20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılın başlarıyla beraber eğitimi ve eğitim felsefesini etkileyen iki önemli paradigma olan postmodern (modernizm sonrası ve ötesi) eğitim ve neoliberal eğitime değinen Öğretim Görevlisi Hasret Kökten, postmodern eğitim anlayışının postmodern felsefenin modern düşünceyi ve felsefeyi eleştiri süzgecinden geçirerek ortaya koyduğu bir anlayış olduğunu, neoliberal eğitim anlayışının ise neoliberalizmin ortaya koyduğu ve eğitimi hızlı şekilde dönüştüren, neoliberal öğeleri ön plana çıkartan bir anlayış olduğunu söyledi. Eski paradigmaların içinde yeni düzenlemeler yaparak ve onları güncelleyerek kullanılmaya devam edilmesi gerektiğini vurgulayan Kökten, “Okuldaki tüm işleyişi, öğretimi eğitimi hızlı bir şekilde teknolojiye ve dijitalleşmeye dayalı şekilde kurgulayabilmek için şu anda elimizdeki paradigmaları bir tarafa bırakmamızı sağlayan, yeni bir eğitim paradigmasına ihtiyaç doğmaktadır. Aynı zamanda bu eğitim paradigmasının kendine özgü eğitim hedefleri, içeriği yani epistemolojik tavrı, öğrenme- öğretme stratejileri, yetenek ve beceri anlayışı, gelişim gibi kavramları tekrar yorumlaması, yeterlilik algısını düzenlemesi, öğretici ve öğrenen ilişkisine yeni yorumlar eklemesi gereklidir ve zorunludur. Ancak şimdilik, böyle bir paradigmayla karşılaştığımıza dair bir kanıt bulunmamaktadır. Biz günümüzde, eski paradigmaların içinde yeni düzenlemeler yaparak ve onları güncelleyerek kullanmaya devam etmekteyiz” dedi.
“Yüz yüze aldığımız eğitimin kazandırdığı beceriler ortada olmayacak”
Salgın dolayısı ile neredeyse bütün ülkenin evde kaldığı günlerde dijital dünyanın öğrenme konusunda bir alternatif haline geldiğini anımsatan Kökten, “Evlerde kalmak zorunda olduğumuz ve hayatın minimumda olsa devam ettiği bu günlerde teknolojiye dayalı, teknoloji destekli eğitim, dijitalleşmenin de getirdiği olanaklar sayesinde, öğrenme ortamları aracılığıyla her bireyin hayatına hızlıca nüfus ettiği açıkça hayatımızın gerçeğidir. Ancak, zihinlerimizi çok fazla dijital dünyaya kaptırmadığımız sürece öğrenme ortamları oluşturabilmek için, uygun şekilde yerinde kullanıldığında, yüz yüze eğitimin yerini almasa bile, dijital dünyada öğrenme, bizim için bir alternatif oluşturmaktadır. Belki de bir kolaylaştırıcı role sahiptir. İnsan dünyanın bir parçası olmaktan kopmadan, realiteden uzaklaşmadan dijital dünyanın da bir üyesi olabilir. Eğitimin bu tarzda dijitalleşmesi, Homo-digitalicusu ifade etmez, ancak biliyoruz ki sanal dünyada sınırlar çok da belirgin değildir ve oldukça bulanıktır. Zaten bu ortamda birey de, herhangi bir bilgiyi işleyecek nitelikli bir derinlik oluşmadığı sürece, hangi dünyanın bilgisiyle karşılaşırsa karşılaşsın bir sentezde bulunamayacaktır. Çünkü yüz yüze aldığımız eğitimin, kazandırdığı beceriler ortada olmayacaktır” diye konuştu.
“Durum yapılacak analiz ve değerlendirmelerin sonrasında daha iyi anlaşılabilecek”
Salgın sonrası dönemde eğitimde dijital yöntemlerin yüz yüze etkileşim halinde gerçekleştirilen eğitim yöntemlerine ne ölçüde dahil olabileceğinin yapılacak analiz ve değerlendirmeler sonrasında daha iyi anlaşılabileceğine dikkat çeken Kökten şunları söyledi:
“Bu sürecin iyi, olumlu, insan ihtiyaçlarına ve becerilerine yönelik, nitelikli kazanımları getireceği, tüm insanların eğitim ve öğrenme ihtiyaçlarını eşit şeklide karşılayabileceği, 21. yüzyıl insanını biçimlendiren yeni bir entelektüel gelişimi doğuracağına dair bir tahmin yapmak epey zordur. Zira bu durumun kötü, insan doğasına ters düşen, insan varlığı bağlamında tehlikeli olan ve insanın bilincini ortadan kaldıran, bir duruma dönüşeceğiyle ilgili şimdiden tahminlerde bulunmak da zor gibi görünmektedir.”
“Değişim yapmaz ise salgın öncesi hayatına daha sıkı bağlanacak”
Kökten, ‘Karşılıklı etkileşimin, sosyalleşmenin, birincil ilişkilerin sınırlı tutulduğu sanal bir ortamda yüz yüze yapılan eğitim okuldaki eğitim ve öğretim ile aynı olabilir mi? Sınıfların ve öğretmenlerin yerine tek bir bilgisayar, bir nesne,-program, örüntü geçebilir mi?’ gibi soruların bu tartışmada dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Kökten, “Bu bağlamda salgın döneminden sonra, salgın döneminde edindiğimiz tecrübeleri de dikkate alarak, sanal ortamda, dijitalleşmeye dayalı öğrenme durumları ve bu dönemde elde ettiklerimiz ve yitirdiklerimiz tekrar gözden geçirilerek mutlaka ayrıntılı analizler yapılacaktır. Yapılan bu analizler ve değerlendirmeler sonucunda, insanlık ya kendine ve eğitime yeni bir yön verme tercihi yapacak veya yapmayacaktır. Değişim yapmaz ise salgın öncesi hayatına daha sıkı bağlanacak, değişimi gerekli görür ise önümüzdeki 10 yıl tahmin edemeyeceğimiz, bizim gibi insanların rasyonalitesinin önceden kestiremeyeceği hızda bir dönüşüm gerçekleşecektir. Ancak ülkemizin koşuları bağlamında olumlama şeklinde baktığımızda bir süre daha, zamanlama tahmini yapmak zor olsa da okullara ihtiyaç duyulacak, en azından okul öncesi ve ilkokul gibi kritik kademelerde öğrenci ve öğretmen etkileşiminin yerini ve niteliğini dijital dünyanın öğelerinin alamayacağı açıkça görülmektedir” dedi.