Resmi sitede de yayınlanan röportajda Muriqi’nin çocukluk dönemine ait fotoğraflar paylaşıldı.
Vedat’ın Fenerbahçe formasıyla verdiği pozlar ve röportajın tamamı şöyle;
Kosova’da savaş döneminde 5-6 yaşlarında bir çocuktu. Evlerini terk edip komşu ülke Arnavutluk’a ailesi ve akrabalarıyla sığınmak zorunda kaldılar. Savaş sonrası futbola başladı. Babasını 7 yaşındayken kaybetmişti. Futbolcu olmasında en büyük desteği annesi verdi. Fenerbahçe adını ilk kez dedesinden duydu. Çubuklu sevgisi kahvede maç izleyerek büyüdü. Bundan sonra bu sevgiyi sahada gollerini atarak kendisi gibi milyonlarca çocukta büyütmek istiyor. Vedat Muriqi, Fenerbahçe Dergisi’ne hayatını ve hedeflerini anlattı.
Çocukluğundan başlamak istiyorum. Kosova’da savaş zamanını yaşıyorsun. O dönemi anlatır mısın?
1999-2000 seneleriydi. 5-6 yaşlarındaydım. O dönem Sırp askerleri Kosova’da baskın yaptıkları evlerdeki tüm erkekleri topluyor, ya onları kendileri için çalıştırıyorlar ya da işkence yapıp öldürüyorlardı. Bizim eve baskın yapan Sırp askerleri ise ‘evden çıkın’ dedi. Allah’ın sevdiği kullarıymışız ki bize merhametli Sırp askerleri denk geldi de bizim evden kimseyi götürmediler. Bir saat civarında toparlandık. Anneme sordum ‘Nereye gidiyoruz?’ diye. O da bana ‘Tatile gidiyoruz’ dedi. Bizim bütün mahalle Muriç ailesi diye geçer. 50-55 kişi Arnavutluk’a gittik. 50-55 kişi Arnavutluk’ta bir evde kalmaya başladık. NATO’dan kumanya geliyordu ama tabii kısıtlıydı. Annemizden yiyecek bir şey isterdik sabah soğan-ekmek verirdi. Öğle tekrar isteyince yine soğan-ekmek verirdi. Annemin çaresizliğinden ağladığını bilirim. Arnavutluk’ta bize yardımcı olan kişiler, evin büyüklerini çay-kahve içmeye götürürlerdi. Onlar da çayı kahveyi şekersiz içip orada verilen şekerleri bize, çocuklara getirirlerdi şeker yiyelim diye. Arnavutluk’ta yaklaşık 2 ay kaldık. Daha sonra Kosova’da olaylar çözülünce evimize döndük. Evimiz yerinde duruyordu. Sadece ortalığı biraz dağıtmışlar. Savaş dönemi bizim ailenin köfteci dükkanı vardı. Hava kararmadan köfteciyi kapatıp eve gelirlerdi. Çok zor günlerdi.
Futbola nasıl başladın?
Öncelikle annem çok istedi futbolcu olmamı. Babam ben 7 yaşındayken rahmetli oldu. Babam gençken profesyonel bir futbolcuymuş. Oynadığı takımda kamp dönemi tam otobüse binecekken takımın hocası babamı “Sen kampta değilsin” diyerek otobüse bindirmemiş. Bu olay babamın gücüne gidiyor. Babam da bunun üzerine futbolu bırakıp hentbola yöneliyor ve hentbolcu oluyor. Babam hentbolda Yugoslavya liginde şampiyonluklar yaşamış, “Yılın En İyi Hentbol Oyuncusu” gibi ödüller kazanmış. Babamın futbol takımının adı Progres’di. Artık öyle bir takım yok. Annemin içinde babam futbolcu olamadı diye ukde kalıyor ve beni futbola yönlendiriyor. Annem beni futbolcu yapmak için çok uğraştı. Savaştan sonra Kosova’da gençleri spora yönlendirme yönünde altyapıya önem verildi. O sırada Liria takımının altyapısında 8-9 yaşlarında başladım futbola. Evden uzaktı idman yaptığımız yer ama annem beni hep idmanlara gitmem için motive etti. 16 yaşında Kosova’da profesyonel oldum. 18 yaşımda Arnavutluk’un Teuta takımına transfer oldum. Orada da 2 sene geçirdim. Sonra Eskişehirspor’a denemeye çağrıldım. Bir hafta – 10 gün kamp yaptım. Sonra ‘Biz seni çağıracağız’ dediler. Giresunspor’dan teklif alınca orada başladım.
Uzun boylu bir futbolcusun ve genelde uzun boylu futbolcuların ayakları çok iyi olmaz. Sen ise ayaklarına da hakim bir oyuncusun. Futbola erken başlaman sayesinde mi ayak tekniğini geliştirdin?
