Pamukkale uzun yıllar kararan travertenler, çekilen suyla üzdü hepimizi. Neyse ki toparlandı. Özellikle pandemi nedeniyle bir süre ziyarete kapalı kalması, doğanın birçok yerinde olduğu gibi kendi kendini yenilemesini sağladı. UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki Pamukkale her yıl en çok ziyaret edilen turizm noktalarından ve şimdi eski güzelliğine kavuşma yolunda ilerliyor. Denizli’nin merkezine 20 kilometre uzaklıktaki bu doğa harikası, benzerine az rastlanır cinsten… O yüzden de misafiri eksik olmuyor. 2019’da Pamukkale’yi 2.5 milyondan fazla kişi ziyaret etti. Çal Dağı’ndan çıkan termal sularda çözülmüş halde bulunan kalsiyum bikarbonatın tepelerden aşağıya doğru süzülmesi; süzülürken de içindeki karbondioksidin havaya karışarak teraslarda sertleşip birikmesiyle travertenler oluşmuş. Bu bembeyaz güzelliğin ortaya çıkması binlerce yıl almış. Ziyaret ettiğinizde o binlerce yıla dokunabilir, ayakkabılarınızı çıkarıp travertenlerde yürüyebilirsiniz. Burada günbatımını izlemenin keyfi de tarifsiz.
Kutsal havuz
Pamukkale’de Roma Dönemi’nden bu yana kullanılan bir de ‘kutsal havuz’ var. Giriş ücreti ödeyerek günübirlik yararlanmak mümkün. Mermer parçalarının ve kolonların olduğu 35 derece sıcaklıktaki havuz, Pamukkale’deki diğer sular gibi tam bir şifa kaynağı olarak görülüyor. Termal suyun kalp, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri ve sinir hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Kış aylarındaki güzellikse hava soğukken sıcak suda yüzme ayrıcalığı… Pamukkale sadece travertenlerden ibaret değil elbette. Özellikle geçen yıllarda tamamen gün ışığına çıkarılan ve İmparator Domitian’a adanan Sütunlu Cadde’ye de dikkat edin. Onu geçtikten sonra karşınıza Roma hamamları çıkacak. Bugün müze olarak kullanılan bu hamamlar küçük ama eser varlığı açısından ilgi çekici. Uğrarsanız heykeller, kabartmalar, paralar ve lahitler görebilirsiniz. Genelde zenginlerin gömülmesi için yapılan lahitler, işlemeleriyle ayrıca değer taşıyor. Lahitlerin diğer adı ‘sarkofaj’ yani ‘et yiyen’ demek. Eskiden lahitlerin içine koydukları cansız bedenlerin birkaç yıl sonra sadece kemikten ibaret olduğunu görünce böyle bir adı uygun görmüşler.
Amazon Kraliçesi Hiera
Bergama Kralı II. Eumenes tarafından MÖ 2’nci yüzyıl başlarında kurulduğu düşünülen Hierapolis kentiyse adını Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan almış. Aslında bir Helen kenti olarak günümüze ulaşabilirmiş ama MS 60’ta yaşanan büyük depremde neredeyse tamamı yıkılmış, sonrasında da sık sık depremlerden nasibini aldığı için ilk halinden pek eser kalmamış. Bugün gördüğümüz, depremlerden sonra yenilenen Hierapolis. Roma kentlerinin tipik özelliklerini taşıyor ama esas önemi, Hıristiyanlık için kutsal yerler arasında olmasından geliyor. Çünkü burası Hıristiyanlığın kabul edildiği ilk yerler arasında. Ayasofya’yı inşa ettiren Bizans İmparatoru Jüstinyen, Hierapolis’teki herkesin pagan geleneklerini bırakması ve Hıristiyanlığı seçmesi için John isimli bir piskoposu görevlendirmiş. O da tam 80 bin kişinin Hıristiyanlığı kabul etmesini sağlayıp 98 kiliseyle 12 manastır inşa ettirmiş. İncil’de de Hierapolis’ten bahsediliyor. Ayrıca 12 Havari’den biri olan Aziz Philip’in Hierapolis’te yaşadığına ve yedi oğluyla birlikte öldürüldüğüne inanılıyor. Aziz Philip için yapılan mezarın kalıntıları da günümüze ulaşanlar arasında.
