Bir gazeteci olarak bazı etkinliklere salt haber yapmak için katılırsınız. Ancak bu dün akşam katıldığım etkinlik için geçerli bir durum değil. Çünkü Almanya ile Türkiye arasında 30 Ekim 1961’de imzalanan İş Gücü Göçü Anlaşması’nın 60. yıldönümü benim geçmişimin de bir parçası. Babam Eylül 1969’da Almanya’ya işçi olarak geldiğinde, annemi ve altı aylık olan beni anavatanında bırakmıştı. Niyeti sadece birkaç yıl çalışmak, yeterli parayı biriktirdikten sonra geri dönmekti. Ama öyle olmadı. Her şey düşündüğünden farklı gelişti. Ailesi yanında olmayınca olmuyordu. Bu yüzden annem ve ben 18 Nisan 1970’de Berlin’e geldik. Bu şehir benim yurdum, benim vatanım olacaktı. Anaokulu, ilkokul, üniversite, çalışma yaşamı… Bütün bunları başardım, çünkü babamın şu öğüdünü asla unutmadım: “Almanlardan iki kat daha fazla çalışmalısın!”
Ve evet, çok çalıştım. Ve evet, başarı için, kendimi her zaman Alman toplumunda ispatlamak için, gerektiğinde savunmak zorunda kaldım. Günümüzde “Eğitim dışı katmandan” oldukları kabul edilen ebeveynlerime rağmen, paralel bir dünyada büyümedim. Lise için tavsiye belgesi aldım ve “gettolarda” yaşamadım. Evet, belki de bana Alman sınıf arkadaşlarımla eşit şekilde davranan öğretmenlerim olduğu için şanslıydım.
“İşçileri çağırdık ve insanlar geldi”
Ünlü yazar Max Frisch’in 1965’te dile getirdiği bu ünlü saptaması aslında doğrudan sinir uçlarına dokunuyor. Cumhurbaşkanı Steinmeier, konuşmasında bu saptamaya da değindi ve Frisch’in 1960 ve 1970’lerin Avrupa istihdam politikalarındaki yetersizliği o zamanlarda fark ettiğini aktardı.
Bize “misafir” dediler, ama ailem ve ben onlara “komşu” olduk.
DW Türkçe Yayınlar Yöneticisi Erkan Arıkan
60. yıldönümü etkinliği, bu ülkeyi vatan edinen ilk kuşağı anmak için düzenlendi. Çünkü bir Türk atasözü şöyle der: “Vatan doğduğun yer değil, doyduğun yerdir”. Ve bu yer Almanya…
Cumhurbaşkanının konuşmasında, itiraf etmeliyim ki, gözlerimde yaşların biriktiği bir an vardı. Steinmeier, “Misafir işçilerin hikayeleri ders kitaplarımızda ve kültür hafızamızda yer almayı hak ediyor; onların hikayelerine dip notlarda yer vermek adil olmaz. Hikayelerini bu Cumhuriyetin, bu ülkenin tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak anlattığımızda, ancak o zaman hepimizin tarihini kavramış oluruz” diyordu.
Cumhurbaşkanı haklı. Ve ben bu satırları yazarken, Siemens’teki Alman meslektaşları gibi her sabah vardiyalarına yetişmek için çabalayan babamı ve annemi düşünüyorum. Evet, ailem birer dip not olamaz. Ailem ve tüm misafir işçiler, Türkiye, İtalya, eski Yugoslavya, İspanya, Portekiz, Vietnam veya Angola’dan olsun, hepsi Alman tarihinin bir parçası oldu. Hepsi Almanya’nın bugünkü seviyesine gelmesine katkıda bulundu. Güçlü, renkli, harika bir ülkeye dönüşmesini sağladı. Hepsinin de bu ülkenin tarih kitaplarında bir yeri olmalı. İşte bunu hatırlattığı için, annem ve babam gibi insanların bu ülke için neler başardığını vurguladığı için bu tören çok doğru ve önemliydi.
“Toplumdaki yerinizi alın ve o yeri doldurun!”
İkinci, üçüncü ve dördüncü nesil göçmen işçilerin çoğunluğu burada doğdu. Buna rağmen birçoğu, hala kendilerini kanıtlamak zorunda kalıyor. Hala burada hoş karşılanmadıklarını hissediyorlar. Oysa bunlar geçmişte kalmalıydı. Aksini düşünenler de artık bunu anlamalılar. Buradayız ve kalıcıyız. Vatanımız olan bu ülkeyi daha iyi hale getirmek için burada kalacağız. Toplumda bir yerimiz var ve Cumhurbaşkanı Steinmeier’in de talep ettiği gibi, bu yerin hakkını vereceğiz. Bu toplumu şekillendirmeye yardımcı olacağız, çünkü bu bizim toplumumuz. Çünkü biz buraya aitiz. Tıpkı ebeveynleri Almanya’ya göçmen işçiler olarak gelen diğerleri gibi.
Erkan Arıkan
© Deutsche Welle Türkçe