ediyordu. Fakat aynı zamanda Monaco’nun bir prensese ihtiyacı vardı. Monaco ekonomik olarak zor günler yaşamasının yanında, Rainer eğer arkasında bir veliaht bırakmazsa ülke Fransa kontrolüne geçecek ve haritadan silinecekti. Rainer bir moda çekimi için Grace’i ülkesine çağırdı. Sonrasında ise birbirlerine aşık oldular ve evlendiler. Her şey bir peri masalı gibi gidiyordu. Grace’in 2 kızı ve bir oğlu olmuştu. Fakat çocuklardan sonra her şey çok kötü gitmeye başladı. Rainer tüm ilgisini kaybetmiş ve Grace'i aldattığı dedikoduları ortalıkta dolaşıyordu, Grace evlilik nedenlerini de öğrenmişti. Her şey üst üste gelirken Grace onu ağır bir depresyona sürükleyen hayatından kurtulmanın yolunu hayır işleri yapmakta buldu. Monaco halkı Grace’i çok seviyordu. Sonrasında bir trafik kazası geçirdi ve öldü. Rainer ise Grace’in değerini onu kaybettikten sonra anladı. Bir daha hiç evlenmedi ve öldükten sonra Grace’in yanına gömüldü.
5. Yüzyılın en özgür aşkı onlarınki idi: Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir hiç evlenmedi, hiç aynı evi paylaşmadı fakat her gün mutlaka görüştüler. Hayatlarının sonuna kadar ilişkileri devam etti.
Modern çağın iki önemli düşünürü olan Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ın aralarında “açık ilişki” diyebileceğimiz türden bir ilişki vardı. Evlenmedikleri, çocuk sahibi olmadıkları, aynı evde yaşamadıkları, cinsel hayatlarında sınırsız bir özgürlüğe sahip oldukları ve birbirlerine karşı çok kuvvetli bir sevgi bağıyla bağlı oldukları ilginç ve karmaşık bir ilişki…Anlaması ve kabul etmesi çok güç olsa da aralarındaki bu aykırı ilişki 51 yıl boyunca, ikisinden biri ölünceye kadar devam etti…
6. Bir film setinde tanışan Jane Birkin ve Serge Gainsbourg'un aşkı bir dans ile başladı. Gece sonunda Serge sızmıştı ve Jane plakçıdan dans ettikleri şarkının bulunduğu plağı günün ilk ışıklarında satın aldı ve Serge’nin ayak ucuna bıraktı. Yahu bu ne romantizm…
Jane ve Serge “Slogan” filminin setinde tanıştılar. Filmin yönetmenin ayarladığı bir akşam yemeğinde karşı karşıya oturdular. Serge sadece şarap içiyor ve memnuniyetsiz görünüyordu. Jane buna dayanamayarak onu dansa kaldırdı. “Ben dans etmeyi bilmem” dese de Serge, Jane onu piste sürükledi. O dans o dans ki gecenin sonuna doğru Rus Kemancıları Kulübünün önünde Jane ve Serge hala dans ediyordu. Serge çok sarhoştu sızmıştı ve Jane plakçıdan dans ettikleri şarkının bulunduğu plağı günün ilk ışıklarında satın aldı ve Serge’nin ayak ucuna bıraktı. İşte doludizgin aşkları böyle başladı. Birbirlerine deliler gibi aşık olmuşlardı fakat aynı çatı altında kalamayacak kadar da bağımsızlıklarına düşkünlerdi. Birlikte olamadılar. Ayrılmadılar da. 11 yıl boyunca Serge bir kalp kriziyle ölene kadar birbirleriyle görüşmeye devam ettiler. Ölmeden bir gün önce Serge Jane’i aradı. Ona bir pırlanta aldığını söyledi. İnişlerle çıkışlarla dolu da olsa onlar hala asla yaşlanmayan ve solmayan fotoğraf karelerinde yaşıyorlar.
7. Kafka'nın meşhur kitabı “Milena'ya Mektuplar”ı hatırladınız mı? İşte tüm o mektupları Kafka hayatının aşkı Milena'ya en içten hisleriyle yazdı.
