Bugün 25 Eylül… Tam 8 yıl önce Türkiye topraklarının en büyük sanatçılarından birini sonsuzluğa uğurladık. Bozkırın tezenesi, halk adamı, büyük ozan Neşet Ertaş’ı saygı ve özlemle anıyoruz.
1. Beş yaşında bağlama ve keman çalmaya başladı, babası Muharrem Ertaş’la sekiz yıl boyunca şehir şehir gezdi ve düğünlerde babasına eşlik etti. Bu yüzden de okula gidemedi.
2. Olağanüstü bir yeteneği ve ozan geleneğine hakimiyeti vardı; bu iki özelliğini yeniye olan merakıyla birleştirdi ve bağlamayla özdeşleşen bir usta olarak karşımıza çıktı.
Büyük bir usta olan babası Muharrem Ertaş’tan tevarüs ettiği anonim türküler ve bozlakların yanı sıra ‘Garip’ mahlasıyla ozanlığını kanıtladı ve kendisine ait türküleri seslendirdi. Ne babasını ezdi ne de kendisini yerinde saydırdı… Gelişti, gelişirken de bağlamayla bir bütün oldu.
3. Her eseri sanki kendisi yazmış gibi bir hürmetle, duyguyla ve sahiplenerek okudu; o kadar iyi seslendirdi ki, onun olmayan eserleri bile onunmuş gibi düşünmemize neden oldu.
O büyük yeteneğiyle okuduğu her eseri yeni baştan yorumladı ve tamamına yeni bir ruh verdi; hepsini birer Neşet Ertaş türküsüne çevirdi.
4. Başka bağlamalardan çıkmayan sesleri kendi bağlamasından çıkardı ve mütevazılığın kitabını yazan bu büyük ozan hiçbir şey yokmuş gibi davrandı.
Kendisine sorulduğunda samimi bir şekilde perde ayarlarını kendisinin yaptığını ve farklılıkların da bundan doğduğunu söyledi.
5. Devlet sanatçılığını ayrımcılık olarak gördü, kabul etmedi ve “Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam, benim için en büyük mutluluk bu” dedi.
28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kendisine devlet sanatçılığı ünvanını sundu ancak Neşet Ertaş ayrımcılık olarak gördüğü bu ünvanı reddetti ve ardından herkesin gönlüne neden bu kadar girdiğini şu sözlerle kanıtladı: “O dönem Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam, benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım.”
6. Nil Karaibrahimgil’in kendisini tanımadığını belirtmesinin ardından mütevazılığını elden bırakmadı ve yanlış bir şey olmadığını söyleyerek neden büyük bir sanatçı olduğunu kanıtladı.
Nil Karaibrahimgil “Neşet Ertaş’ı tanımıyorum, dinlemedim” dedi ve hepimizin yüreğine bir hançer sapladı sanki… Ama büyük ozan Neşet Ertaş neden bu kadar sevildiğini şu sözler aracılığıyla bir kere daha gösterdi: “Biz yaşlı adamız, kızımız henüz genç dinlemeyebilir, duymamış olabilir, bu normal, bunda yanlış bir şey yok.”
7. Ankara’da çalıştığı yıllarda kendisi gibi pavyonda şarkı söyleyen Leyla’ya aşık oldu, babasının karşı çıkmasına rağmen evlendi ve bu süreçte Neşet Ertaş’ı bozkırın tezenesi yapan türküleri yazdı.
Leyla ile on yıl evli kaldılar, boşandılar ve ardından yazdığı eserlerle gönül telimizi titretti Neşet Ertaş… Hâlâ dinlemeye doyamadığımız Hata Benim, Neredesin Sen?, Yazımı Kışa Çevirdin, Ahirim Sensin, Niye Çattın Kaşlarını? eserlerine imzasını attı.
