Herakleia’nın tarihi, bir zamanlar Ege Denizi’nin bir parçası olan ve Büyük Menderes’in taşıdığı alüvyonlarla denizden kopan dolayısıyla içeriğinde tuzlu su barındıran Bafa Gölü’nün kıyısına dayanır. Ben de sizi karantina sonrası bu güzel yere davet ediyorum. 2 bin yıl öncesinde burası Ege Denizi’nin büyük bir körfeziydi. Ay Tanrıçası Selene ile yoksul ama yakışıklı çoban Endymion’un hikâyesini tam da burada anlatmak yerinde olur. Ay Tanrıçası Selene Latmos’ta bir mağarada uyurken tam da oracıkta hayvanlarını otlatan yakışıklı Endymion’u görmüş ve âşık olmuş. Onu her gece görmek için yere inmeye başlamış. O kadar çok sevmiş ki Zeus’tan sevgilisi için sonsuz gençlik ve hiç bitmeyecek bir uyku dilemiş. Zeus’ta Selene’nin dileğini yerine getirmiş, öyle ki Selene ile sarmaş dolaş olduğu sırada, onları sonsuz bir uykuya daldırmış. Birbirini seven çift bir daha hiç ayrılmamışlar. Bu nedenledir ki ay Tanrıçası Selene, dünyadaki en sevdiği bu yerde parıldamaya ihtişamını sürdürmeye aşkla devam etmiş.
Kapıkırı’nın huzurlu atmosferi
Gölün üzerindeki adalardan, Pınarcık akabinde Çam İçi köylerinden geçerek en son Kapıkırı köyüne geldiğinizde küçük balıkçı tekneleri sizi karşılayacak. Göldeki su kuşları sizi selamlayacak. Selene ve Endymion’nun hikâyesinin sihrine işte burada tanık olacaksınız. Bölgenin duayeni de var, mağara resimleri üzerinde değerli çalışmalar yapmış olan Anneliese Peschlow-Bindokat. Kendisi tarafından oluşturulmuş birbirinden farklı 7 tur alternatifinden birkaç tanesini mutlaka deneyin derim.
Görkemli Heraklia Antik Kenti
Üç tarafı dağlarla çevrili olan kentin dünyaya açılan kapısı, limanı olmuş. Deniz ticaretine yönelik liman kentinin oluşturulması MÖ 8. yüzyılda önce Karya Satrabı Mausolos, Asya seferi sonucu İskender ve daha sonra Seleukos’un egemenliğine girmiş kent, bu süreçte deniz ticareti sayesinde gelişmiş. Didim Apollon Tapınağı’nın mermerleri bu liman kenti sayesinde Latmos dağlarından çıkarılarak bölgeye ulaştırılıyormuş. MÖ 1. yüzyılda denizle ilişiği kesilmiş ancak Hristiyan keşişlerin sığınma noktası haline gelmiş.
Sina yarımadası ve Yunanistan’dan gelen rahipler hem adacıklarda hem Latmos Dağı Kayalıklarında 13 adet manastır inşa etmişler. Manastırlardan en önemlileri Yediler, Stylos, Soteros, Menet Adası, İkizce Adalar…
Bu bölgeyi korumak içinse, etrafına 65 kuleden oluşan 6,5 kilometre uzunluğunda surlar örülmüş ve göl kenarına bir kale inşa edilmiş. Göl içinde adacıklara ve eşi benzeri görülmemiş prehistorik (tarih öncesinden kalma) resimler barındıran mağaraları ve Bizans dönemi fresklerini de inceleyebileceğiniz manastırı ziyaret etmelisiniz.
Antik kent sonrası Kapıkırı’da göl kıyısında bulunan balık lokantaları, adeta elle çizilmiş gibi şirin bir görüntü sergileyecek size… Zaten köyün başlıca geçim kaynağı balıkçılık. Kefal, levrek, yılan balığı gölde yetişen balıklardan. Bafa Gölü’ne ev sahipliği yapan su kuşları ve onlarca çeşit kuş türü fotoğraf çekmeniz için harika bir doğal ortam oluşturuyor.
Bizans döneminden kalan tarihi manastır ise kuşlara yuva olmuş durumda. Göl 1994’ten bu yana doğal tabiat parkı statüsünde. Tarih ve doğanın iç içe olduğu bu yerde doğa yürüyüşü yaparken kuzuları, inekleri ve tavukları kalıntılar arasında görebilirsiniz. Hatta insanlara aşina halleriyle sizlerle haşır neşir olabilirler.
Bergama Krallığının ve Roma imparatorluğunun egemenliğinde kalan antik kentte kaya mezarlarını, Athena Tapınağı’nı, şehrin antik surlarını, agora ve tiyatrosu aynı zamanda meclis binasını mutlaka ziyaret etmelisiniz. Botanik, doğa ve kültür turu yapanlar için köy ve antik kent ziyaretçilere günübirlik gezi olanağı tanıyor. Ancak gün batımını da seyretmenizi öneririm. Köyde güneşin batış zamanında balığınızı tadarken, gökyüzüne ve güne veda ederken oluşturduğu renklerle biraz hüzün yakalar, kederlenir, bu harika romantik havada ayın denize yansımasıyla en şahane görüntüyü yakalarsınız. Salgın sonrası dönemde doğa içinde, temiz havada, biraz köy hayatı biraz da tarihte gezinti için mutlaka rotanızı Kapıkırı’ya çevirin…