Meşhur beyitle girelim söze, söylesin Nef’î: “Âşinâya âşinâ, bigâneye bigâneyiz”. Bu yazı Hilmi Yavuz şiirine aşina olanlar için, ‘Talan Şiirleri’nden ilhamını alan yeni bir bakış açısı teklifi, bigâne olanlar içinse bir uyarı işlevi görsün istiyorum çünkü.
Edward Said, sanatçıların geç dönem yapıtları üzerine düşünürken, Adorno’nun bir kavramını yeniden dolaşıma sokar: “Spätstill”. Kabaca geç dönem üslubu diye çevriliyor. Nedir işaret edilen, Adorno söylesin: “Geç dönem çalışmalarının olgunluğu meyvelerin olgunluğuna benzemez. Bu çalışmalar yuvarlak değil, üstünden saban geçmiş gibi yol yol, hatta altı üstüne gelmiş haldedir. Tatlı değil acı ve dikenlidir; kendisini hazza teslim etmez.”
O genelleştirilmiş yaşlılık = bilgelik özdeşliğinin yeniden düşünülmesini isterler Adorno ve Said. Sanatçıların geç dönemlerinde verdikleri eserlerin bir uyum ve çözüme ulaşma olarak genelleştirilemeyeceğini, dahası asıl cazip olanın, “Uzlaşmazlık, güçlük ve çözüme ulaşmayan bir çelişki biçiminde ortaya çıkan” şaşırtıcı ve “Huysuz” (sıfat Adorno’nun) yenilikler barındıran geç dönem eserleri olduğuna dikkat çekerler.
‘Yara Şiirleri’ kitabı üzerine yazdığım ve bir türlü olgunlaştıramadığım bir yazıda; ‘Hurufi Şiirler’, ‘Kayboluş Şiirleri’ ile birlikte Hilmi Yavuz şiirinin giderek önceki edebi üretimi üzerine bir tefekküre dönüşmeye başladığına işaret etmiş ve şöyle demiştim: “Şiirinin kimi sınırlarını belirginleştirme kimilerini ise bulanıklaştırma, şiirinin haz verme işlevini sınırlandırma, metinler arası göndermeler ve işaretler ağını genişletirken bir yandan da sadeleştirme, görünen bazı bağlantıları örtme, bugüne kadar örtük kalan bazılarını ise açığa vurma ve aralarındaki bağları yeniden örme gibi onlarca değişik biçimde yansır tüm bu tefekkür faaliyeti.” Yeni kitap ‘Talan Şiirleri’ ile şimdi yukarıdaki gözlemlerimi sınama, geliştirme ve olgunlaştırma fırsatı buldum.
Önce yazının başlığına gidelim. ‘Talan Şiirleri’nin ilk sarmalı, ilk koordinat halkasına. Bu bizi Nietzsche’nin ‘Bengidönüş’ fikrine bağlar. Hilmi Yavuz’un bir yazısından kimi atlamalarla alıntılayalım: “Şöyle de söylenebilir: ‘Bengidönüş’ düşüncesini onaylıyor olmam demek, iyisiyle kötüsüyle yapıp ettiğim her şeyi onaylıyor olmam demektir. Bu, insana suç ve sorumluluk gibi moral yaptırımların da atfedilememesini içerir; ve, insanı (…) özgür kılar. Nietzsche’nin deyişiyle, ‘Oluş’un Masumiyeti’, bu yoldan geri döner.”
‘Talan Şiirleri’nin şiirsel öznesi, işte “Oluş’un masumiyeti’ni taşıyan bir özne” olarak, kendi kaderiyle yüzleşir, hesaplaşır ve onu kucaklar (amor fati) ve ondan razı olur. Burası çok net.
İkinci sarmal, Necatigil’e gelirsek… Hilmi Yavuz’un sık sık tekrarladığı bir Necatigil sözüne konuk oluruz: “Şiir, geçmişe atıflarla ilerler.” Bu yön gösterici ilke, Hilmi Yavuz şiirinin oluşum ve gelişiminde bir deniz feneri işlevi görmüştür. Yalnız ‘Talan Şiirleri’nin ulaştığı berzahta bir fark vardır. “Geçmişe atıflar” artık Hilmi Yavuz’un kendi söz mülküne atıflar halini almıştır. İç içe helezonik kıvrılışlarla. Yeni bir söz uzayı adeta mekânsallaştırılmıştır.
