Dünya son aylarda oldukça büyük değişimlere tanıklık etti. Salgın ve COVID-19’un hızla yayılması herkese şunu gösterdi ki bir anda günlük hayatlarımızda bu tür beklenmedik olaylar yaşayabiliriz. Bu durumun sonucu keskin bir dijital transformasyon oldu ve bu transformasyon çok hızlı bir şekilde gelişti. Normal şartlarda bu sürecin son aylarda katettiği hızda seyretmesi çok mümkün değildi. Tüm zorluklara ve limitlere rağmen, internetin güvenilir olduğunu ve mesafeye rağmen geniş ölçüde hem özel hem profesyonel hayatlarımızı destekleyebildiğini bilmek güven verici.
Diğer yandan insanlar, video aramalar ve diğer iletişim araçlarıyla arkadaşları ve aileleriyle irtibatı sürdürebildi. Oyun ve video içeriklerin izlenmesi insanları, hayatın içinde tuttu ve eğlenmelerini sağladı. İş hayatında internet, neredeyse su ya da elektrik kadar anahtar bir rol üstlendi: Milyonlarca çalışan ve işveren, dijital birliktelik olanakları sağlayan araçlar sayesinde evden çalışma imkanını kullandı. Skype, Zoom ya da Teams gibi video aramalar kaçınılmaz hale geldi. Stabil VPN bağlantıları, şirket ağındaki dosya sunucularında dijital olarak saklı tutulan işle ilgili materyallere erişimi garantiledi. DE-CIX gibi “veri aracı kurumu” olarak doğal bir rol üstlenen İnternet Değişim Noktaları, ağları güvenle birbirine bağladı ve doğrudan bağlantı aracılığıyla birbirine bağlı güvenli bir dünya yarattı.
DE-CIX Frankfurt tarafından kendi müşterileri arasında yürütülen anket çalışmasına göre,katılımcıların yüzde 81’i, yeni tüm bağlantı anlaşmalarında gecikme süresinin en önemli kriter olduğunu dile getiriyor. Gecikme süresinin bu denli önem taşımasının ardında yatan nedenler neler? İşte, minimum gecikme süresinin kesinlikle çok önemli olduğunu gösteren örnekler:
Klasik: Web uygulamaları
Web tarayıcısında bulunan ya da uygulama aracılığı ile gelen tüm içerikler, mümkün olduğunca gecikme yaşanmadan kullanıcı ile buluşmalı – bu gereklilik, özellikle bu günlerde çok standart bir beklenti. Eğer kullanıcı talebi ile içeriğin gelmesi arasında kullanıcının algılayabileceği oranda bir gecikme varsa, kullanıcı sabırsızlık ya da irritasyon gösterebilir ya da yaşadığı deneyimi zayıf ve yetersiz bir deneyim olarak algılayabilir. Akamai[2] tarafından COVID-19 öncesi yapılan bir araştırmaya göre, bir web sitesinin yüklenmesinde yaşanan iki saniyelik bir gecikme bile kullanıcıların ziyaret ettikleri siteden çıkma oranını yüzde 100’den fazla bir oranda artırmaya yetiyor. Ek olarak, bir web sitesinin yüklenmesinde yaşanan 100 milisaniye (0.1 saniye), kullanıcının (örneğin ön metni okuduktan sonra video tıklamak) site içerisindeki etkileşim oranını da yüzde 7 dolaylarında azaltıyor. Bu örneklerle kullanıcı deneyimi perspektifinden, gecikme süresinin belirleyici bir rol oynadığını görmek mümkün.
