Diş kirası, eski Ramazanlarda iftara gidilen saray ve konaklarda misafirlere verilen hediyeler için kullanılan bir tabirdi.
Osmanlı Devleti’nde hükümet üyelerinin ve devlet ricâlinin saray ve konaklarında her akşam iftar yemeği vermesi yerleşmiş bir gelenekti. Bu iftarlarda misafirlere ve özellikle fakirlere yemekten sonra diş kirası adıyla para ve çeşitli hediyeler dağıtılırdı.
DİŞ KİRASININ ANLAMI
Osmanlı’nın en güzel Ramazan-ı Şerif âdetlerinden olan Diş Kirası için zenginler adeta birbiriyle yarışırlardı. İftara katılanlar dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış oluyorlardı.
Diş kirası denilen bu hediyenin zarif gerekçesi her ne kadar davetlilerin o gece zahmet edip gelerek, hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması gibi sunulsa da aslında amaç bu sebeple insanlara yardımda bulunmak, onları sevindirmekti.
Unutulmaya yüz tutan bu gelenek ile ev sahibi; “Misafirim oldunuz, benim sevap kazanmam için zahmet edip yol yürüdünüz, yemek yerken dişlerinizi yordunuz, bu da sizin dişinizin kirası olsun” demek isterdi.
ECDADIMIZIN CÖMERTLİĞİNİ GÖSTEREN BİR GELENEK
Diş kirası âdeti daha sonraları yarı resmî bir nitelik kazandı. Çeşitli rütbeden memurlar, âmirleri tarafından verilen yemeğe gitmeyi bir vazife saymaya başladılar.
Hatta bu iftar yemeklerine konak sahibini tanımayanlar da gelebiliyordu. Fakat zamanla bu ziyafetler bir külfet haline geldiğinden medrese öğrencileri, hoca ve dervişlerin dışında davet edilmeyenlerin iftarlara katılmaması kararlaştırıldıysa da bundan bir sonuç alınamadı.
UNUTULMAYA YÜZ TUTTU
Ayrıca davet sahipleri tarafından bu iftarlar ve hediye verme geleneği bir itibar ölçüsü olarak görülmeye başlandı. Hediye verme âdeti özellikle sultan saraylarında geniş ölçüde uygulanmaktaydı. Buralara gidenler iftardan sonra harem ağaları vasıtasıyla saygılarını bildirirlerdi; karşılığında da derecelerine göre kendilerine hediye ve para verilirdi.
Harem ağası hediyeleri sunarken bunları öpüp başına koyduktan sonra teslim eder, davetliler de aynı şekilde davranarak hediyeleri alırlardı. Bu usul, II. Meşrutiyet’le birlikte gerek sarayın eski durumunu kaybetmesi, gerekse âdeti uygulayacak konak sahiplerinin kalmaması gibi sebeplerle ortadan kalkmıştır.