Sözcü gazetesi yazarı Çiğdem Toker bugünkü köşesinde babasının hastanede ağır ihmal sonucu hayatını kaybettiğini yazdı.
Sözcü gazetesi yazarı Çiğdem Toker, babasının bir hafta önce Denizli Servergazi Devlet Hastanesi acil servisinde bir dizi ağır ihmal sonucu hayatını kaybettiğini anlattı. Toker babasının bir sedye üzerinde kanamalı şekilde ve aralıksız 12 saat boyunca bir uzman doktor görmeden tutulduğunu belirtti.
Toker’in yazısı şöyle:
“Babamı kaybedeli bir hafta oldu. Evet, sağlığı mükemmel değildi. İki yıl önce kısmi felç geçirmişti. O günlerde İstanbul’da, bir arada oluşumuz şanstı. Hızla götürdüğümüz Kartal Lütfi Kırdar acil servisteki hızlı teşhis, poliklinik yatışının ardından Tuzla Devlet Hastanesi’nde üç ay süren, alabildiğine ihtimamlı bir fizik tedavi süreci sonrası ayağa kalkmayı, baston yardımıyla yürümeyi ve yeniden konuşmayı başarmıştı. Her iki hastaneye de müteşekkiriz.
Hayatı seviyordu. Yürümesi, hava alması gerekiyordu ama pandemi ‘tedbirleri’ onu da eve kapattı. Düzgün diksiyonunun yansıdığı cümleleri kısalmıştı, yazılarımı virgülüne kadar kritik edemiyordu belki ama tutkuyla bağlı olduğu öğretmenlik yaşamı, Köy Enstitüsü, Diyarbakır Erkek İlköğretmen Okulu ve Atatürk’e dair bir konu açıldığında, gözleri parlayarak hevesle eşlik etmeye çabalıyordu. Benzer yaşlarda desteğe ihtiyaç duyan benzer koşullardaki bir insana ne kadar iyi bakılabilirse, evinde o kadar iyi bakıldı babama.”
“Yürüyerek bindiği ambulansın götürdüğü acil serviste…”
Gazetecilik içeriği taşıması beklenen bir köşede, kişisel bir durumu niye anlattığımı merak ediyorsanız cevabı şu:
Babam yürüyerek bindiği ambulansın götürdüğü Denizli Servergazi Devlet Hastanesi acil servisinde, bir dizi ağır ihmal sonucu hayatını kaybetti. Bir sedye üzerinde, kanamalı ve aralıksız 12 saat boyunca, bir uzman doktor görmeden tutularak.
Şimdi anlatacaklarımın tanığı, birden fazla. Ambulansı çağıran, hastanede vefatına dek geçen 12 saati başucunda saniye saniye yaşayan annem, evden ambulansa yürüyerek binişine tanık olan, dahası birinin gece geç saatte ziyaretine gidip şakalaştığı komşuları ve sabah erken hastaneye giden teyzem.
Onu kaybettiğimiz günün hastane öyküsü iki aşamadan oluşuyor. Sabah erken burun kanaması şikayetiyle hastane acil servisine götürülüyor. Burnuna uygulanan tamponun ardından MR, tomografi tetkikleri yapılıyor. Ciddi bir sorun olmadığı söylenerek eve gönderiliyor. Gece saat 20’yi geçerken bu defa ağzından ve burundan tekrar kanama başlıyor. Annem yeniden ambulans çağırıyor. Yine çabucak ulaşıyor. Bir yandan burnuna tampon yapılmaya çalışılırken diğer yandan yine bastonuyla yürüyerek ambulansa bindiriliyor.
Yine aynı hastanenin yine acil servisi… Burnuna tampon yapılıyor. Gece yarısını geçince pratisyen hekim, cep telefonu ışığıyla boğazına bakıyor. Damak bölgesinde kanama nedeniyle gece hastanede kalması gerektiğini söylüyor. Ama o gece, sabaha kadar babamı hiçbir uzman doktor görmüyor. Kulak burun boğaz uzmanının, sabah poliklinikte bakacağı söyleniyor. Babamın ağzından ve burnundan kan gelmeye devam ediyor. Sürekli yatar pozisyonda tutuluyor, sık sık doğrulmak istiyor. Saatler ilerledikçe direnci düşüyor. Teyzem sabah erken saatte gelip durumu gördüğünde, özel hastaneye götürebileceklerini yüksek sesle dile getirerek ambulans istiyor. Bu seslenişine hiçbir yanıt alamıyor. İstanbul’da doktor olan kardeşimi arayarak ağzı ve burnundan kan ile pıhtı geldiğini söylüyorlar. Babamın genel durumu kötüleşiyor, solunumu ve kalbi durarak vefat ediyor.
Babam Erdoğan Toker, öğretmenlik yaşamı boyunca uğradığı, tanık olduğu sayısız haksızlığı; yazarak, dilekçe vererek, dava açarak dile getirdi. Bir bayram günü canınızı sıkma pahasına, bu acılı hikayeyi paylaşmamın nedeni tam da budur: O böyle isterdi. Sadece kendisi için de değil. Onun yaşamına mal olan ihmaller, başkalarına da zarar vermesin diye.”