Koronavirüs pandemisi bir yılı aşkın süredir hayatımızda. Bu süre içinde neler olmadı ki? 128 milyon insan virüsle enfekte oldu, bunların yaklaşık 2,8 milyonu hayatını kaybetti. Ülkeler birbiri ardına karantina önlemleri alırken, bir zamanlar iğne atılsa yere düşmeyen kent meydanlarının bomboş halleri manşetleri süsledi. Ardından dünyanın umudu aşılar geldi ve Covid-19 yaklaşık 16 aydır bir an bile gündemimizden düşmedi.
Ama hepsinden önce hatta Covid-19 salgını küresel bir pandemi ilan edilmeden önce bir haber, günlerce dünya gündemini işgal etti. Haberin konusu Diamond Princess cruise gemisi ve içindekilerdi.
Dünyanın konuştuğu olaylar sona erdikten bir yıl sonra, o gemide yaşananlar bir belgesel aracılığıyla yeniden gün ışığına çıktı. Geminin yolcularının ve mürettebatının çektiği görüntülerden oluşan belgesel, tüyler ürperten detaylar içeriyor…
HER ŞEY BİR KİŞİYLE BAŞLADI
Diamond Princess, 20 Ocak 2020 tarihinde Japonya’nın Yokohama şehrinden demir aldı. Güneydoğu Asya kıyılarını dolaştıktan sonra yeniden hareket ettiği limana dönecekti. Geminin yolcuları arasında 80 yaşında bir Hong Konglu bulunuyordu. Bu kişi, yolculuktan kısa bir süre önce Çin’in Guangdong eyaletinde bulunan Şenzen şehrini ziyaret etmişti.
O dönemde henüz adı bile konmamış olan esrarengiz bir virüsün Çin’de bazı kişileri solunum yolları enfeksiyonuna benzer ağır belirtilerle hasta ettiği haberleri çıkmaya başlamıştı. Ancak Çin anakarası dışında bu virüsün görüldüğü kişi sayısı sadece dörttü.
Ancak iki hafta içinde olaylar öyle bir noktaya geldi ki, Japonya’da limanda karantinaya alınan Diamond Princess, virüs salgınının Vuhan dışındaki en büyük merkezi oldu.
DEV BİR LABORATUVAR
Diamond Princess’te 2666’sı yolcu 1045’i mürettebat toplam 3711 kişi bulunuyordu. Bunlardan 712 kişi enfekte olurken, 14’ü yaşamını yitirdi.
Aynı zamanda gemi, koronavirüs çalışmaları için mükemmel bir laboratuvar haline geldi çünkü kimsenin girip çıkmadığı kapalı bir ortamdı.
Bazı kişiler asemptomatik oldukları halde virüsü başkalarına taşıyorlardı ve virüs hava yoluyla bulaşıyordu. Bugün çok iyi bildiğimiz bu olguları anlamakta Diamond Princess’ın rolü büyük oldu.
KORKU FİLMİ GİBİ BİR 14 GÜN
Gemide bir yandan sınıfsal ve ulusal çatışmalar devam ederken bir yandan da kamaralarda kapalı kalmanın yarattığı psikolojik gerilim, kafa karışıklığı ve yıkım, iki hafta süren karantinayı yavaş yavaş gerçek bir korku filmine dönüştürüyordu.
ABD’de HBO kanalında bu hafta yayınlanan “The Last Cruise” isimli belgesel de bu 14 günü anlatıyor.
Chicago Sun Times’ın aktardığına göre, belgeselde hikaye 5 ana eksende ilerliyor. Üst orta sınıf bir evli çift olan Mark ve Jerri, 11’inci cruise yolculuklarına çıkan çift Rebecca ve Kent, iki çocuğunu zar zor geçindirebilen pasta şefi Marujna, işinden çok memnun olan neşeli Endonezyalı bulaşıkçı Dede ve Amerikalı bir animatör olan Luke.
