AVRUPA Birliği ülkeleri Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2019-2024 döneminde görev yapacak yeni üyelerini belirlemek için yarından itibaren sandığa gidiyor. 26 Mayıs’ta sona erecek seçimler, son dönemde olumlu yanlarından çok yaşadığı bölünmeler ve üstesinden gelemediği sorunlarla gündemde olan AB’nin geleceğini alışılmışın dışında şekillendirme potansiyeli taşıyor. Bunun nedeni ise aşırı sağ ve popülist partilerin sürekli yükselme eğiliminde olması.
Yakın geçmişte AB’nin büyük ülkelerinde siyaset sahnesinde olsalar da fazla etkin olamayan bu partiler artık her yerdeler ve eskiye oranla çok daha güçlüler. Ana akımda lider sıkıntısı çekilen bir ortamda İtalya’daki Lig ve benzer görüşteki partileri AP’de tek çatı altında toplama çabasındaki lideri Matteo Salvini, popülist dalgayı kabartan aktörlerin başını çekiyor. İlk kamuoyu araştırmaları, çok sayıda faktöre bağlı olmak kaydıyla, popülistlerin AP’deki 751 sandalyenin 180’ine yakını elde edebileceklerini gösteriyordu. Gelinen aşamada ise bu oranın daha yüksek olabileceğine ilişkin işaretler artmış durumda.
KATILIM ÖNEMLİ
Avrupa seçimleri yapılmaya başlandığından bu yana en kilit unsurlardan biri katılım oranı. Bu oran 1979’daki ilk seçimden bu yana düşüş eğiliminde. Popülist dalganın en üst düzeye çıkmasından korkulan bu seçimde de katılım oranı önemli rol oynayacak. Halkı özellikle de gençleri sandığa çekecek olanın, isimleri kendi ülkelerinde bile fazla duyulmamış lider adaylarından çok, güncel sınama konuları olması bekleniyor. Genelde seçimlerde ana akım partilere oranla daha iyi organize olan aşırı sağ ve popülistlerin olası bir yüksek katılımdan olumsuz etkilenme ihtimali yüksek.
AB TANINMIYOR
Avrupa seçimlerinin adeta “Avrupa’ya karşı” seçim havasına bürünmesinde AB’nin tanınmaması da etkili. Seçmenler, yerel yöneticisini, ulusal parlamentoda kendisini temsil eden kişileri tanırken AP’deki temsilcilerini genelde hiç tanımıyor, AB’nin nasıl işlediği, izlediği politikalar bilinmiyor. Bu durum İngiltere’nin ayrılma (Brexit) sürecinde olduğu gibi yalana ve çarpıtmaya dayalı propagandanın sokakta rahatlıkla alıcı bulması sonucunu doğuruyor. Ana akım siyasetçilerin ülke için iyi olan gelişmeleri kendi hanelerine yazıp olumsuzlukları Brüksel’in sırtına yüklemeleri de popülistlerin ekmeğine yağ sürüyor.
MACRON: VAROLUŞSAL RİSK
SEÇİM sürecinde Avrupa Birliği’nin mevcut durumunu ve geleceğini ilgilendiren konularda sesi en çok duyulan lider konumundaki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan dikkat çekici bir uyarı geldi. Macron, 1979’dan bu yana yapılanların en önemlisi olarak nitelediği seçimler için “Birlik var oluşsal bir riskle karşı karşıya” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı sıfatıyla aktif şekilde devreye girmesi dikkat çeken Macron, milliyetçilikle Avrupa’yı yıkmak isteyenlere karşı ilericilerin büyük bir koalisyon yapması çağrısında bulundu. Sandığa gitmeme eğiliminde olanları da uyaran Macron, bunun Avrupa’yı yıkmak isteyenlere destek olmak anlamına geleceğini belirtti.
RUSYA MI KARIŞTIRIYOR
MOSKOVA her ne kadar bu doğrultudaki iddiaları reddetse de Rusya’nın, AB’nin geleceği açısından ciddi tehdit oluşturmaya başlayan aşırı sağ ve popülist partilerle dirsek temasında olduğu ve bu partilere destek olduğu görüşü hakim. Brüksel’de popülistlere Rusya’nın ‘Truva Atı’ olarak bakanların sayısı azımsanmayacak düzeyde. Avusturya’daki koalisyonun bir parçası olan neonazi kökenli FPÖ’nün lideri Heinz-Christian Strache’nin yer aldığı videonun ortaya çıkması Rusya’nın olası rolünün yeniden yoğun şekilde tartışılmasına neden oluyor. FPÖ, Rusya ile temasta olan tek parti değil. İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ve aşırı sağcı Fransız lider Marine Le Pen de Moskova’nın yakın dostları arasında.