Kökeni Doğu Asya’ya dayanan ve en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğu düşünülen gül, sadece aşk ile değil Isparta’yla da özdeşleşen bir çiçek. Gerisinde ise 1.5 asır öncesine dayanan bir inat ve azim öyküsü var. Şehirde gül yetiştiriciliğini başlatan ve bunu ekonomik değere dönüştüren, epey yorucu ve hayal kırıcı deneyim yaşamasına karşın vazgeçmeyen Müftüzade İsmail Efendi olmuş.
İsmail Efendi, ilk denemelerinde hep başarısız olmuş. Çiçekten verim almak bir yana deyim yerindeyse sürekli sermayeden yemiş, büyük borca girmiş. Hatta şehir halkı, bu kadar para yatırıp hiç kazanamamasına karşın vazgeçmemesi nedeniyle aklını yitirdiğini konuşmaya başlamış.
İsmail Efendi ise kapamış gözünü kulağını, tüm maddi varlığını ve zamanını bu işe adamış. Sürekli araştırmış, civara keşif gezileri yapmış, bu işi öğrendiği ilk yer olan Bulgaristan’a gitmiş, tarlasındaki çiçeklere özenle, sevgiyle, sabırla bakmış. Ve dört sene sonunda emeğinin karşılığını almış. Çuval çuval gül hasadı yapıp gülyağı ve gülsuyu üretimine başlamış. Ardından da hatırı sayılır paralar kazanmış. Bu yeni iş kapısına heyecanla sarılan Ispartalılar da tarlalarına gül ekmeye başlamışlar. En büyük şansları ise bildiği her şeyi başkalarıyla seve seve paylaşan İsmail Efendi olmuş. Gülyağı üretiminin sanayileşmesi ise Cumhuriyet ile birlikte olmuş. 1935 yılında Atatürk’ün isteği ile kurulan fabrikada modern tekniklerle endüstriyel gülyağı üretimi başlamış ve Isparta için gül önemli bir ticari ürün haline gelmiş.
Gül toplamanın saati var
Isparta’nın mahlası ‘Türkiye’nin gül bahçesi’. Mayıs ortasında başlayıp hazirana kadar devam eden gül hasadı, tüm yıl beklenen özel bir dönem. İster yerel yönetimlerin organizasyonu ile düzenlenen festival takvimini takip edebilir isterseniz gül hasadı turlarına katılarak kendi programınızı yapabilirsiniz. Bu dönemde önce bahçelerdeki güller toplanıp çuvallara dolduruluyor, sonra yüklenip fabrikalara götürülüyor. Fabrikalardan da onlarca farklı şekle bürünerek çıkıyor: Gülsuyu, gülyağı, lokumu, reçeli, parfümü, kremi gibi kozmetik ürünler ve dahası…
Güllerin toplandığı bir zaman dilimi var. Sabah gün doğmadan 5 civarı başlanıyor, öğleyi bulmadan 10-11 civarı noktalanıyor. Fotoğraf meraklıları ve yerel hikâyeleri sevenler bir sabah erken kalkıp bu hasat şenliğine bizzat şahit olmalı. Eskiden sabah saat 5-10 arasında doğan kız çocuklarına ‘gül toplayan’ anlamına gelen Gülderen ismi verilmesi çok yaygınmış. Gül yaprakları fabrikalara gittiğinde çuvallardan çıkarılıp bir zemine seriliyor ve işlenmek üzere ayrılıyor. Bu süreçten ilhamla da öğleden sonra doğan kız çocuklarına Gülseren ismi verilirmiş. Akşam doğarsa da çiçeği geceyle birleştirerek Gülay ismini uygun görürlermiş.
Uçsuz bucaksız lavanta tarlaları
Türkiye’nin turizmde yükselen değeri olan Lavanta Kokulu Köy projesi, kısa sürede ciddi başarıya ulaştı. Anadolu Efes’in 10 yıldır devam eden Gelecek Turizmde projesinin en önemli adımlarından biri. Proje için coğrafi olarak çok uygun olan Keçiborlu merkez seçildi. Buradaki Kuyucak Köyü, zaten Türkiye’nin lavanta ihtiyacının yüzde 93’ünün karşılandığı yer. Turizm potansiyeline dönüştürülmesi ve özellikle yöre kadınları için geçim kaynağı halini alması ise projenin temel amacı. Lavanta tarlalarının uçsuz bucaksız mor bir denize dönüştüğü dönemden hasada kadar geçen üç aylık dilimde tam anlamıyla akına uğruyor. Eğer lavantaları görmek isterseniz temmuzun son haftasına kadar tarlalara dokunulmuyor. Daha sonra başlayan lavanta hasadı bir ay kadar devam ediyor. Köye gittiğinizde lavanta ürünlerinden almayı unutmayın.
