Hrant Dink'in, kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin bulunduğu Şişli'de, Ogün Samast'ın silahından çıkan kurşunla öldürülmesinin üzerinden 13 yıl geçti. Dink'in ölümüne ilişkin yürütülen soruşturmalar sonucunda açılan dava ise hâlâ devam ediyor. Aradan 13 yıl geçmesine rağmen ölümü ilk günkü gibi hafızalarda yer alan Hrant Dink vurulduğu yerde anıldı.
Hrant Dink ilk olarak Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki mezarı başında anıldı.
Törene eşi Rakel Dink, oğlu Arat Dink, kardeşi Orhan Dink ve sevenleri katıldı mezarına çiçekler bırakıldı.
“Utanmak için geç değil”
Saat 15:00’te ise Agos'un eski ofisinin bulunduğu, Hrant Dink'in öldürüldüğü Sebat Apartmanı’nın önünde bir anma etkinliği başladı.
Üzerinde “Onüçüncü yıl utanmak için geç değil.” “Biz bitti demeden bu dava bitmez”, “Vazgeçmiyoruz Ahparig”, “Adalet istiyoruz” yazılı dövizler ve Dink'in fotoğrafları, eski gazete binasına asıldı.
Dink'in öldürüldüğü noktaya kırmızı karanfiller bırakıldı.
Katılımcılar Törende “Sarı Gelin” türküsü, Türkçe ve Ermenice olarak çalındı.
Dink'in öldürüldüğü saat 15.05'te saygı duruşunda bulunuldu.
Saygı duruşu sırasında her yıl olduğu gibi Hrant Dink'in kendi sesinden konuşması sunuldu.
Törene katılanlar, “Buradayız Ahparig”, “Hrant için adalet için” sloganları attı.
Anma konuşmaları yapıldı: “Hrant bize birbirimizi tekrar sevmeyi öğretiyordu”
İlk anma konuşmasını 1994 yılında öldürülen Yusuf Ekinci'nin oğlu, Toplumsal Bellek Platformu'ndan Sertaç Ekinci yaptı.
Ekinci şunları söyledi:
“Hrant Dink'in alçakça aramızdan alındığı o lanetli günün 13. yılında, yine aynı yerde, her gördüğümüzde boğazımızın düğümlendiği kaldırımda bir aradayız. Hrant Dink, bu ülkenin en çok ihtiyacı olan kardeşliğin sembolüydü. Sanırım bizden alınışının en büyük nedeni de buydu. Çünkü, bu ülkenin karanlık kalplilerinin ağızlarından düşürmedikleri birlikten çok, bölünmüşlüğe ihtiyaçları var. Biliyorlar ki, ancak bu şekilde kendi atlarını rahatça oynatırlar. Türkiye halklarının, ezilenlerinin bir araya gelmesi, en büyük korkularıdır.
Oysa Hrant bize birbirimizi tekrar sevmeyi ve Anadolu'yu baştan öğretiyordu. Sivas'ın ücra köyünde oturan Türk köylüsünün yıllar sonra oraya geri giden ve orada ölerek gömülen Ermeni kadınının cenazesine sahip çıkmasını anlatarak, Ermeni sorununun başkalarının değil bu ülkenin sorunu olduğunu ve kendi doktorumuzun sadece kendimiz olduğunu anlatarak….
İşte bu yüzden tehlikeliydi ve ortadan kaldırılmalıydı. Tıpkı ondan önce gelen yüzlerce aydının öldürülmesi gibi. Musa Anter, Uğur Mumcu, İlhan Erdost ve Tahir Elçi ve nicesi böldükleri için değil, tam tersine bu ülkenin ezilenlerini bir araya getirdikleri için öldürüldüler. Affedilmez suçları buradadır. Ve tam da bu nedenle hiçbirisinin katilleri ve onları azmettirenler gerçek bir yargılamaya tabii olmadılar. Ülkenin yüz akı aydınları jet yargılamalarla ve fabrike edilmiş delillerle mahkum edenler, öldürülen aydınların katillerinin yargılandığı dosyaları yıllarca uzattılar, delilleri kararttılar ve her türlü hukuki kuralı çiğnediler.
Bu yargılamaların son halkası olan babam Avukat Yusuf Ekinci'nin de aralarında bulunduğu bir dizi Kürt aydınının 90'lı yıllarda öldürülmesine ilişkin dava geçtiğimiz ay sonuçlandı. Cinayetlerin yalnızca devletin elinde bulunan silahlarla işlediği ispat edilmişken ve bu cinayetleri işleyen şahıslardan birinin açık itirafları ortadayken, davada yargılanan tüm sanıklar beraat etti.
Bu, bizim için şaşırtıcı olmamalıdır.
