Hepsi bol ödüllü şahane filmler…
Bu yıl, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 18.'si düzenlenen Filmekimi'nde eleştirmenlerin ve izleyici kitlesinin dikkatini çekmiş, birçok festivalden eli boş dönmemiş ödüllü filmler yer alacak. İstanbul'da 4-13 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Filmekimi, 11-15 Ekim tarihleri arasında Ankara ve 18-22 Ekim tarihlerinde de İzmir’de sinemaseverlerle buluşacak.
Biz de sizler için, Filmekimi'de dikkat çeken 21 filmi bir araya getirdik.
Keyifli okumalar!
1. A Vida Invisível (2019)
2. Alice et le Maire (2019)
Hem düşündüren hem güldüren bu politik komedi, La Fontaine’in “Kurt ile Köpek” fablından esinlenerek birbirine zıt iki ana karakter etrafında kurulmuş. Lyon Belediye Başkanı Paul Théraneau, meslekte ve siyasette geçirdiği 30 yılın ardından artık iyi fikirler geliştiremediğini fark eder. Bu “varoluşsal mesele”yi halledebilmek için felsefe mezunu genç, akıllı, parlak Alice’i danışman olarak işe alır. Kendine bir misyon yükleyen ama derinlemesine düşünmeyen Paul ile çokça düşünen ama hayatta bir amacı olmayan Alice hep çatışacak ama sonuçta iyi fikirler üretecektir. Bir yandan nesiller arasındaki uçurumları gülümseterek inceleyen bu tatlı film, bir yandan da siyasette düşüncenin yerini ve gücün ağırlığını sorguluyor.
3. Babyteeth (2019)
Milla’nın yeni aşkı başta ailesi olmak üzere herkesi telaşlandırır. Çünkü Milla daha 15 yaşındadır, kanser hastasıdır, üstelik sevgilisi ondan yaşça büyük, yüzünde bile dövmeleri olan, evsiz bir torbacıdır. Her şey felakete doğru mu sürüklenecek yoksa güleç yüzlü Milla yaşama tutkusunu çevresindekilere de aşılayabilecek midir? Avustralyalı tiyatro ve televizyon yönetmeni Shannon Murphy’nin bu renkli ve enerjik ilk sinema filminde Milla’yı Sharp Objects dizisiyle parlayan ve Küçük Kadınlar’da hatırı sayılır ağırlıkta bir rol üstlenen Eliza Scanlen canlandırıyor. Dizi oyuncusu Toby Wallace ise Venedik’te kazandığı ödülle sinema dünyasına büyük girişini yapıyor.
4. Bacurau (2019)
Anaerkil bir köy, bir cenaze ve köyün haritalardan silinmesine yol açan bir komplo… Yakın bir gelecekte, Brezilya kırsalında geçen gizemli ve gerilimli Bacurau türler arasında geziniyor. Ülkelerindeki gelir eşitsizliğinden esinlenen yönetmenler Mendonça Filho ile Dornelles, dışarıdakilerin küçümsediği, “yabancılar”ın tehdidi altındaki küçük bir topluluğun hikâyesini westernle bilimkurguya öykünen, mistik ve gerilimli atmosferini kaybetmeyen özgün bir tarzla aktarıyorlar. Filmin anlatıcısı, Batılı belgeselci rolünü üstlenen kült oyuncu Udo Kier; başroldeki Sonia Braga ise Örümcek Kadının Öpücüğü dahil birçok filmde rol almıştı. Bacurau’nun yönetmenlerinden Kleber Mendonça Filho’yu Aquarius ve Komşu Sesler filmlerinden tanıyoruz.
5. Bashtata (2019)
Ders ve Kol Saati filmlerini İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz yönetmen ikili Kristina Grozeva ile Petar Valchanov, son filmlerinde kayıp ve aile bağları olgularına absürd bir anlayışla göz atıyorlar. Filmin sürekli birbirleriyle didişen iki kahramanı var: Vassil ve oğlu Pavel. Pavel’in annesi hayatını kaybeder, buna rağmen öte dünyadan komşularını sürekli telefonla aradığı ortaya çıkar. Doğaüstü olaylara zaafı olan Vassil, çok meşhur bir medyumla randevu ayarlayınca ayakları yere basan Pavel’in, babasına bu yolculukta eşlik etmekten başka şansı kalmaz.
