Fehmi Koru*
Kıdemli bir meslektaş kendisinden daha kıdemli bir başka meslektaşa atfettiği bir benzetmeyi bir ara sıkça hatırlatarak gazeteci-politikacı ilişkisi hakkında tarafları uyarırdı. Benzetmesi şuydu: “Gazeteci ile dostluk bir numara küçük ayakkabı giymek gibidir; arkadan vurur.”
Bu iki meslek, görev tanımları gereği, dostluğu kolay kaldırmaz.
Siyasetle ilgilenen, o alanda görevler üstlenmiş kişilerin her birinin dağarcığında, ‘dost’ bildiği bir veya daha fazla gazeteci tarafından kendisine yaşatılan hayal kırıklıkları vardır. Mutlaka vardır.
Ayakkabı iki tarafta da arkadan vurur
Peki ya gazeteci milletinin yaşadığı hayal kırıklıkları?
Her insan gibi ‘gazetecilik’ mesleği mensuplarının da siyasi eğilimleri vardır, bu da yazılarına bir biçimde yansır. Eğilimlerini temsil ettiğine inandığı partiyi veya kişileri diğerlerinden daha fazla kendisine yakın bulur gazeteci, bunu haberlerinden veya yazılarından anlarsınız.
Çoğu kez politikacılar da kendilerine inanan, güvenen gazeteci ve yazarları hayal kırıklığına uğratır.
Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olduğunda, siyasi hayata girmesine ve lider arayan Adalet Partisi’ne genel başkan seçilmesine haberleri ve yazılarıyla vesile olmuş eski gazeteci dostu Cüneyt Arcayürek’i kendisiyle birlikte Çankaya Köşkü’ne taşımıştı; basın müşaviri olarak… Cüneyt Arcayürek orada geçirdiği yıllarda bizzat tanığı olduğu olayları sonradan çok sayıda kitabına malzeme yaptı.
Demirel bir numara küçük ayakkabı giymiş gibi kendisini hissettiğini belli etti kitaplar birbiri ardına raflarda yerini almaya başladığında…
Ancak Arcayürek’in kitaplarına sinmiş havayı koklamasını bilenler, ikili ilişkide esas hayal kırıklığı yaşayanın yazarın kendisi olduğunu mutlaka fark etmiştir.
İkili ilişkide kantarın topuzu her zaman gazetecinin aleyhine çalışır.
Hakkında hep iyi hisler beslediğim şimdi rahmetli olmuş bir politikacı bana da büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştı. Hakkında ciddi ithamlar taşıyan bir haberi mahkemeye taşımıştı o politikacı; değerlendirmenin kaynağı olan yabancı yazarın güvenilmez biri olduğunu yargıca kabul ettirmek istiyordu. O yabancı kaynağın ne kadar güvenilmez olduğuna dair geçmişte bir şeyler yazmıştım.
Bir gün randevu alarak bir avukat yanıma geldi. O politikacının avukatıydı ve istediği de kaynakla ilgili yazılarımı mahkeme heyeti önünde tekrarlamamdı.
“Elinizde yazılarım var, onları mahkemeye sunun” dememe “Sizin mahkeme heyeti karşısına bizzat çıkarak onları tekrarlamanız önemli; müvekkilim sizden bunu bekliyor” cevabı geldi.
Daha önce zaten bildiğim gerçeği o gün bir kez daha anladım: Politikacı için en önemli değer kendisiydi; gözünde başkalarının zerre kadar değeri yoktu. Herkes, en yakın bildiği insanlar bile, kullanılması gereken birer piyondu onun gözünde.
Hayal kırıklığımın derecesini anlatamam.
Bugün ve basınımız
Bugün neden bu konu?
Şundan: Günümüzde görev tanımlarını ‘yakınlık duyduğu politikacıları övmek’ olarak belirlemiş geniş bir kitle var medyamızda. Politikacıların her sözünü mutlaka sahip çıkılması gereken düz ve temiz bir çizgi olarak değerlendiriyor bu kişiler. Geçmişte yazdıkları ve yaptıklarıyla taban tabana zıt tavırlar sergileyebiliyorlar. Bir zamanlar politikaya soyunmuş ‘liberalin en hası’ iki kişinin hemen yanı başında yer aldığını hatırladığım bir yazar sözgelimi; bugün tam tersi politikaları hararetle savunabiliyor…
Yukarıdaki paragrafı okuyunca “Acaba beni mi kast etti?” sorusunu soracak birden fazla kişi çıkacaktır.
Hadi onun çelişkili tavırları arasında birkaç on yıl var; bazıları fazla uzak olmayan geçmişte yazdıklarını şimdi yazdıklarıyla yalanlayabiliyor. Hatta, geçen hafta “Ne iyi” diye övdüğü bir politik çıkış bu hafta politikacı tarafından atılan geri adımla boşa çıktığında, bu defa o geri adımı “Aman ne iyi” diye yere göğe koyamayanlar da var.
Bugünkü gazeteler bile o tavrı sergileyen yazılarla dolu.
İktidara yakın olanlar arasında da var böyleleri muhalefete yakın olanlar arasında da.
Yazıların hepsi arşivde yerini alıyor doğal olarak.
Bir numara dar ayakkabı her gün iki taraflı olarak arkadan vuruyor.
Kitaplığımda hep en görünür yerde tuttuğum ve gözümün önünden ayırmak istemediğim kitaplar arasında en başta darbeler öncesi ve sonrasında bizim basınımızda çıkmış ibretlik yazıları toplayan eserler bulunur. [Hayati Tek’in ’Darbeler ve Türk Basını’ ile Mine Söğüt’ün ’Darbeli Kalemleri’ bu alanda birer başyapıt sayılabilir.] 27 Mayıs’tan (1960) 28 Şubat’a (1997) kadar her darbe basınımızdan şöhretli pek çok kalem için birer utanç galerisidir.
İleride bugünleri yazacak olanların da elinde çok malzeme olacak.
Ne yazacaklar?
*Bu yazı fehmikoru.com’dan alınmıştır