11 katlı müze
Isparta ile markalaşan sadece gül ve lavanta değil. Bir de kendi adıyla anılan halı ve kilimleri var. Gerek Isparta’nın gerekse Anadolu’nun farklı yerlerindeki halı–kilim dokumacılığının zenginliğini gözler önüne sermek amacıyla 2013 yılında Isparta’da Prof. Dr. Turan Yazgan Etnografya, Halı ve Kilim Müzesi açıldı. Oldukça ilgi gören müzenin yıllık ziyaretçi sayısı 50 bin civarında. Kuruluşuna etnografya araştırmacısı İsmail Ateş öncülük etmiş. 42 yıldır Toroslar başta olmak üzere Anadolu’yu dolaşarak topladığı halı ve kilimleri belediyeye hibe ederek müzenin kurulmasını sağlamış. 11 katlı müzede 3 bin 500 tane halı, kilim ve etnografik ürün var. En üst katı ise seyir terası.
Kuşları bir de burada dinleyin
Ben size ne anlatsam da güzelliğini tam olarak tarif etmem mümkün olmayacak. Mutlaka gidip dünya gözüyle görmeli, renklerin ahengine, doğanın uyumuna ve gücüne hayran kalmalı, kuşların sesini bir de burada dinlemelisiniz. Kızıldağ Milli Parkı, tıbbi ve aromatik bitki oranının yüzde 80’in üzerinde olduğu, doğal örtünün yüzde 15’ini endemik bitkilerin oluşturduğu yeşil bir hazine. Belirli noktaları kullanıma açıldığı için ister günübirlik ister konaklamalı program yaparak gidebilirsiniz. Bisiklet parkuru, yürüyüş yolları, piknik alanları ile oldukça cazip. Dağ evlerinde yıl boyunca konaklama yapılabiliyor. İsterseniz kamp atmak için ayrılmış bölümü de kullanabilirsiniz.
Parkın içindeki Dedegöl Dağı, Orta Toroslar’ın en yüksek tepesi ve burada neredeyse tüm yıl boyunca kar görebilirsiniz. Mavi sedir ormanının göl ile birleşerek oluşturduğu atmosfer solunum yolu hastalıklarına iyi geliyor. Parkın içindeki yaylalarda Yörük şenlikleri yapılıyor. Temmuz ortasında ise geleneksel bir kutlama olan Helva Bayramı var.
Sultan ve Karakuş Dağları’nın arasında kalan Eğirdir, 517 kilometrekare ile ülkemizin en büyük dördüncü gölü. Tatlı su gölü olan Eğirdir aslında iki kısma ayrılıyor ve bir boğaz geçişi ile birbirine bağlanıyor. Kuzeyde kalan küçük kısma Hoyran Gölü, güneydeki büyük kısma ise Eğirdir deniyor. Üzerinde iki de ada var; Can Ada ve Yeşil Ada. Yeşil Ada aynı zamanda yerleşim merkezi; yaklaşık 100 ev var üzerinde.
Eğirdir’in yavrusu Kovada
Eğirdir Gölü’nün fazla suyu ile oluşan ve zaman içinde giderek büyüyen Kovada Gölü, çevresiyle birlikte müthiş bir güzellik sunuyor. Bolca balığın yetiştiği gölün en çok sazanı seviliyor. Çevresinde de zengin bir bitki örtüsü var. Doğa fotoğrafçılığına ve yürüyüşe meraklı olanların hayran olacağı bu adresi, Isparta’ya gittiğinizde koruma altındaki bu gölü mutlaka ziyaret edin.
FAVORİ MÜZELERİMDEN BİRİ
Bazı müzeler vardır ki popüler olup dilden dile dolaşmaz, Türkiye’nin tanıtım filmlerinde kullanılmaz ama ayrıcalıklı bir koleksiyona sahiptir. Bence Burdur Müzesi de onlardan biri. Isparta’ya kadar giderseniz müzeyi görmeyi gidiş ya da dönüş planınıza mutlaka ekleyin derim. Burdur’un Paleolitik Çağ’a dek uzanan geçmişi, arkeolojik açıdan barındırdığı potansiyelin özeti. Özellikle Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait buluntuların dikkat çektiği zengin bir koleksiyonu var. Girişinde Sagalassos Antik Kenti’nden çıkarılan Dans Eden Kızlar frizini göreceksiniz. Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen taş ve mermer ağırlıklı eserler dikkat çekici.