6. Chambre 212 (2019)
Tiyatrodan çocuk kitaplarına, sinemadan operaya birçok alanda yaratıcılığıyla parlayan Christophe Honoré, bu kez 20 yıldır evli bir çifte döndürüyor kamerasını. Eşini terk etmeye karar veren Maria fazla uzağa gitmeden, evinin karşısındaki otele, 212 numaralı odaya yerleşiyor. Uzaktan evini, eşini ve (eski) hayatını doğrudan gözlemleme şansını bulan Maria, doğru kararı verip vermediğini sorgulama fırsatı buluyor. Elbette her konuda bir fikri olan birçok tanıdığı ve geçmişin hayaletleri Maria’ya öğüt vermek için sırada bekliyor. Sacha Guitry, Ingmar Bergman ve Woody Allen’ın filmlerinden esinlenen Christophe Honoré bu romantik komedide hafıza, aşk, evlilik ve sadakat gibi herkesin aklından geçen değerlerle oynuyor.
7. Dolor y Gloria (2019)
Hem İspanya’nın en özgün sinemacısı Almodóvar’ın hem de fetiş oyuncusu Banderas’ın muhteşem dönüşünü müjdeleyen Acı ve Zafer, Cannes’da eleştirmenlerin yıldız tablosunda en tepeye yerleşti ve izleyicilerin de olağanüstü övgüsüyle karşılandı. Oyuncularının hayranlık uyandıran performanslarının yanı sıra, canlı renklerin öne çıktığı görüntü yönetimi, aile bağlarının anlamıyla aşkın derinliğini işleyen sıcacık hikâyesiyle de gönüllerin Altın Palmiye’sini kazandı. Pedro Almodóvar’ın kendi yaşamından esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği Acı ve Zafer, yaşlandıkça eski şaşaalı günlerinin özlemini daha sık çeken dünyaca ünlü bir yönetmenin 1960’lardan günümüze yaşamöyküsünü çok duygusal ve çok kişisel bir bakış açısıyla anlatıyor. Elbette, Acı ve Zafer’i özel yapan durumlardan biri de Banderas’ın yönetmen rolünü üstlenerek yıllardır birlikte çalıştığı Almodóvar’ı canlandırması.
8. Gloria Mundi (2019)
2017’de La Villa / Deniz Kıyısındaki Ev ile izlediğimiz Robert Guédiguian, yine değişmez oyuncuları eşi Ariane Ascaride ile Gérard Meylan ve Jean-Pierre Darroussin’i oyuncu kadrosuna katarak bir aile dramına imza atıyor. Film, Marsilya’da, yeni doğan bebekleri Gloria’nın getirdiği sevinçle bir araya gelen bir aileyi izliyor. Geçim sıkıntısıyla ayakta durmaya çalışan çekirdek aile, bebeğin hapisten henüz çıkan ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan büyükbabasının gelişiyle beklenmedik olaylarla karşılaşıyor. Son Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan ve Ariane Ascaride’e en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandıran filmini, yönetmen Guédigian “karanlık bir toplumsal masal” olarak tanımlıyor.
9. Hvítur, Hvítur Dagur (2019)
Vinterbrødre / Kış Kardeşleri filmiyle İstanbul Film Festivali’ne katılan Hlynur Pálmason’un dünya prömiyerini Cannes’da yapan son filmi, yine çarpıcı bir aile dramı anlatıyor. İzlanda’da ücra bir kasabanın polis komiseri, kasaba ahalisinden bir adamı iki yıl önce eşiyle ilişki kurmakla suçlar. Saplantısı derinleşirken adamın gerçeklikle bağlantısı kopar ve hem sevdiklerine hem kendine zarar vermeye başlar. Keder, yas, delilik ve koşulsuz sevgiye dair bu güçlü ve sert film, özellikle çarpıcı kar manzaraları ve oyuncularının performanslarıyla dikkat çekiyor. Bembeyaz Bir Gün, İzlanda'nın Oscar adayı ilan edildi.
10. Il Traditore (2019)
İtalya’nın en saygın sinemacılarından, 2010’da İstanbul Film Festivali’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan Marco Bellocchio, Cannes’da Altın Palmiye için yarışan son filminde Sicilya’nın en kötü şöhretli mafya babalarından birinin gerçek hayat hikâyesini sinemaya aktarıyor. “İki dünyanın babası” olarak anılan Tommaso Buscetta 1980’lerin başında Sicilya mafyalarının kanlı hesaplaşmaları sırasında İtalya’dan Brezilya’ya kaçar. Yakalanıp sınır dışı edileceği belli olduğunda Tommaso mafya tarihini kökünden değiştirecek bir karar alır: Sessizlik yeminini bozup mafyanın ilk itirafçısı olmayı göze alacaktır.
11. Le Jeune Ahmed (2019)
Sinemada sosyal gerçekçiliğin öncülerinden Dardenne Kardeşler, Cannes Film Festivali’nde kendilerine En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran son filmlerinde Avrupa toplumuna bu kez Belçika’da Müslüman bir ergen üzerinden bakıyor. Henüz 13 yaşındaki Ahmed, ailesinin ve çevresinin telkinlerini yok sayıyor ve birkaç ayda benimsediği radikal görüş ve davranışlarından vazgeçmiyor. Dardenne Kardeşler, daha önce iki kez Altın Palmiye’yi kazanmışlardı.