Erken başlamak çok avantajlı ama altyapımızın şartları savaştan yeni çıkmış bir ülkenin altyapısı ne kadar iyiyse o kadar iyiydi. Sahalar topraktı. Yağmur yağınca çamur oluyordu. Şartlar çok elverişli değildi ancak oradaki hocalarımın emeğiyle bazı şeyler öğrendik. Bir de Balkan insanı inatçı olduğu için, bir şeyi başladığında başarmak için çok uğraşıyor. Yaşadığımız eski zor günleri düşünerek bir seviyeye geldikten sonra onu devam ettirmek için, bir daha o günleri yaşamamak adına çok çalışıyoruz.
Sende de var mı o inatçı kültür?
Arnavutların hepsi çok inatçı. Ben de çok inatçıyımdır. Sadece sporda değil genel anlamda da var. Bu bazen iyi, bazen kötü.
Fenerbahçe taraftarı olduğunu biliyoruz. Fenerbahçe sevgisi sende nasıl başladı?
Futbola ilgi duyduğum dönem ailedeki yakınlarımıza soruyordum ‘Sen hangi takımlısın’ diye. Amcalarıma, dayılarıma soruyordum. Partizan gibi Yugoslav takımlarını söylüyorlardı. O ara hiç unutmuyorum. Dedeme sorunca ‘Ben Fenerbahçeliyim’ dedi. Çok şaşırmıştım çünkü bu takımın adını ilk defa duymuştum. Dedemin hiç unutmadığım lacivert ve yanlarından sarı çizgili Fenerbahçe eşofmanı vardı, üzerinde Fenerbahçe amblemi vardı. Dedem, eski başkanlarımızdan Ali Şen Kosovalı olduğu için Fenerbahçe’yi tutuyorum demişti bana. Ertesi gün de Fenerbahçe’nin maçı vardı. Dedem ‘Hadi maç izlemeye gidelim’ dedi ve birlikte kahveye maç izlemeye gittik. Hangi maçtı tam hatırlamıyorum ama Lazetiç, Rapajic, Revivo’lu kadroydu. Dedemle birlikte maç izlemeye gide gide Fenerbahçeli oldum ve giderek daha koyu bir taraftar oldum. Maç izlerken tırnaklarımı yerdim. Arnavutluk takımına transfer olunca Türkiye ligini izleme şansım olmadı pek ama yine de internetten maç sonuçlarını takip ediyordum. Günümüze gelirsek zor bir transfer süreci olduğunu kabul ediyorum ama karar vermek benim için çok kolaydı. Fenerbahçe’nin, Türkiye’nin en büyük camiası olduğunu herkes söylüyor ama içeri girdikten sonra o hissiyat 100 misline, bin misline çıkıyor.
Transfer sürecin çok ses getirdi. Senden büyük bir beklenti var. Bu senin üzerinde baskı oluşturuyor mu?
Açıkçası bir baskı oluşturmuyor. Hatta bu baskı beni motive ediyor. Rizespor’da tek forvet olduğum için birçok kişi sezon nasıl geçer diye düşünüyordu. Bu beni motive ediyordu çünkü biliyordum ki birçok şeyi benim yapmam gerekiyordu. Bu durum beni moral-motivasyon açısından daha çok kamçılıyor. Fenerbahçe gibi bir takımda, o stadyumda, o taraftarın önünde forvet oynamak enerjinizi ikiye katlar. Ben de Fenerbahçe’ye karşı oynadım. Özellikle Kadıköy’deki maçlarda çok boğucu bir atmosfer oluyor. Stadın yapısından mı, taraftarın coşkusundan mı bilemiyorum ama Kadıköy’deki atmosfer çok boğucu oluyor ve iki üç ataktan sonra taraftar da kendinden geçiyor, bir noktadan sonra bir faul olsun da oyun yavaşlasın diye bekliyorduk. Şimdi Fenerbahçe formasıyla oynayacağımı hayal edince herhalde önüme çıkanı deviririm diyorum (Gülüyor).
Fenerbahçe’deki hedeflerin neler?
Fenerbahçe tarihine adımı altın harflerle yazdırmak istiyorum. İnşallah iyi bir başlangıç yapıp kariyerimin sonuna kadar Fenerbahçe’de kalmak istiyorum.
Taraftarımıza mesajın var mı?
Bizi desteklesinler demiyorum. Onlar zaten iyi günde kötü günde Fenerbahçe sevgisinin sadece skor, maç sevgisi olmadığını, bir arma sevgisi olduğunu, Fenerbahçe sevgisinin başka bir şey olduğunu bütün Türkiye’ye, alem-i cihana gösterdiler. Diğer takımların taraftarları gibi 2 mağlubiyetten sonra takımlarına küsmediler, stadı boş bırakmadılar. Biz de onlara özlediğimiz güzel günleri yaşatmak ve Fenerbahçe’yi layık olduğu şampiyonluklara taşımak istiyoruz. Yani son sözüm “Fenerbahçe geliyor”.
iddaa’da en çok oynanan bahisleri kaçırmayın, incelemek için buraya tıklayın!