Her iki proje de çalışmalarını ses kayıtlarını vermeye gönüllü deneklere dayandırıyor fakat bu kişilere ait özel bilgilerin korunması konusunda farklı yaklaşımlar benimsiyorlar.
Cambridge Üniversitesi’nin projesinde gönüllülerin kimliklerinin bilinmemesi ilkesi esas alınıyor, ama bunun doğurduğu bazı zorluklar var.
Buna karşılık Carnegie Mellon Üniversitesi’ndeki ekip, uygulamayı deneyecek gönüllülerin isimleri değilse de e-postalarının bilinmesinin önemli olduğunu söylüyor. Ama bu bilgileri istedikleri zaman silebilme hakkına sahip olacaklarına dikkat çekiyorlar.
Birbirinden bağımsız yürütülen iki çalışma da bilgisayarın “öğrenme” özelliğinden hareketle geliştiriliyor.
“Öğrenme” bilgisayarların çok büyük miktarda veriyi değerlendirip, problem çözmeye yarayacak örüntüleri bulması anlamına gelen “yapay zeka”nın bir biçimi.
Bu araştırma özelinde de amaç Covid-19’un belirtilerinin diğer hastalıklar ve grip türlerininkinden ayırt edilebilmesi.
Her iki araştırma grubu da geliştirecekleri uygulamanın tıbbi testlerin yerini tutmayacağını özellikle vurguluyorlar.
Veri kalitesi
Cambridge Üniversitesi Salı günü Covid-19 Sesleri projesini tanıttı.
İzleyicilerden bilgisayarın mikrofonuna doğru nefes almaları ve öksürmeleri istendi. Ayrıca yaşları, cinsiyetleri, hangi bölgede yaşadıkları ve yakında koronavirüs testi yaptırdılarsa sonucu kayda geçirildi.
Daha sonra deneye katılan herkesin üç kez “Verilerimin, virüs salgınını kontrol etmeye katkısı olmasını umuyorum” cümlesini tekrarlaması istendi.
Araştırma ekibinden Profesör Cecilia Mascolo, “Amaç, Covid-19’a yakalanmış insanları, bu sesler yardımıyla teşhis edip edemeyeceğimizi ve ileride belki hastalığın hangi aşamasında olduklarını anlayıp anlayamayacağımızı görmeye yetecek miktarda veri toplamak” diyor.
“Eğer başarırsak belki de Ulusal Sağlık Hizmetleri’ne ya da koronavirüs yardım hatlarına destek verebiliriz” diye ekliyor.
Tanıtımın birinci gününde Cambridge Üniversitesi ekibi 1200 kişiden ses örnekleri aldı. Bunlardan 22’si yakında koronavirüs pozitif çıkmış kişilerdi.
Şimdi ekibin amacı iki ay gibi kısa bir süre içinde uygulamayı geliştirmek.
Profesör Mascolo “Verilerin analizi çok zaman almayacak. Fakat sonuç alıp alamayacağımız topladığımız verilerin kalitesine bağlı” diye konuştu.
Şu anda proje ses örneklerini cep telefonu uygulaması yoluyla değil bir internet sitesi üzerinden topluyor, çünkü Apple ve Google, koronavirüsle ilgili hangi uygulamaların dükkanlarından kamuoyuna sunulabileceğini denetliyor. Bu uygulamanın o dükkanlara girebilmesi için önce onay alması lazım.
Cambridge Üniversitesi ekibinden Profesör Pietro Cucuta proje cep telefonu uygulaması olarak sunulabilirse, o zaman gönüllülere yeniden gidilip yeniden ses vermelerinin istenebileceğini anlatıyor. Bunu internet sitesi üzerinden yapmanın, gönüllülerin kimliklerini saklı tutma prensibiyle mümkün olmadığına işaret ediyor.
İkinci proje
Pittsburgh’daki Carnegie Mellon Üniversitesi ekibinin Covid Ses Dedektörü projesi ise daha önce yapılmış bir ses tanıma çalışmasının üzerine inşa ediliyor.
30 Mart’ta kısa bir süre başlatılan projede kullanıcılardan öksürmeleri, sesli harfleri telaffuz etmeleri, alfabeyi saymaları ve kendilerine ait bilgiler vermeleri istendi.
Bütün bu soruların cevabını aldıktan sonra uygulama bu kişinin Covid-19 olma ihtimalini gösteren bir işaret veriyordu. Fakat araştırmacılar bir konuyu yeniden düşünmeleri gerektiğini fark ederek uygulamayı geçici olarak durdurdular.
Projeden Doktor Rita Singh “Oraya kaç tane uyarı koyarsanız koyun, bunun tıbbi testlerin yerine geçmediğini, testlerle onaylanması gerektiğini ne kadar net bir şekilde ifade ederseniz edin, bazı insanlar makinenin söylediklerini Allah’ın emri gibi kesin kabul edecekler” diyor.
“Eğer sistem Covid-19 almış birine hasta olmadığını söylerse, bu o kişinin ölümüne yol açabilir. Tersine sağlıklı birine hasta teşhisi koyarsa bu sefer o insanlar gereksiz yere test olmak zorunda hissedebilir. Onun için hem hata payımızın çok düşük olması lazım ve hem de sonucu insanlara nasıl söylemeliyiz ki bu riskler doğmasın, bunu bulmalıyız” diye ekliyor.
Dr. Rita Singh bu sıkıntılara hafta sonuna kadar bir çözüm bulup veri toplama çalışmasını yeniden başlatmayı umuyor.
Gönüllü katılımcıların isimlerini vermeden kaydolmalarına izin verecek bir sistem planlanıyor. Fakat Cambridge Üniversitesi’nin çalışmasından farklı olarak gönüllülerin siteye giriş yaparken, e-posta adresleriyle bağlantılı bir hesap açmaları gerekecek.
Dr. Singh, bunun, uygulama gelişip daha detaylı sonuçlar vermeye başladıkça, gönüllülere geri dönebilmek ve yeni bilgiler verebilmek açısından gerekli olduğunu söylüyor.
Ama araştırma, katılımcıların, kendileriyle ilgili bilgileri daha sonra tümüyle silebilme hakkını koruyacağını özellikle vurguluyor.
Donanım sıkıntıları
Gerçi her iki üniversitede yürütülen projenin ekipleri de yakın bir zamanda işlevsel birer uygulama geliştirecekleri konusunda iyimser.
Ama yapay zeka yoluyla ses tanıma alanında uzman bir isim, Audio Analytic firmasının CEO’su Chris Mitchell bazı sıkıntılara dikkat çekiyor.
“İngiltere’de Londra ve orta İngiltere’nin Covid-19’dan en çok etkilenen bölgeler olduğu ortadayken, insanların verdiği sesler arasındaki bölgesel farklar, veri içindeki oranları çok dikkatli denetlenmezse yapay zekanın oluşturacağı modelin hatalı oluşmasına yol açabilir.”
Chris Mitchell’e göre bir de teknik zorluk var. İnce bir analizden geçirilecek solunum seslerinin gelişkin özel mikrofonlarla kaydedilmesi gerekiyor.
Oysa Mitchell her iki çalışmada da gönüllülerden kendi seslerini bilgisayar ya da telefon kullanarak kaydetmelerinin istendiğini hatırlatıyor.