Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 11. Büyükelçiler Konferansında ilan ettiği “Yeniden Asya” açılımını yorumladı. Karamollaoğlu, Türkiye’nin dış politikada vizyonunun olmadığını vurgulayarak “Türkiye’yi küresel manada etkisi olmayan bir ülke haline getirmiştir” dedi.
Karamollaoğlu, “Türkiye’nin çok taraflı diplomasi yürütmesi elbette önemlidir. Bu doğrultuda Asya ülkeleri ile de her açıdan ilişki kurması ve bunları geliştirmesi ve ileri noktalara taşımasında Türkiye’nin ve dünya barışının sağlanması için ihtiyaç vardır. Küresel güçlerin coğrafyamızda ve ülkemizde taşıdığı emellerin önüne geçilmesi için eskiden var olduğu gibi, sınır komşularımız başta olmak üzere Asya ülkeleri ile bir araya gelmek ekonomik ve siyasi
İdlib’i örnek gösteren Karamollaoğlu, Türkiye’nin artık itibar edilmeyen bir ülke olduğunu söyledi. Karamollaoğlu, “Bunun da en büyük müsebbibi iktidar ve onun yanlış dış politika hamleleridir. Ayrıca açıklamanın içerisinde her ne kadar Asya açılımı yapılacak deniyorsa da, son aşamada adeta Trump’a umut bağlanmasını bir çaresizlik, şaşkınlık ve kafa karışıklığı olarak gördüğümüzü de ifade etmek istiyorum. Anlaşılıyor ki iktidar bugüne kadar takip ettiği politikaların tamamen iflas ettiğini görmüş, fakat içinde bulunulan krizden nasıl çıkılabileceği anlayışına sahip değildir” ifadesini kullandı.
Karamollaoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“İşte bundan dolayı ciddi bir çaresizlik yaşamaktadır. Bu çaresizliğinin sebeplerini kısaca özetlemek gerekirse;
Hatırlayınız Irak işgaline verilen destek öyle bir noktaya varmıştı ki, dönemin Başbakanı ABD askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için Amerika’nın önde gelen gazetelerinde yayınlanan yazısında işgal kuvvetlerine dua ve niyazda bulunmuştu.
-Suriye iç savaşı körüklendi, 2 haftada Cuma namazını Emeviye Camiinde kılmayı hayal ederken, 7 yılı aşkın süredir bitmeyen bir savaşla karşı karşıya kalındı. Bugün Suriye en önemli baş ağrısı haline dönüşmüşse bunun en büyük sorumlusu, bu coğrafyada küresel güçlerin at oynatmasına zemin hazırlayan bu iktidardır.
-Libya da kafa karışıklığına kurban gitti. Libya’nın şu an ki hale gelmesinin de önde gelen sorumlusu yine bu iktidardır. Önce NATO’nun ne işi var Libya’da denildi ancak hem de 1 hafta sonra NATO’nun Libya’ya müdahalesine en fazla destek veren maalesef yine bu iktidar oldu.
Yemen’deki katliama sessiz kalındı ve hala sessiz kalınıyor. Katliam ve zulümler gündemden düştü.
Arakanla ilgileniliyormuş gibi yapıldı ama katliamların son bulması adına doğru düzgün bir mesafe kat edilemedi.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki Mavi Marmara şehitleri üzülerek ifade edelim ki, adı sözde tazminat, kendisi bağış olan 20 milyon dolara gündemden düşürülmek istendi. Şimdi kalkmışlar yeni politikalar oluşturacaklarını, yüzlerini artık Asya’ya çevireceklerini söylüyorlar. Bu akılla ne yaparlarsa yapsınlar, hiçbir mesafe kat edemezler.
AB uğruna verilen tavizlerin acısı şimdi çıkmaya başladı.
En başta, “Fırat Havzasını”, İsrail’in su ihtiyacını karşılamak maksadıyla “Uluslararası bir kuruma” terk edilmesi talebine rıza gösterdiler.
Eğer iktidarın büyük bir içtenlikle savunduğu “Annan Planı” kabul edilmiş olsaydı bugün Kıbrıs diye bir meselemiz olmayacaktı. Ne doğal gazı ne de kıta sahanlığını konuşabilecektik. Çünkü Kıbrıs tamamen elimizden çıkmış olacaktı ve adadaki bütün haklarımız ortadan kalkacaktı.
Etkili bir dış politika, ancak güçlü bir ekonominiz varsa oluşturulabilir. Bunu iktidara her zaman hatırlattık. Onlar da zaman zaman bu cümleye atıf yapma ihtiyacı duydular. Ancak tam olarak hala ne kastettiğimizi anladıkları kanaatinde değiliz.
Şu gerçek asla unutulmamalıdır; Dış politikada şahsiyetli bir irade ve tavır içinde davranmak şiarımız olmalıdır. D-8’ler, İslam İşbirliği gibi gibi kurulu teşkilatlar canlandırılmalıdır.
Hep söyledik. Yine tekrar etmekte fayda görüyoruz.
Üretime dayalı bir ekonomi gerçekleştirilmeden, yüksek teknolojiyi gündeme almadan güçlü bir ekonomiden bahsedilemez. Bu bile tek başına yetmez.
Adaletin kâmil manada sağlanmadığı,
Ehliyet ve liyakate gerekli önemin verilmediği, yolsuzluk, israf ve rüşvetin kural haline geldiği, insanların kendilerini güvende hissetmediği, ahlaki değerlere itibar edilmediği, kutuplaşmanın bizzat iktidar tarafından bir siyasi araç olarak kullanıldığı bir ülke güçlü olamaz.
Kendi ayakları üzerine sağlam basamaz. Böyle bir ülke ne güçlü olur ne de huzurlu olur.
Güçlü olmak başka, kendini güçlü hissetmek veya öyle göstermek başkadır.
Bugüne kadar yapılan bütün hataları düzeltme istikametinde ciddi adımlar atılmazsa ülkemizin güçlü, etkili ve itibarlı hale gelmesi mümkün değildir.
İlk adım herkesin eteklerindeki taşları dökmesidir. Sonra toplumun bütün kesimleri ile kucaklaşarak işe başlamak gerekir.
Arkasından adalet, hürriyet, emniyet merkezli bir anlayışın hâkim kılınması şarttır. Ehliyet ve liyakati esas alan yaklaşım içinde bulunmak olmazsa olmazdır. Yolsuzluk, usulsüzlük, suistimal ve israfı terk etmek kamuoyuna önemli bir mesaj anlamını taşır. Şeffaflığı ve denetlenebilir olmayı kabul etmek, bunu uygulamalarla ortaya koymak ve istişare ile olaylara yaklaşmak sorunların üstesinden gelmek adına önemli bir başlangıç olacaktır”