Guardian’a göre, 40 dakika süren bu rahatsız edici belgesel, tam anlaşılamamış, yeni bir kavram olan virüsle birlikte yaşamaya çalışma endişesini, yolcu ve mürettebatın cep telefonu kameralarıyla çektikleri görüntüler yardımıyla izleyiciye de hissettiriyor.
USA Today gazetesi de “ev yapımı ve çoğunlukla titrek” görüntülerin izleyenlerde kaygıyı artırdığını, bunun da yolcuların ve mürettebatın neler hissettiğini daha iyi anlamamızı sağladığını ifade ediyor.
GEMİDEKİLERİN BAKIŞ AÇISI ÇÜNKÜ…
Guardian’a konuşan yönetmen Hannah Olson, bir “başlangıç hikayesi” anlatmak istediğini belirtti.
Olson, yolcuların ve mürettebatın bakış açısını benimsemesinin sebebini ise “pandeminin ilk günlerinde nasıl hissettiğimizi; yok sayılma, reddedilme, korku, belirsizlik ve panik anlarını” yeniden hatırlama çabası olarak açıkladı.
Bu nedenle belgeselde bilim insanlarının görüşlerine bilinçli olarak yer verilmemiş. Virüsün geminin havalandırma kanallarında nasıl dolaştığı, Japon sağlık yetkililerinin nasıl dağınık bir test ve karantina süreci uyguladığı, ülkelerin vatandaşlarını kurtarmak için nasıl müzakereler yaptığı gibi detaylar da belgeselde bulunmuyor.
Bunun yerine belgeselde gemidekilerin yaşadığı umutsuzluk ve öfkenin hikayesi anlatılıyor. Yolculuk başta neşeli tatil selfie’leriyle başlıyor. 5 gün sonra Kaptan’ın yaptığı anonsla gemiye binmeden önce virüs testi pozitif çıkan bir kişinin hastalandığı haberi alınıyor. Kaptan anonsunu sesine zorlama bir neşe katarak, “Sizin de görebileceğiniz gibi, hanımlar ve beyler, durum kontrol altında, kaygılanmak için hiçbir sebep yok” sözleriyle bitiriyor fakat bunun doğru olmadığı da kısa süre içinde anlaşılıyor.
10 kişinin testlerinin pozitif çıkmasının ardından kaptandan yeni bir anons geliyor: “Gemimizin Yokohama’da karantinada kalacağı doğrulanmıştır. Karantinanın uzunluğu en az 14 gün olacaktır.”
Yolcuların ve mürettebatın çileli macerası da asıl bundan sonra başlıyor.
Tatil keyfi bir anda kamaradan çıkmanın bile mümkün olmadığı günlere, tıkalı tuvaletlere, üzerine bant yapıştırılmış havalandırma deliklerine dönüşüyor. Maskeler dağıtılıyor. Kamara kapılarına asılan işaretlerle pozitif vakalar bütün gemiye duyuruluyor.
“SADECE ZENGİNLERLE İLGİLENİLECEK GİBİ HİSSEDİYORDUK”
Diğer yanda da mürettebat var. Yolcular kocaman küvetlerle süslenmiş, balkonlu aydınlık kamaralarına kendilerini kapatıp otururken, mürettebat geceleri su altındaki ortak yatakhanelerde kalabalık gruplar halinde uyumaya, gündüzleri de yolculara hizmet vermek için çalışmaya devam ediyor.
Belgeselde yer alan ve mürettebata ait olduğu belirtilen görüntülerden birinde, izleyiciler videoyu çeken kişinin kamarasındaki koşullara tanık oluyor: İki küçük yatak, iki küçük dolap, küçücük bir banyo ve sıfır pencere. Zaten bu kamaralar su seviyesinin altında olduğundan pencere olsa da açılması mümkün değil.
