İlkbahar hep bayramların mevsimidir, kutlamalarla geçer. Neredeyse bütün dinlerin ve kültürlerin ilkbaharla ilgili bir ritüeli vardır. Adı cemre olur, kor gibi bir ateşin havaya, toprağa, suya düştüğüne inanılır. Bileğe bağlanan bir marteniçka olur, ilk bahar dalını veya
ilk leyleği görmenin heyecanı yaşanır. Adına ister Nevruz diyelim, ister Paskalya, baharda hep yeni başlangıçlar
ve bereket kutlanır.
Tabii ki mitoloji de bu hikâyeden kendi karakterleriyle bahseder. Baharın havasına uygun, kalplere dokunan bir hikâyedir bu. Toprak ve bereket tanrıçası Demeter’in kızı güzel Persephone’ye ölülerin tanrısı olan amcası Hades âşık olur. Onsuz yaşayamayacağını bildiği için de Persephone’yi kaçırarak yerin altındaki dünyada yaşamaya mahkûm bırakır.
Anne Demeter o kadar üzülür ki toprak kuraklaşır, artık ürün vermez olur. En sonunda amca ve anne bir anlaşma yaparlar. Persephone her bahar yeryüzüne annesinin yanına gelecektir, sonbahar geldiğindeyse geri dönmek zorundadır. Bu sebeple Demeter, her kış bitiminde sevincini, yeryüzünü yeşile boyayarak gösterir, sonbahardaysa hüznü tabiatın renklerine yansır, yeşil yerini sarıyla kahvenin tonlarına bırakır.
Gerçek mi, masal mı?
Gelin biz de Demeter’in coşkusuna katılıp bu toprakların destanlarıyla ünlü bir köşesine gidelim. Dünyanın en önemli boğazlarından biri olan Çanakkale’ye… Mitolojiyle başlayıp gerçeğe uzanan Troya Savaşı’nın hikâyesi dünyada meşhur. Batı’da her öğrenci güzel Helen’in sebep olduğu savaşın hikâyesini okur ama yıllar süren bu savaşın geçtiği yerin Türkiye’de olduğunu bilmez!
Antik şehrin yerini bulup ilk kazmayı sallayan, Kaliforniya’daki ‘altına hücum’ döneminde zengin olan Alman kökenli Heinrich Schliemann. Schliemann, Homeros’un yazdıklarının gerçek olabileceğini düşünüp Osmanlı İmparatorluğu’na geliyor. Sultan Abdülaziz’in izniyle kazılara, daha doğrusu katliama başlıyor. Çünkü tek amacı var, hazineyi bulmak. Bunun için de yatay kazılar yapacağına, antik şehre tabiri caizse bodoslama yani dikey olarak dalıyor ve amacına da ulaşıyor.
Hazineyi bulduğu gün tüm işçilere izin veriyor ve karısı Sofia ile beraber bulduklarını önce Yunanistan’a götürüp değişik ülkelere pazarlamaya çalışıyor ama sonra Alman milliyetçiliği ağır basıyor ve elindekileri Almanya’ya veriyor. II. Dünya Savaşı’nda kaybolan hazine 1993’te Rusya’da ortaya çıkıyor! Eserler bugün Puşkin Müzesi’nde.
Troya’nın büyüleyici ve heyecan verici öyküsünü dinledikten sonra ören yerindeki kalıntılar biraz hayal kırıklığı yaratıyor. 1996’da UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Troya’da yapmanız gereken hayal gücünüzü kullanmak ve baktığınız eserlerin binlerce yıldır burada olduğunu düşünmek. Dünyanın en önemli çağdaş arkeoloji müzesi örneklerinden biri olan Troya Müzesi, 2018 Troya Yılı’nda açıldı.
Doğayla uyumlu
Troya’yı gezdikten sonra adım başı bir antik kent çıkacak karşınıza… Ama Ege Denizi’nin sakinliğinde dinlenmek için doğrudan Assos’a gitmenizi öneririm. Çanakkale’den gelirken doğayla uyum içindeki Selçuklu köprüsü üzerinde, tepeye hâkim konumuyla Assos’un siluetini görürsünüz önce. Assos Yunanca birinci demek.
