Deloitte açıklamasına göre, Deloitte tarafından bu yıl onuncusu hazırlanan “2020 Global İnsan Kaynakları Trendleri” raporu yayımlandı. “Sosyal Şirket Sahnede: Paradoksla Yüzleşmek” başlıklı rapor, aralarında Türkiye’den katılımcıların olduğu insan kaynakları ve iş dünyasından 10 bin kişinin görüşleri dikkate alınarak hazırlandı.
Rapora göre, kurumların sadece yüzde 17’si çalışanlarına yapay zeka stratejilerini destekleyecek yeni becerilerin kazandırılması konusunda önemli yatırımlar yapıyor. Kurumların yalnızca yüzde 12’si, öncelikli olarak, geleneksel iş gücü yerine yapay zekayı konumlandırıyor.
Katılımcıların yüzde 85’i, işin geleceğinin etik açısından karşılaşılabilecek zorlukları artıracağını düşünüyor. Buna rağmen kurumların yalnızca dörtte biri işin geleceğinden kaynaklanabilecek etik zorlukları yönetmek için önlem ve uygulamalara sahip.
Liderlerin dörtte üçü, iş güçlerinin yetkinliklerini tazeleme yoluyla, şirketlerine yeni beceriler ve yetenekler kazandırmayı hedefliyor. Ancak sadece yüzde 45’i çalışanlarını yeni beceriler geliştirme yolunda ödüllendiriyor.
Katılımcıların yüzde 26’sı İK fonksiyonunun gereken ilerlemeyi kaybedebileceğinden ve liderlik etme yeteneğinden emin değil. Bu da İK’ya; kurumları COVID-19 krizinin yarattığı yeni normale yönlendirme gücünü göstererek bu şüpheleri ortadan kaldırma imkanı veriyor.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Deloitte İnsan Yönetimi Hizmetleri Lideri Cem Sezgin, insanı ve teknolojiyi ayrıştırmak yerine birleştiren bir bakış açısı ile kurumların karşılaştıkları en zorlu çatışmaların üstesinden gelebileceğine dikkat çekti.
Bu bakış açısını, “Kurumsal aidiyeti teşvik etmek, yeni beceriler kazanarak kendini baştan yaratırken güvende hissetmek ve belirsizliğe rağmen cesur adımlar atmak” olarak özetleyen Sezgin, anket sonuçları değerlendirildiğinde, aidiyetin kritik bir unsur olduğunu gördüklerini belirtti.
Sezgin, katılımcıların yüzde 79’unun çalışanlarda aidiyet duygusunu teşvik etmenin, önümüzdeki 12 ila 18 ay içinde kurumların başarısı için ‘önemli’ veya ‘çok önemli’ olacağını belirterek bu görüşü desteklediğini, kurumların, bireyleri iş yerlerindeki ortak paydaları aracılığıyla, birbirleriyle etkileşim haline geçirerek, güçlerini optimize etmelerini sağlamalarının gerektiğini aktardı.
Teknolojinin insanların sürekli olarak kendilerini yenilemeleri ve geliştirmeleri ihtiyacını beslediğini dile getiren Sezgin, şunları kaydetti:
“Ancak çalışanlar bu süreçte iş sürekliliklerinin tehlikede olmadığını hissetmek istiyorlar. Bu yılın anket sonuçları, dijital dönüşüm hızla devam ederken, insanların yeniden ve yeni yetkinliklerle kendilerini geliştirmeleri gerektiğinin altını çiziyor. Katılımcılarımızın yüzde 53’ü, mevcut iş gücünün yarısından fazlasının, önümüzdeki üç yıl içerisinde becerilerini ve yeteneklerini yeni ihtiyaçlar ve iş yapış şekilleri ile uyumlu bir şekilde dönüştürmesi gerektiğini belirtti. Bu noktada kurumların kendilerini baştan yaratabilme becerilerini, bireylerin uzun dönem başarı için potansiyellerini artırmanın bir parçası olarak ele almaları gerekiyor. Anketimiz, birçok şirketin, hızlı değişimi yönetebilme yetkinlikleri hakkında sahip oldukları soru işaretlerini ortaya koyuyor. Katılımcıların yüzde 90’ı, kurumlarının değişim hızının hedeflenen şekilde giderek artmasının, önümüzdeki 10 yıldaki başarıları için önemli olduğunu belirtiyor. Öte yandan, katılımcıların yalnızca yüzde 55’i kurumlarının böyle bir değişime hazır hissettiğini düşünüyor. Belirsizliğin şüpheye yol açması yerine, yeni ve umulmadık fırsatları beraberinde getirerek, kararlılıkla alınan aksiyonlarla geleceğin şekillendirilmesine katkı sağlayacağının farkında olmak gerekiyor. Bunu başarabilmek için kurumların, belirsizliği işin geleceğine güvenle bakmalarına yardımcı olacak bilinçli bir perspektife dönüştürmeleri gerekiyor.”
Deloitte’un araştırmasına göre, sosyal şirketlerin geleceğe daha hazır olmaları için DNA’larında mutlaka “Payda”, “Potansiyel” ve “Perspektif” niteliklerini barındırmaları gerektiğine değinen Sezgin, payda, potansiyel ve perspektif niteliklerinin ilk aşamada karmaşık göründüğünü belirtti.
Sezgin, “Kurumlar, eskiden kendilerini bu nitelikler arasındaki zıtlıklardan bir seçim yapmak zorunda hissederdi: Aidiyet veya bireysellik, iş güvencesi veya yeniden kendini yaratma, cesaret veya belirsizlik… Ancak karşı karşıya olduğumuz teknolojinin insanla kaynaşması paradoksunun benimsenebilmesi için, ya birini ya da diğerini seçme zorunluluğu tuzağına düşülmeyip, bu olasılığın çok daha ötesine bakılması gerekmektedir. Çünkü sosyal şirketin gücü, dokunduğu her şeye insan niteliklerinde bir odaklanma getirmesi yeteneğinden beslenir. Bireylerin ise kendileri, kurumları ve toplum için kalıcı değer yaratmak adına teknoloji ile birlikte verimli bir şekilde çalışmalarını sağlar.” değerlendirmesinde bulundu.