Benim için futbol, kafamda kalan fotoğraf karelerinden oluşan bir nehir romandır… Geçen cuma akşamı Lizbon’da futbol tarihinin asla unutulmayacak gecelerinden biri yaşandı. ‘Yenilmez armada’ diye bildiğimiz bir takım; Barcelona, Bayern Münih’ten 8 gol yedi. New York Times’ta Lionel Messi’nin bu fotoğrafını gördüğüm zaman kendi kendime dedim ki; “Bu bir yapayalnızlık fotoğrafıdır…” Dünyanın şu an yaşayan en ünlü futbolcusu. Hayatı çılgın bir taraftar sevgisi izdihamında geçmiş bir insan. Ama burada yapayalnızlığı anlatan bir kare görüyoruz.
14 AĞUSTOS 2020, LiZBON 22 MAYIS 2011, SiVAS
SONRA kendi kendime dedim ki: “Ben bu fotoğrafı bir de 22 Mayıs 2011’de Sivas’ta görmüştüm…” Orada da bomboş tribün sıralarında tek başına oturan bir insan vardı. O da Türkiye’de en çok taraftarı olan iki kulüpten birinin başkanıydı… Aziz Yıldırım. Bu iki yalnızlık arasındaki fark hem büyüktü hem de çok küçük… Messi karesinin arkasında yenilmiş 8 gol vardı. Aziz Yıldırım yalnızlığının arkasında ise o gün zar zor 4-3 kazanılmış bir maçın getirdiği şampiyonluk. Her iki kare de bana futbolun demir kanununu anlatıyor. Futbol bir netice yarışıdır. Ve Süleyman Demirel’in deyişiyle “Hiçbir şey zaferin yerini tutamaz…” Ama “Her şey bir hezimeti yaratanların yerini tutabilir…” Yeşil sahaya çıkan herkes şunu çok iyi bilmelidir: İkinciyi kimse hatırlamaz… Taraftar birincilik ve zafer ister… Bunların ikisi de yalnızlık getirir…
TAMAM SUÇLU ONLAR AMA BiZ TARAFTARLAR MASUM MUYUZ?
FUTBOLUN bir kanunu da şudur: Hezimet yalnızlığı en başarılı futbolcu üzerinden anlatılır. Zafer yalnızlığı da en başarılı başkan üzerinden. Çünkü gözler önce zirvedekilere çevrilir, sonra aşağıya kayar…. Birincisinde geleceğin yükü vardır… İkincisinde ise geçmişin, o zafer için ödenen bedellerin, çekilen heyecan ve sıkıntıların yükü.
Biliyorum bu bir futbol sayfası için pek alıştığımız bir yazı değil… Ama taraftar olarak bu psikolojiyi bilemezsek, en sevdiğimiz insanlara bile haksızlık yapmış oluruz… Diyeceğim; biz taraftarlar da o kadar masum değilizdir… Peki bu anlar nedir? Son mu? Yoksa başlangıç mı?
8-2 UTANCI FECi BiR SONSA BU SONA GETiREN NELERDi?
NEW York Times dün uzun bir Barcelona yazısı yayımladı… Yazı, üç kelimelik bir cümleyle bitiyordu: “Bu bir son.” Ama neyin sonu? Barcelona efsanesinin mi? Yoksa gözlerin dikildiği yalnız adamların mı? Guardian gazetesi bu maçı yorumlarken şunu diyordu: “Tarih Nou Camp’ta bu kararları alanlar hakkında hiç nazik olmayacak…”
Neydi efsane Barcelona’nın hali: (*) Oynadıkları futbol bayattı. (*) Futbolcular bütün ruhlarını kaybetmiş, kendi kendilerinin gölgesi haline gelmişti. (*) Dünyanın en büyüğü Messi 5 yıldır Avrupa şampiyonluğu göremiyordu. Ayrıca geride 2018’de Roma’da 4 gol yemenin utancı vardı. Geçen yılın utancı olan 3-0 önde çıktığı yarı final rövanşında Liverpool’a 4-0 kaybedip elenmek de hâlâ hafızalardaydı. Neydi bu sonu getirenler?
HER TARAFTAR EN ESKi TÜFEKLERi SEVER AMA
(*) Kulüp başkanı Josep Bartomeu taraftarın gözünde bütün prestijini kaybetti. (*) Kulüp Paris Saint Germain’e giden Neymar’ın yerini dolduramadı. (*) Son yıllardaki transfer politikası çöktü. Bir yıl önce Ajax’ı yarı finale getiren Frenkie De Jong büyük umutlarla alındı ama orta sahayı taşımakta zorlanıyordu. Atletico Madrid’den yine büyük iddialarla transfer edilen Antoine Griezmann yedek koltuğundan kalkamıyordu. Neymar’ın yerine alınan Ousmane Dembele de yedek kulübesindeydi.
(*) Buna karşılık kulübün Liverool’dan 105 milyon Pound’a transfer edip kullanamadığı ve Bayern Münih’e kiraladığı Coutinho orada harikalar yaratıyordu. (*) Ve asıl önemlisi, kulüp üç etkili ‘Eski Tüfek’ten bir türlü vazgeçemiyordu. Yani Luis Suarez, Sergio Busguets ve Gerard Pique… İş o noktaya gelmişti ki, Pique, Lizbon hezimetinden sonra bizzat kendisi şunu demişti: “Kulübü kurtarmak için gerekirse artık biz de ayrılmalıyız.” Peki kim ödeyecekti bu tarihi utancın bedelini?
MENAJERi SAHADA MI KOVALIM, UÇAKTA MI?
NEW York Times, Barcelona Teknik Direktörü Quique Setien için şöyle diyor: “Lizbon’da sahadan ayrılırken veya uçaktayken veya uçaktan indiğinde kovulacağını herhalde biliyordu.” İki gün sonra kovuldu. Gelelim gazetenin son cümlesine… Bu hezimet, bu utanç Barcelona için son mu? Cevabım şu: Bir dönem için kesinlikle son. Ama Barcelona öyle büyük bir kulüp ki… Bu bir dönemin sonu, kesinlikle bir başka dönemin başı olacak.
FUTBOLDA ‘TIPPING POINT’ VAR MI?
FUTBOL büyük bir eğlence sanayii. Bazen yüz değişikliğine ihtiyaç olur. Bazen ‘Tipping Point’ler yani kaynama ve taşma noktaları vardır. 4-1 Roma tesadüftü. 3-0’dan gelinen Liverpool hezimeti tesadüftü. Üç tesadüf acı bir gerçek eder. Lizbon faciası artık tesadüf olamazdı. Ne var ki, büyük kulüpler böyle tipping noktalarını büyük bir fırsata çevirebilir.
SON SORUM BiR TARAFTAR OLARAK F.BAHÇE’YE…
TÜRKiYE’ye gelince… Başta Fenerbahçe olmak üzere bütün büyük kulüplerin yönetici ve teknik direktörleri ile futbolcuları bu 8-2 maçını büyük bir dikkatle izlemelidir. Çünkü o maçta Barcelona için gelinen ‘Tiping Point’e Türkiye’de, federasyonu, takımları, yöneticileri, oyuncuları ve taraftarı ile toptan gelindi. Ben de yazımı bir Fenerbahçe taraftarı olarak şu soruyla bitireyim: Barcelona’nın başarılı eski tüfekleriyle el sıkışmayı tartıştığı günlerde, Fenerbahçe en eski tüfekleriyle nereye gidebilir? Tabii öteki kulüplerin taraftarlarına da aynı soruyu kendi kulüplerine sormalarını tavsiye edebilirim.