Kafka ve Milena için şunu diyebiliriz aslında; baba sevgisinden yoksun iki çocuğun buluşması…
Milena, kötü giden evliliği ve kocasının sorumsuz davranışlarından ötürü harıl harıl iş arar ve bu yüzden o dönem Praglı sanatçıların sıkça takıldığı Arco Cafe’de buluşan Kafka ile ilk kez buluşur. Milena, buluşmanın sonunda işi almanın sevinci ile eve döner. Ancak sevginin ne demek olduğunu pratikte hiç bilmeyen Kafka, Milena’yı tüm kalbiyle sevmeye başlar.
Kafka hiçbir zaman Milena ile birlikte olamaz. Milena’sız bir hayata tahammül edemediği için tedavisini kendi isteği ile sonlandıran ve ölüme koşar adım ilerleyen Kafka, Milena için yazdığı gönderilmemiş mektupları en yakın arkadaşı Max Brod’a teslim eder ve hepsinin yakılmasını ister. Ancak Max Brod arkadaşının vasiyetini yerine getirmeyi reddeder ve hem Kafka’dan hem de Milena’dan aldığı emanetleri yayınlatmaya karar verir. Böylece ilk olarak 1952 yılında 3 farklı dilde yayınlanan ‘Milena’ya Mektuplar’ eseri dünya edebiyatına kazandırılmış olur.
8. Yüzyılın evliliği: Liz Taylor ve Richard Burton! Birlikte kamera karşısına geçtikleri Kleopatra filminde tanışıp aşık olan çift boşanan kadar bir gün bile gündemden düşmedi.
Elizabeth Taylor ve Richard Burton, birbirlerine aşık oldular ve evlendiler. Bu evlilik, “yüzyılın evliliği” olarak ilan edildi ve çift boşanana kadar gündemden düşmedi. Taylor ve Burton'ın evliliği, sona erdiği 1974 yılına kadar günün 'reality show'u denecek derecede her anıyla gündemden düşmedi.
9. Emilie Du Chatelet dünyaca ünlü Fransız yazar Voltaire ile tanıştıktan sonra ondan öyle etkilendi ki bu aşk için evliliğini bitirdi. Topluma tepki olarak 15 yıl boyunca hiç evlenmeden yaşadılar.
Dünyaca ünlü Fransız yazar Voltaire, Fransız kraliyet ailesi tarafından son derece sevilen bir yazardı. Aşık kadın Emilie du Chatelet ise genç, akıllı ve kültürlü bir kadındı. İkilinin birbirleriyle tanışması Emilie'nin Marquis du Chatelet ile evli olduğu zamanlara denk geldi. Emilie, Voltaire ile tanıştıktan sonra ondan öyle etkilendi ki bu aşk için evliğinini bitirdi.
Bu çiftin tek istediği, çevresindeki insanların ne düşündüğü önemsemeden beraber olup aşklarını dilediğince yaşamaktı.
Topluma bir tepki olarak Voltaire ve Emilie ölene kadar evlenmediler. 15 yıl boyunca sevgili olarak yaşadılar. Ve bu durum onların toplumda sürekli göze batmalarına sebep oldu fakat onlar bu duruma hiç aldırış etmedi.
Hatta ve hatta Voltaire ve Emilie, Emilie’nin eski kocası tarafından alınan bir evde yaşadı. Bu sıra dışı çift birbirlerine sadece fiziksel bir çekim duymadı birbirlerinin kişisel özelliklerine her daim hayran kalarak aşklarını yaşadı.
10. Ünlü ” Düşünen Adam” heykelinin sahibi Rodin ve onun öğrencisi olan Camilla! Ve akıl hastanesinde sona eren belki de devam eden bir aşk hikayesi…
Büyük heykeltraş Rodin’in önce öğrencisi, sonra modeli ve daha sonra sevgilisi olan Camille Claudel sanat hayatına Rodin ile adım atar. Ancak yaşamı boyunca kendi sanatı değil Rodin’in ismi ile anılmaktan ne yazık ki kurtulamaz. Ve üzücü bir şekilde yaşadıkları fırtınalı aşk yüzünden hayatı bir akıl hastanesinde son bulur.