Batı Anadolu’daki çoğu kent gibi Assos da Lidya, Pers, Helen, Bergama, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin ardından bugünkü halini almış. Bizans surları ve Hüdavendigâr Camisi bu dönemlerin izlerinden sadece birkaçı.
Antik kente girdiğinizde adımlarınız sizi şehrin en yüksek noktasındaki Athena Tapınağı’na götürecek. Bu güzel tapınağın altında oturun ve armağan ettiği zeytin ağacıyla Atina şehrine adını veren bilgelik tanrıçasına sevgilerinizi gönderin. Günbatımında buradan, kadın şair Sappho’nun yaşadığı Midilli Adası’nı seyretmenin keyfine varın.
Assos’un limanı da ayrıca çok güzeldir. Surlar boyunca mendireğe doğru inerken karşınıza çıkacak olan Ege manzarası eminim ki zihninize kazınacak. Antik Liman, tarihi binalarla çevrelenmiş. Eski palamut depolarının restore edilmesiyle ortaya çıkan otel ve pansiyonlar Rum mimarisinin izlerini taşıyor. Assos birbirinden farklı ve güzel birçok koya ev sahipliği yapıyor. Geceyi yeşil ve mavinin iç içe olduğu bir cennette, Ayvacık’taki Simurg Inn’de geçirebilirsiniz.
Aristo’nun aşk şehri
Assos, Aristo’yu da ağırlamış bir dönem. Efsaneye göre Assos Kralı Hermias ile ünlü düşünür Aristo okul arkadaşıymış. Hermias’ın davetlisi olarak gelen Aristo, Hermias’ın kardeşi Pythias’a görür görmez âşık olmuş, yemeden içmeden kesilmiş. Hermias, Assos’ta bir okul açması halinde kız kardeşini Aristo’yla evlendireceğinivaat etmiş. Aristo da teklifi değerlendirerek Assos’ta bir felsefe okulu açmış ve sonra da Pythias’la evlenmişler. Hatta Aristo ‘Erdeme Övgü’ adlı eserini burada yazmış.
Daha sonra Bergama ve Roma Krallığı’nın hâkimiyetine girmiş ve büyük gelişim göstermiş. Tarsuslu Aziz Pavlus ve Aziz Lukas’ın şehri ziyareti, Assos’u Anadolu’da Hıristiyanlığı en erken kabul eden kentler arasına sokmuş.
Meşhur at casus mu yoksa anıt mı?
İlion olarak da geçen Troya’nın kralı Priam’ın oğlu Paris doğduğunda, kahinler krala oğullarının şehre felaket getireceğini söylerler. Paris bebekken İda yani bugünkü adıyla Kaz Dağları’na bırakılır. Mitolojiye göre dünyanın ilk güzellik yarışmasında üç tanrıçadan birini seçme görevi Baştanrı Zeus tarafından Paris’e verilir.
Kendisine dünyanın en güzel kadını Helen’i teklif eden güzellik tanrıçası Afrodit, verdiği rüşvet sayesinde ödülün sahibi olur. Ve Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen kaçırılıp Troya’ya getirilir. Bunun üzerine kral karısını ve şerefini kurtarmak için ordularıyla beraber Troya’ya yelken açar. Bu destanda, Yunan tarafında Agamemnon, Aşil, Odysseus, Patroklus ve Nestor; Troya tarafında ise Priam ve oğulları Paris ile Hektor vardır.
10 yıl süren savaşta iki taraf da bir sonuç elde edemez. En sonunda Yunan tarafı bir hileye başvurur, geri çekiliyormuş gibi yaparlar ve Troya’nın kapısına da tahta bir at bırakırlar. Zafer sarhoşluğuna, içkinin getirdiği sarhoşluk da eklenince Troya halkı gecenin ilerleyen saatlerinde sızıp kalır. Gerçek zaferse şehrin içine alınan atta saklanan Yunan askerlerin olur.
Diğer bir teoriye göre denizlerin tanrısı Poseidon aynı zamanda depremleri yapacak gücün de sahibidir. Troya Savaşı’nın sürdüğü 10 sene sonunda bir depremde, Yunanlar yıkılan şehir surlarından içeriye girince, Poseidon’a olan şükranlarını göstermek için anıtsal bir ahşap at heykeli dikerler.