Malta, zengin bir tarihe sahip. Fenikelilerden Kartacalılara, Romalılardan Bizans’a ve Araplara kadar birçok medeniyetin hâkimiyeti altında kalmış. Daha yakın tarihine bakınca da Almanlar, Fransızlar, İspanyollar geçmiş bu topraklardan. 1814’te ise İngiltere’nin parçası haline gelmiş, ta ki 1964’te bağımsızlığına kavuşana kadar. Ülkede bugün İngiliz etkisi baskın biçimde görülüyor. Ters trafik, hukuk ve eğitim sistemi gibi yadigârları var. Malta inançla şekillenen bir tarihe sahip! 5 bin 600 yıllık ‘Malta Monolitleri’, dev kayaların oyulup mabede dönüştürülmesinin hayranlık verici örneklerinden biri. Şanlıurfa’daki Göbeklitepe keşfedilene dek, dünyanın en eski tapınağı burası kabul ediliyordu, artık ikinci sırada. Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Pavlus ya da diğer adıyla Tarsuslu Pavlus, başta Anadolu olmak üzere Akdeniz çanağında çok sayıda yolculuk yaparak yeni din Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış. İşte bu yolculuklarında gittiği adreslerden biri de Malta olmuş. Bir süre adada yaşamış ve halkı Hıristiyanlığa davet etmiş.
Şövalye ruhu
Şövalyelerin Malta tarihindeki önemi büyük! Adayı muhteşem yapılarla süsleyenler onlar olmuş. Saraylar, kiliseler, meydanlar yapmanın yanı sıra savaşan şövalyeler ve yaralı Osmanlı esirleri için hastaneler inşa etmişler. İlk Hıristiyanlar kutsal saydıkları Kudüs’ü ziyaret etmek istediklerinde uzun yolculuklar, açlık, hastalıklar, yollardaki çeteler gibi türlü zorluklarla karşılaşıyormuş. 11. yüzyılda Amalfi’li İtalyan tacirler Kudüs’te bir hayır kuruluşu gibi örgütlenmiş. ‘Şövalyeler Birliği’ olarak adlandırılan bu örgütlenmenin amacı, şehre gelen yoksul ve hasta hacı adaylarına yardım etmekmiş. Örgütlenme büyüdükçe faaliyetleri ve ana amaçları da değişmiş; din için askerlik yapmaya başlamışlar. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri ele geçirip kendi donanmalarını kurmuşlar. Onu kendi ülkelerini kurma isteği izleyince; 1530’da Roma İmparatoru 5. Karl’dan Malta’ya yerleşme hakkını elde etmişler. Kira bedeli ise her yıl iki Malta Şahini olmuş!
Sürprizli katedral
Bu küçük ada ülkesinde tamı tamına 365 kilise var. Avrupa’da Katolikliğin en baskın biçimde görüldüğü yerler arasında. Daha birkaç yıl öncesine kadar boşanmanın yasak olduğu ender ülkelerden biriydi. Vaftizci Yahya’ya adanan Aziz John eş-Katedrali, Malta’nın en meşhur dini yapılarından biri. Katedral, Avrupa’da yüksek barok mimarisinin en güzel örneklerinden biri kabul ediliyor. Zeminde müthiş bir işçilikle altında mezarları bulunan 400 şövalyenin öyküsünün anlatıldığı 400 mermer resim var. 1570’lerden miras ama iç kısmı 17. yüzyılda barok tarzda yeniden dekore edilmiş. Aslında katedrali dışarıdan gördüğünüzde içeriye çok da bir şey beklemeyerek giriyorsunuz ama sürprizi de burada! Dışı ne kadar sadeyse, içi bir o kadar süslü. Vaftizci Yahya’nın hayatının anlatıldığı tavandaki resimleri tamamlamak 40 yıl almış! Üst balkonda Türklerin resmedildiği bir duvar var. Özel bir bölümde ise Caravaggio’nun elinden çıkan müthiş bir ‘Vaftizci Yahya’nın İnfazı’ tablosu sergileniyor. Valetta’da göreceğiniz müthiş yapılardan bir diğeri Grand Master Sarayı. Şövalyeler tarafından 16. yüzyıldaki ‘büyük kuşatma’ sırasında üstün başarı gösteren Jean Parisot de la Valette’e adanmış. Tıpkı katedral gibi sarayın mimarı da Cassar. Sarayın giriş katında büyük bir zırh salonu yer alıyor. Müzesinde ise Malta Şövalyeleri’ne ait yaklaşık 5 bin savaş malzemesi sergileniyor; Osmanlı’ya ait parçalar da var.
Bir bahçeden fazlası
Valetta’ya gelip de Barrakka Bahçeleri’ni gezmemek büyük kayıp. Geçmişte şövalyeler için bir eğlence – dinlence alanı olarak tasarlanmış. Fransızların Malta işgalinden sonra ise halka açılmış. Barrakka Bahçeleri fenomen dizi ‘Game of Thrones’un da mekânları arasındaydı. Bahçelere gidince zarif peyzajı ve muhteşem manzarası öyle etkiliyor ki beyazperdenin neden buranın yolunu tuttuğunu kolayca anlıyor insan. Tam bu noktadan bakıp, yolcu gemilerinin geldiği ve 90 dakika uzaklıktaki Sicilya’ya feribotların kalktığı büyük limanı da selamlayabilirsiniz. Malta’nın batı kıyıları Marsaxlokk, sadeliğe açılan kapı gibi… İhtişamlı yapıların ardından, Akdeniz’in huzuru egemenliğini ilan ediyor. Burası Malta’nın en büyük balıkçı kasabası ve şehirlerin hareketli dünyasından sıkılanlar için ideal. Hayatı yavaş akıtmaya söz vermişçesine ağlarını onaran balıkçıları izleyebilir, pazardaki yerel ürünleri tadabilir ve tabii ki lezzetli deniz ürünleriyle midenize bir güzellik yapabilirsiniz.
Gozo’yu görmeden dönmek olmaz
Malta Cumhuriyeti’nin ikinci büyük adası Gozo. Valletta’dan araçla 45 dakika civarı yol aldıktan sonra feribota binmeniz gerekiyor; ardından 20 dakika kadar süren bir yolculuk ile Gozo’ya ayak basıyorsunuz. Ülkenin en iyi kuma sahip plajllarından Ramla için bile Gozo’ya gelinir. Adanın başkenti 7 bin nüfuslu Rabat. Daracık ve dolambaçlı sokaklara sahip şehirde gezmek, şirin balkonların ve tarihi yapıların eşlik ettiği keyifli bir labirentte gönüllü kaybolmak gibi… Malta Adası’nda karşıma Tarsuslu Pavlus çıkmıştı; Gozo’da ise Kapadokyalı Aziz George ile Anadolu tarihine bir selam daha yolladım. Rabat’taki ana meydan, onun adını taşıyor. Etraftaki kafelerden birinde oturup meydanın ruhunu solumayı ve gündelik hayatın akışını izlemeyi ihmal etmeyin.