12. Liberté (2019)
Günümüzün en radikal sinemacılarından, tarzından hiç ödün vermeyen Albert Serra 18. yüzyıl Fransa’sına ve devrim öncesi dönemin toplumsal karşıtlıklarına hayranlığını yeni filminde de alışılmadık bir yolla ele alıyor. Özgürlük, Fransa Kralı 16. Louis’nin katı ahlakçı hükümranlığından kaçan Madame de Dumeval, Tesis Dükü ve Wand Dükü’nü izliyor. Ahlaki kural ve baskıların tümünü reddederek Almanya ormanlarına, hür düşüncenin savunucusu meşhur çapkın Walchen Dükü’ne sığınan asilzadeler, hazzın ve tensel arzuların peşine düşüyor. Kışkırtıcı, cesur, şok edici, cüretkâr sahneleriyle Cannes’da büyük tepki gören filmi hakkında Katalan yönetmen, “asilzadeleri günümüz gençliğiyle karşılaştırıyorum; benzerine rastlanmamış imgeler yaratmaya çalışıyorum” diyor.
13. Little Joe (2019)
Genetiğiyle oynanmış kırmızı bir çiçek antidepresan salgılayarak insanları mutlu ederken tuhaf yan etkisi göz önüne alınmaz. Üstelik insanı değiştiren bu etkilerin bütün dünyaya yayılma ihtimali vardır. Kimsenin engel olamadığı bu deney/bitkinin adı da “Küçük Joe”dur. Amour Fou ve Lourdes’dan hatırlayacağınız Jessica Hausner’in Emily Beecham’a ödül getiren yeni filmi, bilimkurgu-dram-gerilim türleri arasında geziniyor, müthiş renk paleti ve sanat tasarımıyla öne çıkıyor. Küçük Joe bir yandan Frankenstein’dan esinlenerek genetik mühendislik ve şüpheyle karşılanan bilimsel gelişmeleri sorgularken bir yandan da tüm insanların derinlerde birtakım sırlar sakladığını farz ediyor.
14. Matthias et Maxime (2019)
Xavier Dolan’ın yeniden Cannes ana yarışmada yer almasını sağlayan son filmi şimdiden genç yönetmenin en iyi yapıtları arasında sayılıyor. Filme adlarını veren Matthias ile Maxime, çocukluktan bu yana sıkı arkadaştır. Rol aldıkları bir kısa film için öpüşmeleri gerekince arkadaşlıkları sarsılır. Kısa sürede aralarına alışık olmadıkları bir şüphe girer ve hayatları değişir. Otuz yaşına basan Dolan’ın Maxime rolünü üstlendiği bu duygusal dramda ayrıca Mommy’deki anne rolüyle tanıdığımız Anne Dorval da rol alıyor. Yirmili yaşlarının sonuna yaklaşan Quebec’li bir arkadaş grubunu gözlemleyen Matthias ve Maxime, erkekler arasındaki dostluk, yakınlık, cinsel belirsizlik konularına değinirken şu soruları da soruyor: “Ben kimim? Bir başkası gibi mi davranıyorum?”
15. Monos (2019)
“Masal dünyasında geçen bir kâbus”, “Kolombiya usulü Sineklerin Tanrısı” denilen Monos’u, Guillermo del Toro da “güçlü, yeni bir yönetmenden büyüleyici bir film” sözleriyle övüyor. Geçit vermeyen cangılın tehditkâr gölgeleri arasında, savaşçı lakapları takınmış sekiz çocuk asker, yaz kampını andıran bir yerde Amerikalı bir kadını rehin tutmaktadır. Sürpriz bir baskına uğrayınca çocukların görece huzurlu günleri sona erer ve birbirlerine duydukları güvenle bağlılıkları sarsılan grup, üslerinden ayrılarak cangılın derinliklerine sığınmak zorunda kalır. Kolombiya’nın Oscar adayı Monos, merkezine ideolojiden çok hormonlarının etkisi altındaki ergen kahramanları yerleştiren, her yönüyle alışılmadık, fantastik bir savaş ve hayatta kalma hikâyesi anlatıyor.
16. Nuestras Madres (2019)
Belçika’nın Oscar adayı seçilen film, Guatemala’da 200.000’den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan ve günümüzde bile çok iyi bilinmeyen iç savaşın acılarını ve karanlıkta kalan alanlarını sinemaya aktarıyor. Askeri cunta sırasında militan olan babasının kayboluşundan esinlenen yönetmen César Díaz, 2018’de cuntacıların yargılanmasıyla başlayan filminde kendi aile geçmişini araştıran bir antropoloğun hikâyesini anlatıyor. Filmde görülen “anlatıcı anneler”, Guatemala kültüründe hâlâ geçerliliğini ve etkilerini yitirmeyen sözlü tarih anlatıcıları, ülkenin gerçek hafızaları.