‘Talan Şiirleri’ iç içe iki kitap olarak kurulmuştur. Bir müzik terimiyle açıklayabilirsem (iki ya da daha fazla melodinin bir arada çalınması olarak) ‘kontrapuntal’ yapıda diye tanımlamak mümkündür bu kitabı. Yahut bir başka tarifle yine Said’e atıfta bulunarak bu şiirler ‘contrapuntal reading’ talep ediyor okurdan.
Zira kitap, ‘TalanBir’ ve ‘Talanİki’ adı verilmiş, iki bölümden oluşuyor. ‘TalanBir’ ne kadar içbükeyse, ‘Talanİki’ tam zıddı bir dışbükey satıh sunuyor bize. Öte yandan bu iki yüzey arasında gidip gelişler sürekli bir paralaks etkisi üretiyor. Yani okurun baktığı, durduğu açıya bağlı olarak metin sürekli gönderim, ima, bağlanım alanlarını değiştiriyor. Örneğin ‘TalanBir’deki ‘talan ve yılan’ şiirinin “insan, kendi şiirinde/ nasıl/ Gayb olabilir?” dizesi ‘Kayboluş Şiirleri’ne atıf yapıyorsa, ‘Talanİki’deki ‘talan ve Sümbül Sinan’ hem daha önceki ‘Sümbül ile Kuyu’ şiirine hem de Hilmi Yavuz’un ‘Ceviz Sandıktaki Anılar’ kitabındaki bir anıya gönderir okuru. Bir başka örnek; ‘talan ve hoca’ şiiri hem Necatigil’in yapıtları ‘Arada’ ve ‘En/Cam’a çıkarır okurun yolunu hem de Yavuz’un ‘Behçet Hoca’ kitabına… Tek katlı, tek boyutlu değil, üst üste binen, katman içinde katmanlar içerir tüm bu gönderim yapısı.
Benzetme yerindeyse bir ‘aynalar galerisi’ gibi işler yapıt. Yavuz’un denemelerinden şiirlerine, kitaplarından kitaplarına sürekli kendi üstüne dönen, kâh kapanan ve kâh açılan bir göndermeler ağı. ‘TalanBir’ ile ‘Talanİki’ sürekli bakışım içindedir. Birisine ulaşan ışın diğerine yansır, oradan sekerek veya yüzeyi delerek diğer katmanları kat etmeyi sürdürür. Ulaştığı söz uzayında, ki Hilmi Yavuz evrenidir bu, kitapların gezegensel çekim kuvvetini kullanarak seyahat etmek mümkündür. Bir şartla, açısal momentumu yitirirseniz, yanından geçtiğiniz gezegenin çekim kuvvetine yenilerek, tek bir gezegenin yörüngesinde dönüşe mahkûm olursunuz. Oysa Hilmi Yavuz evreni tek bir gezegenden değil bir galaktik ağdan oluşur. Orada, birbirini görse, birbirine ışığı düşse de, farklı farklı gezegenler bulunur.
Hilmi Yavuz, ‘Talan Şiirleri’yle bugüne kadar yazdığı her şeye; anlatı, şiir, deneme, makale, kısacası tüm yazınsal birikimine atıflarda bulunan, kâh haz veren kâh tekinsiz bir ufuk sunmaktadır okuruna.
Kısacası şair hem kendini talan eder hem de kendini bir kez daha talana açar. Üstelik kurduğu sarmal yapıya, yani Niçegil ve Necatigil halkalarının yanına bir yenisi eklenmiştir: Yavuzgil halka. ‘Yapıt’ın niyeti budur ve bunu başarır.
Aşinalar için ‘güzel bir tehlikedir’ bu kitap ama kimi ipuçlarını bu yazıda bulacakları o tuhaf pusulayı izlerlerse, zaman zaman kayıp olmayı ve gayb olmayı da içeren, o yüzden de heyecan verecek müthiş bir haz yolculuğu bekliyor onları. Bigânelere gelince, neler kaçırdıklarını bir bilseler!
Nef’î ile başladık, Eliot ile bitirelim: “What we call the beginning is often the end/ And to make an end is to make a beginning”.
TALAN ŞİİRLERİ
Hilmi Yavuz
Everest Yayınları, 2021
63 sayfa, 15 TL.