1905 yılından itibaren Claudel’de akıl hastalığı baş gösterir. Heykellerinin birçoğunu kırar, paranoya belirtileri göstermeye başlar. Rodin’i, fikirlerini çalmakla ve onu öldürmeyi planlamakla suçlar. Arkalarında, bu trajik aşk hikayesine şahitlik etmiş birçok eser kalır. Aralarındaki fırtınalı aşkın sonunda ayrılmalarına rağmen, Rodin, Camille’i maddi açıdan desteklemeye devam eder. 1913 yılında akıl hastanesine kapatılan Camille, 1943 yılında ölümüne kadar orada kalır. Rivayete göre, Rodin ayrıldıktan sonra Camille’in büstünü hep ağlayarak seyreder.
11. Aşk listesi olur da Marilyn Monroe olmaz mı? İşte Hollywood'un en seksi kadını ve Amerika’nın en başarılı oyun yazarlarından Arthur Miller'ın kısa ama fırtınalı aşkı.
Biri Hollywood’un sarışın yıldızı, diğeri ise yorgun bir evlilikten kaçmaya çalışan Amerika’nın en başarılı oyun yazarlarından biri. Kısa bir süre de olsa mutluluğu birbirlerinde bulan iki insan…
Arthur Miller, Marilyn Monroe ile ilk kez Fox film stüdyosunda tanıştı. Miller, Marilyn Monroe'nun film dışındaki çekici hareketlerinden hoşlandığını söylüyordu. 29 Haziran 1956'da çift evlendi, iki gün sonra ise Yahudi töreni ile tekrar evlendiler. Monroe'nun aidiyet eksikliği böylece sona erecekti.
Marilyn Monroe Miller'a olan aşkını şöyle ifade etmiş. “İnsanların çoğu babalarına hayranlık duyar ama ben böyle birisiyle hiç karşılaşmadım. Hayran olacağım bir insana ihtiyacım var.”
Arthur Miller'ın bu samimi itirafa cevabı ise şöyle olmuş: “Eğer gerçekten hayranlık duyacağın birine ihtiyacın varsa, bu neden Abraham Lincoln olmasın?” :)))
Çift için olumsuz tepkiler de yapılıyormuş. Entelektüel bir oyun yazarının, güzelliği ile ön planda olan Marilyn Monroe ile evlenmesi herkesi şaşırtmış.
Miller çifti 11 Kasım 1961 yılında herkesi haklı çıkararak boşanmış. Biten aşk hikayesinden geriye, Marilyn Monroe'nun düğün fotoğrafının arkasına yazdığı “Hope, Hope, Hope” notu kalmış.
Güzel sarışın, Arthur Miller'dan 2 kere hamile kaldı fakat ikisi de düşük oldu.
12. En ünlü ressam aşklarından biri de Modigliani-Jeanne aşkıdır. Jeanne o kadar aşıktı ki bu ressama onun ölümünün ardından 8 aylık hamile olmasına rağmen hiç düşünmeden intihar etti.
Jeanne Hebuterne, dindar Katolik bir ailede yetişir ve 19 yaşında babasının izni olmamasına rağmen, Colarossi Akademisi’nde resim eğitimi almaya başlar. Ondan 14 yaş büyük Modigliani ise, aynı akademide resim dersleri veriyordur. İkili bir resim dersinde buluşurlar ve yakışıklı ressamın büyüsüne kapılan Jeanne, Modigliani’nin modeli olur. Böylece ikilinin arasında yıllarca sürecek büyük bir aşk başlar. Jeanne Modigiani’nin peşinden Cote d’Azur’a gider, ancak ne yazık ki ailesi bir Yahudi olan Modigliani ile olan ilişkisine karşı çıkar. Sırf bu sebepten uzun yıllar evlenemeyen çift bir ayrılıp bir barışarak birlikteliklerini sürdürürler. Ancak hiçbir zaman da tam olarak kopmazlar.
Yıllar içerisinde Modigliani uyuşturucu ve alkolün etkisinden tüberküloz olur. Hatta yıllar sonra Jeane ile evlendikleri gün içkili olduğu için bir kavgaya karışır ve yaşamını yitirir. Jeanne onun ölümüne dayanamaz ve sekiz aylık hamile olmasına rağmen hiç tereddüt etmeden kendini beşinci kattan aşağı atıp yaşamına son verir. İkili tam mutlu olacak derken talihsiz bir ölüm ile hem aşk hikayeleri hem de hayatları son bulur.