17. Parazit (2019) Gisaengchung
The Host ile uluslararası alanda tanınan, Snowpiercer ve Okja ile kariyerini sağlamlaştıran Bong Joon-ho, Parazit ile Cannes’da Altın Palmiye kazanarak yılın en iyi filmlerinden birine imza atmış oldu. Güney Kore’de tüm gişe rekorlarını kırarak 10 milyon izleyiciye ulaşan ve ülkesinin Oscar adayı olan Parazit’in merkezinde birbirinden derin farklarla ayrılan Park ve Kim aileleri var. Neredeyse sefalet içinde yaşayan Kim ailesinin fertleri gerçek kimliklerini bir şekilde saklayarak birer birer, zenginlikleri sınır tanımayan Park ailesinin hizmetine giriyor. Bu tuhaf birliktelik sürerken sınıf atlama çabası ve servet kibrinin yol açtığı trajikomik olaylar ardı ardına gerçekleşiyor. Parazit, güçlü sinema dili ve sürprizlerle dolu, sağlam senaryosuyla öne çıkıyor.
18. Portrait de la Jeune Fille en Feu (2019)
Cannes’da çok beğenilen ve çokça konuşulan, eleştirmenlerce “A sınıfı bir başyapıt… Bu yıl prömiyerini yapan en kusursuz yapıt.” sözleriyle övülen film 18. yüzyılda, bir ressamın modeliyle aşkını anlatıyor. Ressam Marianne’a, manastırdan henüz çıkan ve evlenmek üzere olan genç Héloïse’in portresi sipariş edilir. Ancak Marianne, bu portreyi Héloïse’dan habersiz çizmelidir. Bu kısıtlamanın önüne geçmek için Marianne, gönülsüz gelin adayı Héloïse’ı önce gözlemler sonra da onunla yakınlaşır. Yüzyıllar boyu gözardı edilen ve yapıtları unutulan kadın ressamlardan esinlenen yönetmen Céline Sciamma’yı yönettiği Tomboy ve senaryosunu yazdığı Kabakçığın Hayatı ile tanıyoruz.
19. Premature (2014)
On yedi yaşındaki Ayanna, üniversite için Harlem’den ayrılmadan önceki yaz, kendinden yaşça büyük, gizemli ve yakışıklı Isaiah ile tanışır. İlk aşk, Ayanna’nın bildiği ve tanıdığı dünyasını kısa sürede alt-üst edecektir. “Siyah Sinema”nın saygın ismi Spike Lee’nin manevi desteğiyle yola çıkan Rashaad Ernesto Green, trans birey hikâyesi anlattığı ilk filmi Gun Hill Road’un ardından çektiği bu duygusal dramda arkadaşlık, aile, aşk gibi evrensel olguları değişen dünyada tek başına ayakta kalabilme eksenine ustaca yerleştiriyor. Green’in kendi mahallesi Bronx’tan insan manzaraları sunduğu film, Sundance’te dünya prömiyerini yaptı. Filmin çoğu yükünü harika bir performansla omuzlayan Ayanna rolündeki Zora Howard, aynı zamanda filmin senaryo yazarlarından.
20. Swallow (2019)
Hamileliğinin ilk aylarındaki Hunter, tehlikeli nesneleri yutma arzusunun gitgide yükseldiğini ve buna karşı koyamadığını fark eder. Hunter bir yandan eşi ve ailesinin gitgide artan denetim ve baskılarını göğüslemeye çalışırken bir yandan da onların desteğiyle takıntısının ardındaki karanlık sırrı açığa çıkarmaya çabalar. Özellikle Hunter’ı canlandıran Haley Bennett’in performansıyla öne çıkan Saplantı, modern dünyanın baskılarına ve beden fetişizmine feminist bir bakış açısı ve gerilim ögeleriyle yaklaşıyor.
21. Vivarium (2019)
Without Name ile 2016’da sinemada adını duyuran reklam filmi yönetmeni Lorcan Finnegan, tüyler ürpertici bir hikâyeyle beyazperdeye dönüyor. Filmin bahtsız kahramanları Gemma ve Tom, ilk kez ev sahibi olmak için bir emlakçıyla görüşürler. Ancak ilk baktıkları evde mahsur kalırlar, üstüne üstlük büyütmeleri için kendilerine sevimli fakat tuhaf bir bebek teslim edilir. Aşırı normal görünen ama istemeden kabullenilen banliyö hayatına dair acımasız bir taşlama olan, Alacakaranlık Kuşağı ile Black Mirror arasında bir yerde duran filmini Lorcan Finnegan “gizemli, komik, üzücü ve ürkütücü bir kâbus” olarak tanımlıyor.