Sevgilinizle aranıza koronavirüs girmeden, sosyal mesafe koymadan sarıldığınız, birbirinizin burnunu ısırıp kah gülüp kah seviştiğiniz şubat gecesine hanginiz dönmek istemez? Ben şahsen istemem. Bir vakit yalnızlıktan titriyordum. Ta ki yeni bir bildirim gelene kadar.
Tebrikler yeni bir eşleşmen var!
Parçalar mırıldanıp ritim tutarak bana gelişini bekliyorum…
Vuslat vakti yaklaştığında havanın soğuk ve yağışlı olmasını fırsata çevirip, yüzümü kapatacak her türlü kıyafeti kuşanarak evden çıktım. Bir sokak lambasının altında onu beklerken Ege Çubukçu parçaları mırıldanıp ritim tutuyordum.
Derken sokağın uzak köşesinden bir kadının bana doğru yürüdüğünü gördüm. Aramızdaki mesafe 20 metreye düşene kadar sadece siluetten ibaretken her adımda daha da netleşiyordu. Kırmızı paltosu, gökkuşağından şemsiyesi, sokağın sessizliğini kesen topuklarıyla hem kadın hem ses büyüyordu: Tik tak tik tak tik tak… Aramızdaki mesafe sıfıra indiğinde sadece yanımdan geçip gitti. Arkasından bakmadım. Moralim bozulmuştu.
Cahilliğim tadımı kaçıyor…
Moral bozukluğu ile önümde duran aracı fark etmem kaç dakika sürdü bilmiyorum. Daha önemlisi onun beni nasıl fark edip önümde durduğuydu. Biri araçtan el sallıyordu, Öykü olduğunu düşündüm. Diğeri el sallamıyordu, Öykü olmadığını düşündüm. Yine de içeriye birkaç saniye bakabildikten sonra kapıya yöneldim. Ön koltuktaki kadın aşağı indi, atik bir hareketle boşalan yere oturdum… Daha sonra benim de inmemi istedi. Oturma sırası onda diye düşündüm ve indim. Koltuğu ikiye katladı, eliyle klas bir hareket yaparak arka koltuğu işaret etti. Ne teknoloji ama…
Durumu hızlıca toparlamak adına, yerime kurulduktan sonra kendi kitaplığımdan çaldığım Özdemir Asaf kitabını Öykü'ye takdim ettim. Kitap için gelişi güzel bir teşekkür savurduktan sonra bana geri uzattı ve boş bir yere koymamı istedi.
İsteğini yerine getirerek ne yapacağımızı sordum. Eğlence mekanında çalışan bir arkadaşının yanına uğrayacağımızı belirtti. Yol boyunca (üç dakika) bir daha konuşmadım ve gecenin hangi yatakta son bulacağı üzerine hülyalara daldım. Kontak kapanınca geri çıktım. Şehirdeki iki gece kulübünden birinin kapısındaydık. Üçüncü şahıs ve Öykü kıyafetlerini arabada bırakarak inerek bana yol açtılar. İkisi de sadeliğine karşın göz kamaştırıcıydı. Gecenin keyifli olacağına dair en ufak bir şüphe kırıntısı barındırmadan, ilerleyen saatlerde benimle yakın temas kuracak siyah giyimli birkaç dallamanın önünden geçerek kadınların peşinden içeri süzüldüm.
Önce boş gece kulübünde boş muhabbetler, sonra dolu gece kulübünde bomboş muhabbetler…
Saatin erken olmasından dolayı mekanda pek insan yok. Ben, üçüncü şahıs, müstakbel 'fuck buddy'm Öykü ve birkaç tane daha başka üçüncü şahıs. Gelsin üzüm suları, gitsin arpa suları. İçtikçe ferahlıyoruz. Esprilerini anlamıyorum. Neden bahsettiklerine dair hiçbir fikrim yok, yalnızca üzüm suyumu içiyorum, sevmediğim tarzda müziklerle ritim tutup ruh halimi düşürmemeye çalışıyorum.
Normal şartlarda içlerinde üç dakika dahi durmayacağım insanlara bakıp, söylediklerini dinlermiş gibi yaparken tek motivasyonum Öykü… Ara sıra kulağıma fısıldıyor, ne söylediğini anlamaksızın gülüyorum. Sıra bende. Kokusunu duyumsamak için boynuna sokuluyorum. Duymayacağını bildiğimden Sivas Kongresi'ni anlatmaya başlıyorum. O kadar mutlu ki, anlamışçasına mutlu…
Tüm bu ruhsal gel gitlerimin arasında masada sebebine anlam veremediğim bir tartışma başlıyor. Önemsemiyorum. Tartışma hararetlendikçe Öykü'nün olaya müdahil olduğunu görüyorum. Saatin ilerlemiş olmasından mütevellit etrafımız başka insanlar tarafından sarılmış durumda. Kaçacak yerimiz yok. Neyse ki görevliler tarafından bu sorun çözülüyor ve birkaç çığlık sesinin ardından yaka paça dışarı atılıyoruz.
Sanatın değeri ve talihsiz olaylar…
Öykü yanımda sorun yok. Eve gidip sonunda baş başa kalabileceğiz diye düşünüyorum. Bu sırada siyah giyimli aşırı dallamalar 'Kimdi, hangisiydi?' şeklinde nedenini anlamadığım nidalar savuruyor.
'Bendim lan, bendim…' diye bağırdığımı hatırlamıyorum ama üzerime gelen üç kişinin geceden daha karanlık göründüklerine ant içebilirim.
Elleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Kendi aralarında tartıştıklarını düşünüyorum. Hatta araya girip 'Yapmayın' demiş bile olabilirim. Uzun zamandır kavga etmediğim için o esnada dayak yediğimi etraftakilerin tepki göstermesiyle anlıyorum. Ellerinin anlatım güçleri o kadar inceydi ki fotoğrafımı çekip yüzümü görmesem sanatlarının değerini hiç anlamayacaktım. Satış danışmanı Öykü bu esnada aracıyla sinyal vermeden köşeyi dönerek sıvışıyor. Polisi arayıp şikayet etmek istiyorum ama plakayı okuyamıyorum.
Yamuk ve kırık burnum, dişim, biri kapalı gözüm, ağrıyan boşluklarımla hastanenin yolunu tutuyorum. Gece ise yatak yerine sedyede son buluyor…
Tedaviden sonra yeniden ortamlardayız.
Bakalım bir sonraki buluşmamda nasıl bir derdin içine düşeceğim? Dört Nal Sarman'ı takipte kalın ????