Umberto Eco, 19 Şubat 2016’da hayatını kaybetti; 84 yaşındaydı…. Edebiyata, yemeğe ve bilgiye çok düşkündü. Bir de İstanbul’a… “Derin entelektüel duygular besliyorum” dediği İstanbul ile geç tanıştı.
Bizans ve Haçlı Seferleri üzerine yazdığı ‘Baudolino’ adlı sürükleyici romanı için İstanbul’u ilk kez 1998 yazında ziyaret etti. İstanbul’a geniş yer ayırdığı bu eseri pek çok dile çevrildi ve dünya çapında ilgi gördü. Aslında Umberto Eco’yu tanıtmaya çalışmak beyhude bir çaba. Bir yandan o zaten çok popüler bir isim…
Ancak özetlemek gerekirse 1980’de yayımlanan ilk romanı ‘Gülün Adı’ ile ünlenen İtalyan yazar, Torino Üniversitesi’nde estetik, Bologna Üniversitesi’nde sanat ve iletişim dersleri verdi. Eco, hayatının son 20 yılında İstanbul ile ilgilenmekten hiç vazgeçmedi.
Bu kente âşık oldum!
Dünyanın ilk 100 entelektüeli arasında sayılan Umberto Eco, İstanbul ile tanışma hikâyesini yıllar önce Hürriyet gazetesine verdiği röportajda şöyle anlatır: “İstanbul’u hiç görmemiştim ve aslında Bizans tarihine de hiç alışık değildim. Biliyor musunuz ki bazı kitapları bazı yeni yerleri keşfetmek için kullanırım. İşte ‘Baudolino’da da öyle oldu, İstanbul’a gitmeye karar verdim. O sırada pek çok Bizanslı seyyahın kitaplarını buldum ve okudum.
İtalya’da çok ünlü bir yazar olan Edmondo De Amicis’in İstanbul üzerine yazdığı kitap beni çok etkiledi. Adam iyi bir gazeteci, 1860’lardaki İstanbul’u çok iyi anlatmış. Onu okudukça İstanbul’a âşık oldum.
Sonraki süreçte de zaten İstanbul’un dünyadaki en güzel dört şehirden biri olduğuna inandım.” Araştırmaları için seyahat etmeyi seven yazar, İstanbul hayranlığını 1999’da Atlas dergisi için de şu sözlerle ifade eder: “İstanbul’a yolculuk, geçmişten günümüze kendine özgü kurallarıyla yazınsal bir tür oluşturur. Belki de bunun nedeni bazı kentlerin kişiyi uzaktan tasvir etme imkânı vermeden birdenbire içine alıvermesi ve bazılarınınsa kendini sakınmadan yaklaştıkça yavaş yavaş ortaya koymasıdır. İstanbul kuşkusuz ikinci tip kentlerden biri.”
İstanbul’da özellikle Taksim ve çevresindeki sokaklarda gezinmeyi sevdiği bilinen Umberto Eco, 7 tepeli şehirde geçirdiği zamanı edebi bir dille tasvir etmeyi seviyordu: “Asya kıyısından vapurla Marmara Denizi’ni aşarken, kentin gözlerimin önünden aktığı an, günün ortasıydı ve sis yoktu.
Eğer sis olsaydı, yavaş yavaş dağılırken ortaya De Amicis’in gördüğü sokaklar ve köyler değil ama kubbelerin, minarelerin ve diğer modern binaların birlikteliği çıkardı… Bununla beraber gelişimden birkaç saat sonra, Galata Kulesi’nin tepesine çıktım ve günbatımının ışığıyla yıkanan kenti gördüm.”
Bir şehri keşfetmenin en iyi yolunun sokaklarında kaybolmaktan geçtiğine inanan Umberto Eco, bu yöntemle İstanbul’da hayal ettiğinden çok daha fazlasını bulduğunu söyler. O, İstanbul’daki uzun yürüyüşlerini şöyle anlatır: “Galata Kulesi’nin çevresinde hayallere dalarak kuzeydoğuya doğru tırmanırken semazenlerin sema ayinlerini görebildim.
Kendime Haçlıların nerede karargâh kurmuş olabileceklerini sorarken İstiklal Caddesi çevresindeki kafelerin ve restoranların gece yaşamını keşfettim.
Haçlıların geldiklerinde karaya çıktıkları kıyıyı ziyaret ederken kendimi ansızın Kadıköy’de buldum. De Amicis’in Galata Köprüsü üzerinde görüp heyecanlandığı milletlerin bu mozaiği ve giysileri, yüzleri güneşten yanmış Anadolu köylülerinin oluşturduğu bir tür etnik caz, başları örtülü gençler, açık bacaklar, denizciler…”
Siyasi olarak da inceledi…
Üstelik Eco’nun Türkiye’ye ilgisi sadece İstanbul ile sınırlı değildi. O, Türk insanıyla da Anadolu’nun kadim uygarlıklarıyla da Türkiye’nin siyasi, politik geleceğiyle de yakından ilgiliydi. Yine Hürriyet’e verdiği söyleşisinde güncel siyaset de sorulur kendisine ve Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasında bir köprü işlevi gördüğünü söyler Bay Umberto Eco. “Ülkeniz, bir köprünün kaderindeki bütün şanslara da kusurlara da sahip” der…