Sabahın çok erken saatlerinde Lavanta bahçelerine giriş yapıyoruz. Temmuz ayının son günleri bu harikulade mor tonlarını bozmadan dokunmaya ve üzerindeki arılar müsaade ettikçe koklamaya çalışıyorum. Nefis aromanın verdiği keyifle etrafa baktığımda uçsuz bucaksız bir Lavanta bahçesinde olduğumu görüyorum. Isparta en çok gülden yapılı ürünleriyle bilinen özel bir şehir. Akdeniz bölgesinde, göllerle çevrili, kışın ılık yazın ise Antalya kadar sıcak ve nemli olmayan kendine has ılık bir rüzgârı olan güzellik…
Bahçenin işletmecisi lavantalar içinde fotoğraf ve videoların daha güzel olması için birtakım aksesuarlar koymuş, kocaman bir film platosu gibi. Bu devasa bahçede sosyal medya için en güzel pozları verebilirsiniz. İsterseniz küçük mağazada gül ve lavantadan yapılmış ürünleri inceleyebilirsiniz. Lavanta, kantaron yağından tutun da güllü kahveye kadar… Artık gülsuyu ve diğer kozmetikleri saymıyorum bile.
Kahvaltıda ise çay ve kahve dışında kendi üretimleri gıdalarla beslendik. Birkaç ayrıntı dışında hemen hemen tümü doğaldı. Sıcak bir temmuz ayı olarak tepedeki güneşten en klasik korunma şekli olan mor şemsiyeye bayıldım. Her ne kadar burada poz verirken bir ayrıntı olsa dahi iyi ki orada vardı. İşletme sahibi fotoğrafçılar için doğal dekoru tamamlayan küçük aksesuarlar koymuş. Geniş bahçeyi gezerken şaşırtıcı objeler karşınıza çıkabiliyor.
Yerli halkla sohbet etmenin keyfini ise ayrıca bahsetmek isterim. Yaşadıklarını ve yorgunluğunu yansıtan yüzler ama ne kadar sahici ve içten… Yılların yıpranmışlığının yanı sıra dinç ve huzurlu bir bedenin taşıdığı güler yüz. Tipik Anadolu kadınları ve tadına doyulmaz bir sohbet. Dibine kadar içime çektiğim bu Anadolu kokusunu ve sohbetini her zaman sevdim.
Türkiye’nin ‘Maldivleri’ni görmeden dönmek olmaz!
Ruha iyi gelen bu doğal parfümün etkisi geçmeden Burdur’da Salda Gölü’ne ulaşmak zor olmadı. Zaten çok yakındı. Uzaktan da yaklaştıkça da çekiciliği hiç değişmedi. Basından çıkan haberlerle endişeli bir şekilde göl kenarına iniyoruz ve düşük bir beklenti ile kıyıya doğru ilerliyoruz. Göl, uçsuz bucaksız doğal bir havuz gibi. Mavi tonlarıyla bezenmiş dünya harikası bir doğa olayı. Beyaz kumlar, küçük taşlar, magnezyum ve diğer faydalı mineralleriyle bir mucize.
Türkiye’nin Maldivleri diye tanıtılıyor. Bence asıl Maldivler burayı andırıyor. Bir kere içerdiği mineraller sayesinde açık bir termal havuz gibi. Göle girildiğinde bastığınız kum sanki masaj yapıyor ve bu yumuşak kili vücuda maske gibi sürerseniz cilde iyi geldiği söyleniyor. Göldeki kumun kimyasal ve biyolojik açıdan incelenmesi lazım. Bambaşka bir içerik çıkabilir ama doğrusu bunu yazmaktan bile çekiniyorum. Ama sadece araştırma amaçlı analizi kastetmiyorum. Ticari amaçlar veya diğer amaçlar için asla ve asla kullanılmamalı.
‘Gölde yüzmek sakıncalı ve yasaktır’ tabelasını okuyarak rahatlıkla ve herkes gibi göle giriliyor ama neyse ki yüzme olayı olmuyor. Burada en önemli konu, kaynaklarımızın aynen korunması hatta mümkünse daha da ziyaret edilebilir olması. Görevimiz bu doğal zenginliklerimiz asla yok etmek olamaz aksine daha iyi koşullarda yaşatmaktır. Bir tane dahi çöp görmememiz gerekir. Bırakınız çöpleri ortada bırakmayı! Bu eşsiz mucizeler bizlerin tüketeceği kaynaklar olamaz.
Göl şimdilik temiz ama o kadar çok tur arabası uğruyor ki ve öyle kalabalıklaşıyor ki hem halkın hem idarecilerin bu güzellikleri koruması adeta bir görev olmalı. Herkes duyarlı olmalı. Yoksa çocuklarımıza eski gezi resimleri gösterip burada şu vardı demek ne kadar üzücü ve utanç verici…