Özledik değil mi? Tek derdi karın doyurmak olan ve antin kuntin detaylarla işi olmayan bu mekanlardaki değişmez şeyleri sizler için listeledik.
1. Lokantaya girer girmez karşılaşılan bol yağlı ve salçalı sulu yemek vitrini, aç olan bünyeleri çıldırtmak için birebirdir.
2. Ağzına kadar doldurulmuş masa üstü ekmek kovası.
Bu görüntüyü çok kaba bulanlar da var ama aslında gayet cömert bir yaklaşım. Hele ki sadece bir tane çorba içip kalmak isteyenler için mükemmel bir katık. Adamlar ye yiyebildiğin kadar diye koyuyorlar, sen de kalkıp “Pardon bakar mısınız, ekmek alabilir miyiz?” demiyorsun.
3. Artık tarihin tozlu sayfalarına karışmak üzere olan, bardağın içine konulmuş saman kağıdından mütevellit pembe peçeteler.
Şu görüntüyü görenin nostalji yaşamaması mümkün mü sorarım size? Bence de değil. Yalnız çok ilginç bir ayrıntı, bu pembe peçeteler ağız-yüz silmekten ziyade çatalı, bardağı silmek için kullanılıyormuş. Diyenlerin yalancısıyım…
Görsel kaynak:
4. Peçeteye sarılmış halde duran çatal bıçak ve metal tabak, birçok yeni restorantta kağıdın içinden çıkan servislerden daha samimidir.
Sanki o kağıdın içinden çıkartılan çatal ve bıçağı ilk defa biz kullanıyoruz sanalım istiyorlar; sanıyoruz da… Yalnız şu alelade peçeteye sarılmış servisin samimiyetini de kusura bakmasın ama hiçbir antin kuntin restoran veremez.
5. Pet şişe su yerine masada duran kırmızı kapaklı sürahi.
Şimdi kimse iyi olmayan suyu içmediği için tabii pet şişeler var. Ancak kırmızı kapaklı sürahi geleneği, lokantaların en gedikli olmazsa olmazlarından biridir. Hala daha bunu yaşatan yerler var.
6. Kuru fasulye ve pilavın yanında olduğu gibi gelen kuru soğan kardeşler.
Şimdi diyeceksiniz ki “Yoo öyle değil!.” Ben de diyeceğim ki “Yoo öyle!” Eskiden özellikle esnaf lokantalarında soğan istenilince işte böyle baş olarak geliyordu, soğanı kırıp yiyordunuz. “Bölelim bunu pls” diyene o da var tabii.
7. Tonton göbüşlü ve lezzet ilhamını bıyıklarından alan aşçıbaşı
Ona aşçıbaşı denmez, “usta” denir bi kere. Eğer yemekleri tabağa koyan böyle bir usta görürseniz, o yemeklerin lezzetsiz olma ihtimali hemen hemen hiç yok. İnanmayana denemesi bedava.
8. Promosyonla gelmiş tuzluk-karabiberlik-peçetelik üçlüsü.
Kimsenin derdi tuzluğun şekli şemali olmadığı için eldeki imkanlar böyle değerlendiriliyordu herhalde. Bir yandan da markanın reklamı söz konusu tabii ama mercimek çorbası içip etli nohut yiyen adamın pek umrunda olmaz böyle şeyler.
9. Tuvalet ile yemek salonu kısmının doğal sınırlarını çizen boncuklu kapı perdesi.
Bir lokantanın en dekoratif elemanı diyebilir miyiz kendisine? Bence demeliyiz. Bunun genellikle palmiye desenlisi çok makbul ama o kalmadığı için size bunu gösteriyorum.
10. Kasanın yanındaki tabakta yığınla duran karanfil ve kürdan topluluğu.
Neden kasanın yanında durduğunu merak edenler için söyleyelim: Çünkü bazı insanlar özellikle kürdanı avuçlayıp ceplerine doldurduğu için. Ayrıca kelle paça içeni, içen kişiden daha çok düşünmek nasıl bir inceliktir biri anlatsın?
Görsel kaynak
11. Kasanın arkasındaki duvarda asılı mesaj kaygılı “peşin satan, veresiye satan” tablosu.
Bir zamanlar hemen hemen bütün küçük esnafın duvarına astığı bu tablo, müşteriye “Güzel abim lütfen daha sonra vercem deme” anlamını da taşıyor. (Sağdaki adama sinirlenenler bu başlıkta buluşuyor)
12. Hesap ödedikten sonra ikram edilen halis muhlis limon kolonyası.
Kolonyalı mendilin modernliğine karşı geleneksel bir veda… Şimdi tabii her yerde kolonyalı mendil, hatta ıslak havlu var. Olay giderek kozmetikleşmeye başladı. Ancak kasada elinize dökülen kolonyanın verdiği bir “hoşçakal”ı hiçbir parfümlü ıslak mendil veremez!
13. Yemek yedikten sonra masaya kendi kendine gelen ve asla adisyona yazılmayan çay.
Çünkü işin normali bu aslında. Çay bir ikram, bir nezaket durumudur. Eski lokantaların samimiyeti de biraz bundan kaynaklanıyor galiba. Tamam hala daha çayı ikram edenler var ama hesaba çay kitleyenleri de gördü bu gözler.