Dünyanın en görkemli ve en etkileyici yapılarından biri; tarihçilerin, mimarların, jeologların, turistlerin, inanan ve inanmayan herkesin gözbebeği Ayasofya. Her yıl Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzeleri listesinde hep ilk sıralarda yer alıyor. Yapının detaylarına geçmeden önce gelin size bir hikâye anlatayım. Rivayet olunur ki İmparator İustinianos, bir gece rüyasında etrafına ışıklar saçan bir aziz görmüş. Aziz, üzerinde bir kilise çiziminin yer aldığı gümüşten bir levha uzatmış. İmparator öyle etkilenmiş ki uyandığında rüyasında gördüğü bu kilisenin aynısını yaptırmaya karar vermiş. Üstelik kilisenin adı da hazırmış çünkü rüyasındaki aziz kulağına fısıldamış: Hagia Sophia. Ertesi gün rüyasını başmimarına anlatınca şaşkınlığı bir kat daha artmış. Çünkü onun da aynı rüyayı gördüğünü, uyanınca da gördüğü kilisenin çizimini yaptığını öğrenmiş. O çizime baktığında gördükleri kilisenin aynı kilise olduğuna şahit olmuş. Ve dünyanın en görkemli mabetlerinden birinin inşası başlamış.
Mistik bir noktada
İustinianos’un kilisesi burada yapılan ilk kilise değil. Ayasofya’nın bulunduğu yerin mistik bir nokta olması, pagan inanışına kadar uzanıyor. İmparator Konstantius’un 360 yılında yaptırdığı bina 404 yılındaki ayaklanma sırasında yanmış. 415 yılında 2. Theodosius’un inşa ettirdiği yeni kilise de 532 yılında Hipodrom’da 30 bin kişinin öldürülmesiyle sonlanan ‘Nika İsyanı’ sırasında harap olmuş. Hemen ardından İustinianos daha ihtişamlı bir kilise yaptırmaya karar vermiş. Çalışmalar, günümüzde bile neredeyse mucize sayılacak bir sürede, yaklaşık beş yıl sonra 26 Aralık 537’de tamamlanmış. İmparator Iustinianos’un, Ayasofya ile o zamana kadar dünyanın en büyük tapınağı olan Süleyman Tapınağı’nı karşılaştırarak kiliseyi “Seni geçtim Süleyman” sözleriyle açtığı söylenir.
Aşınan mermerler tanık
Gelin şimdi de bu görkemli yapının içini birlikte gezelim. İçeri girmeden önce II. Theodosius tarafından inşa ettirilen kiliseden geriye kalanları ön girişte görebilirsiniz. Ayasofya’nın girişi çift narteksli (koridor); dış narteks son derece sadeyken iç narteks mermer duvarlarla çevrilmiş ve geometrik mozaiklerle süslenmiş. Bunlar orijinal kiliseden günümüze ulaşan ve parıltısını içinde kullanılan altın yaldızdan alan mozaikler. İlk yapıldığı yıllarda dış narteksin önünde beş kapının açıldığı bir avlu varmış ve imparator Orea Porta (Güzel Kapı) olarak bilinen ortadaki kapıdan içeri girermiş.
Çağlar boyu atılan milyonlarca adımın aşındırdığı mermer eşikten geçerek, İmparator Kapısı’ndan girin Ayasofya’ya. Girdiğiniz anda muhteşem bir kubbenin altında geniş ve loş nefteki (Sütunlarla ayrılmış uzunlamasına alan) sonsuzluk hissi kucaklayacak sizi. Bu boş alanın kilisenin camiye çevrilmesi sırasında Ortodoksluğa ait objelerin kaldırılmasıyla oluştuğu düşünülüyor. Orijinal kubbe depremlerde zarar görünce yüzyıllar boyunca sık sık yenilenmiş. 558’de yıkıldığında Miletli İsidoros’un yeğeni İsidoros her şeyi yeniden hesaplayıp yerden 56 metre yükseklikteki bugünkü kubbeyi yapmış. Ayasofya’nın Bizans döneminde, 989 ve 1346 yıllarında çöken ve onarılan kubbesi Mimar Sinan’ın uçan payandalar eklemesinden itibaren hiç çökmemiş ve büyük ölçüde Genç İsidoros’un yaptığı değişikliklerle günümüze ulaşabilmiş.
Deesis’in gizemi
Ana salonun ihtişamından kendinizi alıp üst galerilere doğru çıkmaya karar verdiğinizde etrafı hep kalabalık bir sütun göreceksiniz. ‘Terleyen Sütun’ ya da diğer adıyla ‘Aziz Gregory’nin Sütunu’… Kimine göre 13’üncü yüzyıldan, kimine göre daha eskilerden kalan bir geleneğe göre burada dilek tutuyorsunuz ve dileğinizi tutarken yapmanız gereken sütunun üstündeki delikte parmağınızı 360 derece çevirmek. Muhtemelen, ziyaretçilerin çoğu gibi siz de şansınızı denemek isteyeceksiniz. Ayasofya’nın heybetinin farkına varacağınız en iyi yerlerse binanın üç tarafı boyunca uzanan ve kadınlar için ibadet yeri olan galeriler. Galerileri gezmenin en büyüleyici yanı, eşsiz mozaikleri. İçlerinde belki de en etkileyici olanı Vaftizci Yahya ve Meryem Ana’yı tüm insanlar adına Hz. İsa’dan şefaat isterken gösteren ve ‘Deesis’ olarak adlandırılan, alt kısmı yok olmuş mozaik. Ortadaki Hz. İsa’nın yüzünün iki tarafının birbirinden farklı resmedilmesini bir hata sanmayın, biraz ileriden tekrar bakın mozaiğe; hem Hz. İsa’nın yüzünün iki tarafı eşitlenecek hem de Hz. İsa’nın gözleri doğrudan size bakar hale gelecek.
