Adeta bir yetenek kumkuması olan Phoebe Waller-Bridge'in yaratıcılığını ve başrolünü üstlendiği Fleabag, bilhassa ikinci (ve son) sezonuyla fırtınalar estirmeye devam etti.
Her sahnesiyle suratımıza kocaman bir kahkaha, kalbimize kocaman bir acı yerleştiren bu dahiyane diziye biraz yakından bakalım.
Fleabag, aslen Phoebe Waller-Bridge'in hikâye anlatıcılığı gecelerinde sergilediği bir oyundan yola çıkmış ve zaman içerisinde televizyon dizisi olarak bizlerle buluşmuştu.
Waller-Bridge'in hayat verdiği ana karakterin dördüncü duvarı yıkmak suretiyle sık sık sizlere bir bakış, bir gülücük attığı veya tuhaf bir surat ifadesiyle bir şeyler anlattığı bu dizi…
İlk bakışta Londra'da ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadının hikâyesi gibi dursa da bundan çok daha fazlası.
Çok daha incelikli, çok daha nitelikli. Hiç beklemediğiniz kadar esaslı.
Hayatında, herkes gibi, büyük hatalar yapmış, büyük kayıplar vermiş ve bu kayıplarla nasıl başa çıkacağını pek de kestirememiş bir kadının çarpıcı bir portresi.
Verdiği kayıplar şöyle dursun; halihazırda sahip olduklarıyla bile tam olarak ne yapacağını bilecek durumda değil. Zaten hangimiz biliyoruz ki?
Fleabag'i izleyiciye adım adım yaklaştıran en önemli özellik de bu: Onun hikâyesi çok bildik, çok tanıdık.
İster aile, ister kardeşler arası ilişkiler; ister sevgili, ister yalnızca hayatın zorlukları olsun söz konusu olan Fleabag'in hepsine dair diyecek esaslı birkaç cümlesi var.
Kahkahadan gözlerinizden yaş gelirken kalbinizin en kırık yerine dokunacak bir hikâyesi de.
Fleabag'i son yılların en başarılı dizilerinden biri haline getiren yalnızca bu hikâye değil elbette. Bu dizinin hem izleyiciye hem de dizi sektörüne ispatladıkları bundan çok daha fazlası!
Kadınlardan oluşan bir ekibin yarattığı ve yine kadın karakterlerin ön planda olduğu bu dizi, kadınların komedideki başarısının en somut ve en gerçekçi örneklerinden biri.
Herhangi bir demagojiye başvurulmadan gerçek hayatın adeta bir yansıması Fleabag. Çünkü hayat dediğimizin her acısında büyük bir kahkaha saklı.
Esrarengiz ve bir o kadar yakışıklı bir rahip, saatli bomba gibi bir üvey anne, içten içe kaybol bir baba… izlemekten bıkıp usandığımız tek boyutlu karakterlere karşı aykırı bir zihin Fleabag.
Ve kuşkusuz tüm biricikliğiyle ana karakterimizin kendisi!
Televizyonun yeni antikahramanı desek yanılmış olmayız. Baş kaldıran, utanmayan, bazen düşen bazen kalkan ama her zaman devam edebileceğini bilen tüm kadınların bir tanesi.
Yıllardır dizilerde görmek istediğimiz kadın temsilinin en çarpıcı hali!
Fleabag'i bu kadar başarılı yapan en önemli unsurlardan bir diğeri tabii ki de bu muhteşem kadro!
Akademi Ödüllü Olivia Colman dizinin ilk bölümünden son bölümüne döktürüyor da döktürüyor.
Ancak Fleabag'in ablası Claire'a hayat veren Sian Clifford'ın da ondan aşağı kalır yanı pek yok!
O soğuk görünüşün altındaki sıcacık kalp, izleyen herkesi etkisi altına aldı bile.
Tüm aşklar, üzüntüler geçecek; kayıpların yeri dolmayacak, bazı şeyler hiç unutulmayacak ama hayat devam edecek diyen 12 bölümlük Fleabag, tüm zamanlar listesine çoktan adını yazdırdı.
Dizinin ikinci sezonun başında dendiği gibi: “Bu bir aşk hikâyesi!” Ama önemli olan aşkı nasıl yorumladığınız…
Çünkü bazen aşk, bildiğimiz aşktan çok başka bir şey.
Bazen aşk, havaalanında bir tek sizin peşinizden koşacak kız kardeşinizi geri kazanmak.