Hierapolis’in mezarlığındaki mezar taşlarında ilginç detaylar var. Bazılarının üstüne gücü temsil etsin diye erkek cinsel organı koymuşlar. Bir tanesinin üzerinde yazan beddua insanı korkutuyor! Denmiş ki: “Mezarıma girmeye kalkan hırsız, yürüyecek toprak, seyredecek deniz bulamasın, çocuksuz ve mutsuz bir hayatın ardından öldüğünde tanrıların laneti üzerinde olsun.” Ölenlerin şahsi eşyalarıyla gömüldüğü bu mezarlar çok önemsenmiş. Geçmişte aileler mezarlıkların bakımı ve çiçeklendirilmesi için ücret ödemişler; tıpkı bugün olduğu gibi…
Laodikya’nın hazineleri
Bir tarafınıza 2 bin 571 metre yükseklikteki Honaz Dağı’nı, diğer yanınıza da bembeyaz uzanıp giden Pamukkale’yi alın. Tam ortasında göreceğiniz yer, tarihi MÖ 3000’e kadar ulaşan Laodikya olacak. Denizli’ye 6 kilometre uzaklıktaki bu kent, geçmişte yün ticaretiyle çok zengin olmuş. Yapılan kazılarda Tunç Çağı’na ait mimari, seramik ve çakmaktaşı buluntularına ulaşılmış. Sadece bu kadar değil, Laodikya’nın hazineleri hâlâ araştırılıyor ve yeni keşifler yapılıyor. Geçen yıl YouTube kanalıma bir bölüm çekmek üzere Pamukkale-Laodikya gezisi yaptığımızda, çok güzel bir gelişmenin ayak seslerini duymuştuk. Gezide bize eşlik eden Kazı Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek “Yakında çok güzel bir sürprizimiz” var demişti ve kısa süre sonra da heyecan verici o haber açıklandı. Laodikya’da, İmparator Traian’ın üç metre boyundaki zırhlı heykeli bulundu.
MS 98-117 arasında Roma’yı yöneten ve ülkesini en geniş topraklara ulaştıran İmparator Traian, daha önce yine Laodikya’daki kazılarda bulunan 1900 yıllık ‘Su Yasası’nı onaylayan isim. Heykeli, MS 494 depreminde yıkılan bir çeşmenin blokları altında kalmış ve tam tamına 356 parçaya bölünmüş! Kazı heyeti çok uzun zaman ince ince çalışarak o 356 parçayı topladı, heykeli bir araya getirdi ve ülkemize yeni bir kültür varlığı kazandırmış oldu. Heykel hem taşıdığı gerçekçi portre özellikleri hem de sanatsal yönü ve simgeler üzerinden verdiği mesajların zenginliğiyle çok önemli. Hatta dünyada eşi benzeri olmayan eserler içinde gösteriliyor.
Yedi kiliseden biri
Laodikya bir açıdan daha çok önemli. Pandemi nedeniyle kesintiye uğrasa da aslında yabancı turistlerin antik kentin yolunu tutmasını sağlayan özelliği, İncil’de buradan bahsedilmesi. Dört İncil yazarından biri ve mezarı Selçuk’ta olan Aziz Yuhanna’nın cemaatine mektup yazdığı yedi kiliseden biri Laodikya’da. Diğerler Efes, İzmir, Sart, Akhisar, Alaşehir ve Bergama’da. Laodikya halkı başlarda Hıristiyanlığa geçiş için isteksiz davranmış. Aziz Yuhanna da termal suları kullanarak yaptığı metaforla onlara inceden bir mesaj göndermiş: “Yaptıklarınızı biliyorum. Ne soğuk ne sıcaksınız, ılıksınız” diyerek net olmalarını ya Hıristiyanlığı benimsemelerini ya da reddetmelerini; arada kalmış bir tavır sergilememelerini istemiş. Bu nazik uyarı işe de yaramış. Bizans döneminin en önemli Hıristiyan şehirlerinden biri olacak kadar inançlı hale gelmişler. Hatta bir adım öteye geçmiş Laodikya ve piskoposluk merkezi olmuş.