8. Zeki Müren’le çalıştı ve sanat güneşimizi de sesiyle, sazıyla, duruşuyla kendisine hayran bıraktı.
Aşık Ali İzzet’in Mühür Gözlüm şiirinin telifini satın alan ve aranjman olarak okuyan Zeki Müren’in kendisini çağırmasını şöyle aktarmıştı büyük usta: “Şarkıyı Zeki Müren’in filminde seyrettim, sazı alıp köylü yüreğimle ezgiledim, köy düğünlerinde söyledim. Zaman geçti, son model bir araba geldi, ‘Zeki Müren seni İzmir Fuarı’na çağırıyor’ dedi. Gittim, bir ay çaldım, ‘Telif hakları bana ait olan şarkıyı nasıl çalarsın?’ diye tek kelime etmedi, Bir gün biri geldi, ‘Zeki Müren seni çağırıyor’ dedi, gittim. Gazino patronuyla aynı masada oturuyor, ayağa kalkıp, ‘Ağabey hoş geldin’ dedi, önünde viski var, ‘Ne içersin?’ dedi, ‘Rakı’ dedim, türküye başladı, tarif etmem imkansız, ikinci dörtlüğü yakaladım, devam ettim, gene ayağa kalktı. ‘Olamaz böyle ses’ diyerek, başını duvarlara vurdu, rahmetliye çok şey borçluyum…”
9. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden fahri doktora aldı, okuyamadığı için çok gururlandı ama yine de müthiş karakteriyle mütevazılığı elden bırakmadı.
Can Dündar’ın kendisine ne hissettiği sorusunu da işte o tavrıyla yanıtladı: “Efendim, dikilen bir heykel bir gün olur sökülür ama ekilen emek hiçbir zaman sökülemez. O koparılsa bile yine devamı gelir.”
10. Eşkıya filminde Gönül Yarası türküsünü okumasını istediler, artistlik yapamayacağını söyleyerek kabul etmedi ama Gönül Yarası filmi o türküden esinlenince daha fazla dayanamadı.
Şener Şen’e büyük bir dostlukla bağlı olan Neşet Ertaş, Eşkıya filminde Gönül Yarası türküsüyle yer almayı kabul etmedi, artistlik yapamayacağını söyledi. Yıllar sonra gelen ve yine Şener Şen’in yer aldığı Gönül Yarası filminde yer alma sürecini ise şöyle anlattı: “Benim bu Gönül Yarası türkümden esinlenerek senaryo yazmışlar. Gönül Yarası filmi. Senarist aradı beni, yine kabul etmedim, artistlik yapmam çünkü. Sonra çok ısrar ettiler, defalarca haber yolladılar, benim filmde Karlı Dağlar türkümü söylememi istediler. Benden o türküyü 45 yıldır kimse istememişti. Bir de Şener Şen’in filmiydi. Severim onu, halkçı adamdır. Bir de dediler ki, meyhanede söylenecek. O zaman kabul ettim. Çünkü meyhaneler, gazinolar, böyle içkili yerler bizimdir, bizim mekanlarımızdır.”
11. Babasıyla şehir şehir gezerek düğünlerde çaldığı ve para kazanmak zorunda kaldığı için okuyamadı ama çocuklarını okutmak için elinden geleni yaptı.
Kaset ve sahne çalışmalarına Almanya’da devam ettiği dönemde bir oğlu ve iki kızını okutmak için her şeyi yaptı.
12. 2000 yılında Harbiye Açık Hava Sahnesi’nde müthiş bir konser verdi, binlerce insanı etkiledi ve Türkiye’ye olan küskünlüğünü unuttu.
Neşet Ertaş o dönem yalnızca Almanya’da hemşehrilerinin düğünlerinde sahneye çıkıyordu. Hasan Saltık aracılığıyla Türkiye’ye geldi, Harbiye’de sahne aldı ve yer yerinden oynadı. Hasan Saltık o günleri şöyle anlatmıştı: “Kulisteyiz. Neşet heyecandan titriyor. Bir duble rakı vermeye yeltendim, istemedi. ‘Hasan, bizimkiler dışarda mı?’ diye sordu. Sanıyor ki konsere sadece İstanbul’da yaşayan Kırşehirliler gelmiş. “Abi yok” dedim, “Bak şu perdenin kenarından, kimler var?” Üniversite öğrencilerini, her yaştan insanı, o tıklım tıklım kalabalığı görünce istedi, önce kabul etmediği o dubleyi.
13. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Sözleşmesi kapsamında ulusal envanterlerden Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanteri’ne alınarak yaşayan insan hazinesi olarak kabul edildi.
14. Konserlerine ceketle çıktı, müzik hayatı boyunca ceketini çıkarmak için dinleyiciden izin aldı: “Ayağınızın turabı, gönlünüzün hizmetçisiyim. Şu ceketten bir kurtulayım müsaade ederseniz.”
15. Vasiyet ettiği gibi babası ve ustası olan Muharrem Ertaş’ın ayakucuna defnedildi.
2012 yılında aramızdan ayrılan ve tüm Türkiye’yi büyük bir yasa boğan ustanın bıraktığı türküler insanların derdine ya da acısına ortak oldu. Tıpkı babası Muharrem Ertaş gibi…