Görüntülerde yolcular önlerine gelen yemeğin soğuk olmasından şikayet ediyor, çalışanlar ise koruyucu ekipmanları olmadan, iş arkadaşlarının yarısının öksürmekte olduğu kalabalık mutfaklara girip yemek hazırlamaktan korkuyor.
Mutfakta günde üç kez binlerce porsiyon yemek hazırlanıyor. Bir mürettebat, “İşinizin stresli olduğunu düşünüyorsanız bir de bir cruise gemisinin mutfağında çalışmayı deneyin” diye konuşuyor.
Belgeselin tanıtım videosunda sözlerine yer verilen bir kadın mürettebat ise, “Sadece zenginlerle ilgilenilecek gibi hissediyorduk” sözleriyle koşulların eşitsizliğini özetliyor.
Gemide bulunan bir Japon bulaşıcı hastalıklar uzmanı, daha sonra yaptığı açıklamada mürettebat için alınan güvenlik önlemlerini “tamamıyla yetersiz” olarak nitelendirmişti.
YÜZLERCE SAATLİK VİDEOLAR
Olson, Guardian’a belgeseli planlamaya daha ilk günden başladığını belirterek, “Herkes gibi ben de haberleri takip ediyordum ve ‘Japon limanında gemi karantinaya alındı, 500 Covid vakası var’ başlıklarını görüyordum” dedi.
Olson, ilk günden itibaren çeşitli sosyal medya paylaşımlarını arşivlemeye başladı. Böylece yüzlerce saatlik görüntü toparladı.
Olson, belgeselin arkasında yatan fikri, “Kim insan sayılıyor diye merak etmeye başladım?” sözleriyle açıkladı ve ekledi: “Böyle bir krizde kim saklanabilir? Kim karantinaya girebilir, kim insan kalkanı olmak zorunda kalır? Bu aynı zamanda geçtiğimiz Mart ayında New York’ta kendi çevremde de gözlemlediğim bir durumdu. Zenginler sığınaklarına doğru yol alırken ‘gerekli çalışanlar’ terimi doğuyordu.”
DÜNYA DERS ALDI MI?
Olson, belgesel için topladığı sosyal medya paylaşımlarından bazılarının sahipleriyle yüz yüze görüşmeler de yaptı ancak görüntülerin önemli bir kısmı gemidekiler tarafından çekildi. Bunlar arasında krizi anlamlandırmaya çalışan yolcular ve sessizlik anlaşmalarını bozan mürettebat da yer alıyordu. (Gemiden en son inenler de 69 kişilik Endonezyalı mürettebat grubu oldu. Bu grup Mart başına kadar gemide kaldı.)
Olson’a göre gemide yaşananlar dünya ve ülkesi ABD için büyük dersler de içeriyordu ama ne yazık ki bu dersler uygulamaya konmadı. Bunun en net göstergesi de “Diamond Princess’ın kızkardeşi” olarak anılan, aynı şirkete ait Grand Princess gemisinin Diamond Princess’teki tüm yolcuların inmesinden sadece birkaç gün sonra karantinaya alınması.
Eğer gemideki vakalardan anlaşıldığı üzere hastalığın asemptomatik taşıyıcılar kanalıyla ve hava yoluyla bulaştığı gerçeği daha önce kabul edilmiş olsaydı, yetkililer 3 Nisan’a kadar maske takmamayı savunmaz, asemptomatik kişilerin de test edilmesi kararını 27 Nisan’dan çok daha önceden almış olurdu. Bu tarihe gelindiğinde ABD’de 1 milyon vaka ve 56 bin can kaybı yaşanmıştı.
Olson, “Diamond Princess’ten öğrendiklerimiz şansımızdı. İhtiyacımız olan tüm bilgiyi bize sağlamıştı” derken başta Trump yönetimi olmak üzere güç sahiplerinin bu dersleri dinlemediğini belirtti ve ekledi: “Üstelik o gemide yaşanan dehşet bugün bütün dünyayı sarıyor.”