Not: Görsel 2004 yapımı filmden alınmıştır…
13. Leo Tolstoy ve eşi Sofya Tolstoy! Evlilikleri içinde ne kadar büyük sıkıntılar yaşasalar da birbirlerinden asla kopmadılar. Çift tam 13 çocuğa sahip…
Tolstoy, 1862 yılında komşu çiftliğinin sahibinin kızı olan Sofya Andeyevna Bers’le evlendi ve bu evliliğinden 13 çocuğu oldu.
48 yıllık evlilik yaşamları boyunca Lev Tolstoy eşine hep sadık kaldı, Sofya için kaleme aldığı 900 mektup kaleme aldı. Hepsinde de eşine duyduğu büyük askı yansıttı.
Sofya ise Tolstoy ile evlendiği ilk zamanlardan itibaren günlükler tutmaya başladı. Bu ‘Günlükler’de ise şöyle demiş: ’42 yıl Lev’le birlikte yaşadım, hayatı paylaştım. Ama nasıl bir adam olduğunu hala anlamış değilim!..’
14. Tüm zamanların en büyük aşk hikayelerinden biri, country müziğin efsane isimleri Johnny Cash ve June Carter arasında yaşandı. Öyle ki Johnny'nin aşkına yazdığı mektup dünyanın en güzel aşk mektubu seçildi.
Güzeller güzeli June Carter, Elvis Presley’den Kris Kristofferson’a kadar pek çok erkeğin kalbini yakmış, iki evlilik atlatmış ve iki çocuklu başarılı bir müzisyenken Johnny Cash’le tanıştı. Sonrası, herhalde tarihin gördüğü en naif ve en büyük aşklardan biriydi. Bu aşk filmi bile çekildi. ” Walk the Line”ı mutlaka izleyin.
O muhteşem mektup ise şöyle:
“İyi ki doğdun Prenses,
Beraber yaşlandık. Öyle ki artık her konuda aynı düşünüyoruz.
Düşüncelerimizi okuyabiliyoruz. Birbirimize sormaksızın, ne istediğimizi anlayabiliyoruz.
Uzunca bir ömürde biraz olsun birbirimize kırılmış olabilir; birimiz diğerine anlayışlı davranmamış olabiliriz.
Ama bugün, hayatımı şimdiye kadar tanıdığım en muhteşem kadınla paylaştığım için ne kadar şanslı olduğumu fark ediyorum.
Beni eskiden olduğu gibi büyüleyecek ve bana yine ilham olmaya devam edeceksin.
Senden hala etkilendiğimi bilmelisin.
Benim arzum, varoluşum, mantığımsın.
Seni çok seviyorum.
İyi ki doğdun Prenses.”
15. 60’larda R&B dünyasının zirvesindeki Phil Spector hem prodüktör olarak hem de sahnede dünyayı sallarken, ünlü sanatçının geri vokalleri çifte kumrular gibi aşk yaşamaktaydı. Sonny ve Cher!
Onlar söyledikleri aşk şarkılarının sözlerinden ilham alarak başlamışladı ilişkilerine. 60’ların ikinci yarısından 70’lerin ortalarına kadar birlikte sahne aldılar. Özellikle de Baby Don’t Go ve I Got You Babe gibi şarkılarla ortalığı salladılar. 70’lerde televizyon yıldızı olan çift, yaptıkları programlarla hem modern televizyonculuğun önünü açtı hem de Amerika'dan dünyaya yayılan “kuşak” programcılığının ilk örneklerine imzalarını attılar.
BONUS: Bu aşk sizin için ne kadar ulvidir onu bilemiyoruz. Ama şu bir gerçek ki tanıştıkları ilk günden boşanan kadar her anları olay oldu ve bizce bu yüzyılın en çok konuşulan ve imrenilen aşklarından biri idi. İşte Brangelina!
Peki sizin keşke ben de böyle bir aşk yaşasam dediğiniz favori çiftiniz hangisi? Yorumlarda bizimle paylaşın…