Polonya'nın sağcı hükümeti, kadına yönelik şiddetle mücadele için hazırlanan İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini duyurdu. Türkiye'de de AKP hükümeti 'Türk aile yapısına zarar veriyor' diyerek sözleşmeden çekilmek istiyor, kadın örgütleri ise sözleşmenin tam olarak uygulanması için çağrı yapıyor, protestolar düzenliyordu.
Sözleşmeyle ilgili “zararlı olduğunu düşündüğümüz ideolojik unsurlar içeriyor” şeklinde konuşan Polonyalı Bakan hükümetin çekilme kararını savundu.
İktidardaki muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi'nden (PiS) Cumhurbaşkanı seçilen Andrzej Duda, seçim kampanyasında eşcinsel haklarına yönelik sert tutumuyla dikkat çekmişti.
Cuma günü Varşova'da düzenlenen gösteride, hükümetin sözleşmeden çekilme teklifi protesto edilmişti.
Protestoların organizatörlerinden Magdalena Lempart'a göre hükümetin amacı “aile içi şiddeti yasallaştırmak”.
2011’de İstanbul’da imzaya açıldı
Dönemin Türk hükümetinin ve Türk diplomasisinin büyük gayretleriyle Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan ve bu nedenle “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan sözleşme, 10 Avrupa devletinin onayının ardından 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi.
Bugüne kadar Avrupa Konseyi'ne üye 47 devletten 34'ü tarafından onaylanıp yürürlüğe konuldu.
Türkiye sözleşmeyi İstanbul’da imzalayan ilk “Avrupa” devleti oldu
İlk imzacı olmanın ötesinde 12 Mart 2012’de sözleşmeyi çekincesiz onaylayan ilk devlet olarak da tarihe geçti.
Tüm bunlar o günlerde Türk hükümetine Avrupa’da puan kazandıran hamleler oldu.
Sözleşme ile ilgili Avrupa’daki tartışmalar
Avrupa Konseyi üyesi olup sözleşmeyi imzalamamış sadece iki ülke var: Rusya ve Azerbaycan.
Sözleşmeyi imzalamış olup henüz onaylamamış ülkeler ise Bulgaristan, Çekya, Macaristan, Ermenistan, Letonya, Litvanya, Lihtenştayn, Moldova, Slovakya, Ukrayna ve Birleşik Krallık.
Bu devletlerin sözleşmeyi imzalamama ya da imzalasalar da onaylamama nedenleri büyük ölçüde iktidardaki popülist-muhazafakâr hükümetlerin siyasi hesaplarından veya kilisenin baskısından kaynaklanıyor.
Bulgaristan'da Anayasa Mahkemesi, “Bulgar anayasası ile uyuşmuyor” gerekçesiyle 2018 yılında sözleşmenin onay sürecini askıya aldırdı. Slovakya’da ise parlamento 2019 yılında sözleşmenin onaylanmasını reddetti.
Çekya ve Baltık ülkelerinde Katolik Kilisesi onay sürecine karşı lobi yapıyor.
Sözleşmeyle ilgili bir diğer sorun ise bazı muhafazakâr yönetim veya hükümetlerin, imza veya onay anında çekince ve deklarasyonlar aracılığıyla sözleşmeyi kendi ideolojik çizgilerinde yorumlama eğilimleri.
Aşırı muhafazakârlar tarafından yönetilen Polonya, örneğin, sözleşmeyi “Polonya anayasasının ilke ve hükümlerine göre uygulayacağını” bildiren bir deklarasyonda bulundu. Hırvatistan, Litvanya ve Letonya da Avrupa Konseyi'ne benzer deklarasyonlar ilettiler.
Avusturya, Finlandiya, Hollanda, Norveç, İsveç ve İsviçre ise Polonya’nın deklarasyonunun sözleşme ile uyumlu olmadığını belirten bir itiraz deklarasyonu yayımladı.
Sözleşmenin bekçisi konumundaki Taraflar Komitesi'ne başkanlık etmekte olan Finlandiyalı diplomat Nina Nordström, bu tür deklarasyonlar hakkında, “Hükümetler uluslararası belgeler hakkında kendi görüşlerini oluşturmakta serbesttirler. İstanbul Sözleşmesi’ne taraf devletler, uluslararası hukukun fevkalade bir parçası haline gelmiş bu belgenin yaratılışına doğrudan katıldılar. Kimi zaman sözleşmeyle ilgili ek düşünceler ya da ek anlamlar dile getirmek veya beyanda bulunmak isteyebilirler” diyor.
“Kavram yanılgısı yaşanıyor, sözleşme hiçbir toplum için tehdit değil”
Aynı zamanda Finlandiya’nın Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi olan Büyükelçi Nordström’e göre, sözleşmeyle ilgili “kavram yanılgısı” yaşanıyor. Nordström yaptığı açıklamada, “İstanbul Sözleşmesi hiçbir toplum için tehdit değildir. Kadına yönelik şiddete karşı sıfır toleransa odaklanmış bir insan hakları enstrümanıdır. Amacı bundan ibarettir, başka bir gayesi yoktur” vurgusunda bulundu.
Sözleşme neyi kapsıyor?
Bugün kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, kendi alanında sadece Avrupa değil, dünya genelinde “altın standart” olarak gösteriliyor.
Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti bir insan hakkı sorunu olarak ele alıyor ve bu tür şiddete sıfır tolerans gösterilmesini hedefliyor.
Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, sözleşmenin temel taşlarını oluşturuyor.
Ev içi (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik) şiddet, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirilme, cinsel taciz, cinsel şiddet, taciz amaçlı takip, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesi ve cezalandırılmasını öngörüyor.
Sözleşme daha çok kadınlar için olsa da erkek ve çocukları da kapsıyor
Erkeklerin de aile içi şiddet ve zorla evlendirilme gibi bazı şiddet türlerine maruz kaldığını belirterek, taraf devletleri, sözleşme hükümlerini erkekler, çocuklar ve yaşlılar dahil olmak üzere, aile içi şiddetin tüm mağdurlarına uygulamaya davet ediyor.
Sözleşme, aşırı muhafazakâr çevrelerin iddialarının aksine, aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dahil olmak üzere, toplumsal cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili olarak yeni standartlar getirmiyor. Aile ve evlilik kavramları konusunda yeni tanımlar içermiyor.
Euronews ve DW Türkçe