Geziyi uzatmak isterseniz…
Tiyatrolar, çeşmeler, meclis binası
Aslında 350 metrelik ölçüsüyle Anadolu’daki en uzun stadyum Laodikya’daymış. Fakat taşları asırlarca başka yapıların inşaatlarında kullanılınca ne yazık ki geriye fazla bir şey kalmamış. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan Laodikya’nın günümüze ulaşan önemli yapıları arasında iki tiyatro, dörder hamam kompleksi, agora, çeşmeler, giriş kapısı, meclis binası, tapınaklar ve kiliseler var.
Kleopatra’nın yıkandığı sular
Denizli şifalı sularıyla meşhur. Karahayıt ise tam manasıyla bir sağlık ve terapi noktası. Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın da burada yıkandığı ve çamur banyosu yaptığı anlatılır. Tam 5 bin yıldır sudan gelen sağlık için insanların akın ettiği bir yer. Su, kaynağından tam 58 derece sıcaklıkta çıkıyor. Gittiğinizde termal temalı otellerde konaklayabilirsiniz; birçok seçenek var. Üstelik Pamukkale’ye de çok yakın, sadece 5 kilometre.
Kenti keşfetmeye tarihi Kaleiçi’nden başlayın
Kaleiçi’ni anlatmadan olmaz… Denizli’nin merkezindeki en hareketli ve turistik nokta buradaki tarihi çarşı… Yerleşimin 11’inci yüzyıla dek uzandığı Kaleiçi, özellikle Selçuklu ve Osmanlı döneminde gözde günlerini yaşamış ve birçok Anadolu beyliği tarafından da kullanılmış. Gittiğinizde bu görkemli tarihi düşünerek atın adımlarınızı… Dış surlar artık yok ama iç surların kalıntıları yer yer duruyor. Çarşıda geleneksel el sanatları atölyeleri ve satış mağazaları var. Takılar, dekoratif ürünler, demir ve bakır eşyalar görecekleriniz arasında. Denizli halkının sosyal yaşamına dahil olmak için gideceğiniz bir başka adres de Çamlık olsun. Restoranlar, kafeler ve neredeyse haftanın yedi günü eksik olmayan kalabalığıyla şehrin en hareketli noktaları arasında.
Kuşbakışı Denizli
Türkiye’nin en güzel teleferik hatlarından biri Denizli’de… Biniyorsunuz ve bırakıyorsunuz kendinizi yeşilin enginliğine. Merkezdeki Bağbaşı Kent Ormanı’ndan başlayıp Bağbaşı Yaylası’na kadar uzanıyor. 300 metreden 1400 metreye yükselerek aldığı yolu altı dakikada tamamlıyor. Sonrası da alabildiğine yeşil çünkü artık Bağbaşı Yaylası’ndasınız. Doğayla uyumlu ahşap kulübeleri, piknik alanları, alışveriş noktalarıyla Denizli halkının en popüler dinlence mekânlarından biri. Merkezden kolayca ulaşılmasının etkisiyle fazlaca müdahaleye maruz kalmış ve tam bir yayla görüntüsü yok ama güzel bir yer.
Tahinli pide, karanfilli leblebi, yanık yoğurt…
Denizli’nin kendine has birçok lezzeti var. Örneğin leblebisi pek meşhur, hem de çeşit çeşit. Özellikle karanfilli leblebi seviliyor. Yanık yoğurt da mutfağının farklarından. Ayran olarak da deneyebilirsiniz. Buldan’a giderseniz otlu pidenin tadına bakabilirsiniz. Bir de tahinli pide şehirde karşınıza sıkça çıkacak, mutlaka tadın. İsterseniz bal, kaymak ve ceviz de ekletebilirsiniz. Yanında yöresel marka Zafer Gazozu’nu içmeyi unutmayın.