Bulut Oyun
Web uygulamalarının en spesifik türü bulut oyun diyebiliriz. Geçtiğimiz sonbahar, çok daha büyük ölçekte bir bulut oyun dünyasının başlangıcını takdim eden Google Stadia pazara sunuldu. Bugüne kadar, hard disk kurulumları bilgisayar oyunları için oldukça önemli bir adımdı. Ancak bulut ve “hizmet olarak sunulan” uygulama trendlerinin arka planının aksine, oyun sektörü de aynı çalkantılarla yüzleşiyor. Şimdiye kadar, oyun sırasında transfer edilen veri miktarı sınırlıydı. Sanal dünyaların yaratılması için gerekli olan aritmetik operasyonlar hala lokal sistem üzerinde geniş yer kaplıyor. Ama bulut oyunda, bilgisayar oyunu veri merkezindeki sunucu üzerinde çalışıyor ve ekran içeriği kullanıcının monitörüne internet üzerinden aktarılıyor (örneğin tablet veya laptop). Elbette bu, kullanıcının internet bağlantısı ile ilgili taleplerini ciddi şekilde artırıyor. Bu durumda ek bant genişliğine ilave olarak, her ne kadar sorunsuz bir oyun deneyimini garanti etmek mümkün olmasa da minimum gecikme süresi ihtiyacına olan artış da ciddi oranlara yükseliyor.
Sanal Gerçeklik
Konu gecikme süresi olunca en kritik uygulamaların başında sanal gerçeklik geliyor. Sorunsuz bir deneyim sunmak için kullanıcı hareketi ile sanal ortamın reaksiyonu arasında mümkün olduğunda minimum bir gecikme yaşanması gerekiyor. Aksi halde sanal gerçeklik hem kafa karıştırıcı hem de sıkıcı hale gelir. Buradaki gecikme süresi 20 milisaniyeyi aşmayacak oranda olmalıdır – bu noktada bir göz kırpmanın 150 milisaniye olduğunu belirtmekte fayda var. Veri paketlerinin fiber optik hatlar üzerinden maksimum hızı saniyede 300,000,000 metre. Bu değeri 20 milisaniye ya da 0.02 saniye ile çarpınca kabul edilebilir en uzun gecikme süresi mesafe olarak maksimum 6,000,000 metre ya da 6,000 kilometre olarak karşımıza çıkıyor. New York’tan Frankfurt’a mesafe 6,200 kilometre. Bu demek oluyor ki New York’ta bulunan sanal gerçeklik uygulaması, Frankfurt’ta sorunsuz olarak resmedilemez. Diğer yandan, veri merkezlerindeki sunucuların işlem süreleri (sadece bu süre kendi başına 15 ya da 20 milisaniye) gibi diğer faktörler de veri aktarımı sırasında kilit rol oynuyor. Sonuç olarak kullanıcılar, kabul edilebilir bir gecikme için sanal gerçeklik uygulamasına oldukça az bir mesafede (100 kilometreden az) bağlı olmalılar. Bu duruma çözüm ise öncelikli olarak sınır bilişim: kullanıcının yakın çevresinde merkezi olmayan bir veri işleme sistemi. Bu kullanıcıya 100 kilometreden az mesafede bir mini bir veri merkezi ya da İnternet Değişim Noktası olabilir. Ek olarak, bulut oyun kaçınılmaz: bu sistemde veri işleme bulutta olur ve veri doğrudan online’da erişebilir durumdadır. Bu yaklaşım, gecikme süresini mümkün olduğuna minimumda tutar.
Gelecekte gecikme süreleri ve teknolojiler
Yukarıda bahsedilen örneklere ek olarak, yakın gelecekte gecikme sürelerinin etkin rol oynayacağı pek çok başka uygulama ve teknolojilere de tanıklık edeceğiz. Örneğin gelecekte, otonom araçlar hayatlarımızın önemli bir parçası olacak.Arabalar, veriye dayanarak pek çok hayati kararlar verecek. Bu durum için gereken teorik gecikme süresi ise 0 milisaniye. Endüstriyel robotlar herkesin bildiği tabirle Endüstri 4.0 da ayrıca hızlı ve veri tabanlı kararları mecbur kılacak. Tüm bu örnekler, gecikme sürelerinden tasarruf ettiren uygulamaların ne derece önemli ve gerekli olduğunu gösteriyor. Gelecek yıllarda bu alanda oldukça heyecan verici inovasyonlar bekliyoruz. Gelecekte, verinin mümkün olduğunca müşteriye yakın bir konumda işlenmesi ve güvenle bulut içinde tutulması sağlanmalı.