Eşsiz mozaikler
Ayasofya birçok eşsiz mozaikle süslü bir başyapıt… Nefteki yarım kubbede, tahtta oturan ve çocuk İsa’yı kucağında tutan muhteşem Meryem Ana mozaiği 867 yılında yapılmış. Kilisedeki Yunanca yazıtta belirtildiği gibi ‘İkonoklast’ dönemden sonra kiliselere konan ilk tasvir. Yarım kubbenin sağındaki kemerde Melek Cebrail’i tasvir eden mozaiği görebilirsiniz, karşıdaki duvarı süsleyen Melek Mikail mozaiğiyse silinmiş gibi. Nefteki hayranlık uyandıran diğer eserler arasında genç İgnatius, altın ağızlı Yuhanna ve İgnatius Theophoros’u betimleyen mozaiklerin de olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Temmuz 2009’daki restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan Altı Kanatlı Melek Serafim, 160 yıl sonra gün ışığına kavuştu. İncil’e göre Tanrı’nın tahtını koruyan altı kanatlı en üst sıradaki melek anlamına gelen Serafim, Ayasofya’nın da koruyucuları arasında. 700 yaşında olduğu tahmin edilen ve yüzü 1.5×1 metre ebadındaki Serafim figürü gerçekten çok etkileyici.
Hagia Sophia’dan Ayasofya’ya
Yapımında 10 bin işçi ve 100 ustanın çalıştığı kilise, dönemin iki en önemli mimarı, Trallesli (Bugünkü Aydın) matematikçi ve fizikçi Anthemios ile Miletli mimar İsidoros tarafından tasarlanmış. Yaklaşık bin yıl boyunca dünyanın en büyük kilisesi olarak kabul edilen yapının yanında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesine kadar Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin merkezi varmış. Fatih şehri aldığında ilk iş olarak kiliseyi camiye çevirmiş. Yapı 1935’te Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüş. Yapının hünkâr mahfili kısmında kapısı dışarıda olan bir bölümü, 1991’den bu yana mescit olarak kullanılıyor. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra Ayasofya harap haldeymiş. Bu görkemli kiliseye özel önem vermiş. Hemen camiye dönüştürülmesini emretmiş ama adını değiştirmemiş. Böylece Haghia Sophia, olmuş Ayasofya.
İstanbul efsanelerinin kalbi
Her iki dinin de ibadet mekânı olan Ayasofya ile ilgili hem Hıristiyan hem de İslam dünyası birçok efsane yaratmış. Bir anlatıya göre kilisenin yapımı sırasında işçiler çalışmaya ara verip de evlerine gittikleri zaman, mimar oğlunu aletlerin başında nöbetçi olarak tutarmış. Küçük çocuğun nöbet tuttuğu bir gün aniden bir melek belirmiş. Çocuğa kiliseyi daha hızlı bitirebilmeleri için gidip işçileri çağırmasını söylemiş. Aletler için nöbeti kendisinin tutacağını belirtip o geri gelene kadar da bir yere ayrılmayacağına dair yemin etmiş. Koşa koşa babasına giden çocuk, durumu anlatmış ve meleğin kiliseyi bir an önce bitirmelerini istediğini söylemiş. Bunu duyan mimar işçilerini toplayıp çalışmaya geri dönmüş ama meleğin kiliseden ayrılmasını engellemek için oğlunu bir daha oraya göndermemiş. Yüzyıllarca orada kalmış melek, ancak sonunda, İstanbul’un fethinden birkaç gün önce uçup göğe yükselmiş. Derler ki melek Ayasofya’yı terk edince korunmasız kalan şehir ve kilise Osmanlı’nın eline geçmiş.
Sultanların mezarlarına ev sahipliği yapıyor
Girişin hemen sağ tarafında, sultanların, eşlerinin, şehzadelerinin yattığı
35 mezar var. Ayasofya’nın vaftizhanesi olarak yapılan bina daha sonra Sultan 1. Mustafa ve Sultan 1. İbrahim’in türbeleri haline getirilmiş. Yanındaki türbeyse Mimar Sinan tarafından Sultan 2. Selim, eşi Nurbanu Sultan ve babalarının vefatı üzerine kardeşleri 3. Murat’ın tahtta rakipsiz oturabilmesi için öldürülen beş oğlu için yapılmış. Davut Ağa’nın tasarladığı yan türbedeyse 3. Murat, gözde eşi Safiye ve 23 oğluyla beraber yatıyor. Oğullarından 19’u tahta geçen erkek kardeşleri 3. Mehmet’in muhalefetle karşılaşmaması için idam edilmişler. Son türbe 3. Mehmet’e ve eşi Handan’a ait.