Yıllarca bu ve bunun gibi cinayetlerin mağdurları adalet arayışlarını sonuçsuzca devam ettirdiler. Eğer gerçekten demokratik, hukukun egemen olduğu bir ülkede yaşıyor olsalardı belki çağrıları cevap bulurdu. Oysa artık bilmeliler, aradıkları adaleti hiçbir şekilde bulamayacaklar. Aradıkları sürece de bulamayacaklar.
Saygıdeğer dostlar, biz de bilmeliyiz. Eğer adalet arıyorsak bulamayacağız. Çünkü vermeyecekler. Adalet, Türkiye'nin tüm ezilenlerinin bir araya gelip, hukukun üstün olduğu bir ülke için mücadele etmediği sürece de tesis edilmeyecektir. Öyle sanıyorum ki Hrant Dink ve onun gibi yüzlercesinin bize bıraktığı son vasiyet budur.
Kendisinin aziz hatırası karşısında saygı ile eğiliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.”
“Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu”
Daha sonra Hrant'ın Arkadaşları adına insan hakları savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı konuştu.
Fincancı şunları söyledi:
“Sevgili dostlar, Ahparig Hrant’ın o kocaman güzelim ailesi, 'bir çocuktan katil yaratan karanlık” diyebilen yüreğiyle sevgili Rakel Dink, sevgili Hrant’ın hak mücadelesini geleceğe taşıyan güzelim çocukları, arkadaşları, arkadaşlarımız,
'Kötülüğe karşı duyulan nefret yüzünü çirkinleştirir insanın/Haksızlığa karşı bağırmak sesini kabalaştırır' demiş ya Brecht, bu geçen 13 koca yılda faili meşhurlarını bizlerden köşe bucak kaçıran o devlet erkine karşı bağırmak, haksızlıklara karşı bağırmak kabalaşmadan sayılır mı? Hak mücadelesinin kendisi, dayanışmasıyla ezilenlerin inceliği değil de, nedir? Yüzbinlerin İstanbul’dan sel gibi akıp 'Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz' diye yükselen sesinde kabalık olabilir mi? Hrant için, adalet için 13 yıldır mücadele eden arkadaşları nicedir hakikati bu topraklardan sürgün etmiş erke rağmen hakikatin değerini hatırlatıyor hepimize. Hakikat arayışı bitmiyor, bitmedi hiç. Cumartesi annelerini meydanlardan sürseler de, hakikati haykıranları hapsetseler de, insanlığa karşı suçlarla sindirmek için üzerimize gelseler de, hakikati haykırmaktan vazgeçmemişti ya Hrant, vazgeçmeyeceğiz öyleyse hiçbirimiz. Kötülüğe karşı nefret değil bizimkisi. Bitimsiz bir mücadele. Kötülüğün sıradanlığına kapılmasın insan, hakları için mücadele etsin, boyun eğmesin erke.
Bundan tam 13 yıl önce 18 Ocak gecesi o dönem Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı olan canım abim Yavuz Önen ile akşam yemeğinde buluşmuşlardı. Hayallerimiz vardı. Bizler bir yandan enstitü hayalimizin ucundan, hak ihlallerinin etkili soruşturması, belgelenmesi için eğitici eğitimi yaparken, onlar da Travma ve İnsan Hakları Enstitüsü hayallerimizi paylaşmışlardı yemekte heyecanla. Sonra 19 Ocak 2007, saat 3’ü 5 geçe zaman durdu hepimiz için. Şaşkındık, birlikte kurulan hayallerin sıcaklığı hala yüreğimizde… O hayallerden hiç vazgeçmedik, adım adım ilerledik o günden bugüne.
Çünkü bu toprakların yarası hiç kapanmadı. Kapanması bir yana, her gün yeniden kanırtan bir devlet erki ile yaşamak zorunda kalıyoruz. Daha birkaç gün önce kayıplara karıştı Keldani bir çift, Süryani Mor Yakup Manastırı rahibi Aho’yu gözaltına aldılar. Kılıçtan geçirmek, çöllere sürmek yetmedi, her gün yeniden yaşasın o güvercin tedirginliğini Türkiyeli Ermeniler diye elinden geleni ardına koymadı devlet erki. Yaşadıkları mahallelerin adı Bozkurt, caddesi Ergenekon, okulları Talat Paşa nam, soykırım Osmanlının ama iade-i itibar Türkiye Cumhuriyetinin oldu. Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Sıra Kürtlere geldiğinde havan mermileri ile delik deşik ettikleri evlerin duvarlarına yazılama yaptı devletin memuru.
Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu. Sözümüz var Hrant’a, yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu. Yarın yüzleştiğimizde, küçük Eichmann’lar yalnızca emre itaat ettiklerinden dem vurup sıradanlaştırmaya çalıştığında kötülüğü, utanmak için geç değil, evet ama kötülüğü tanımalı ve sahiplerini bir bir ortaya koymalıyız. Hrant için, adalet için!
Sevgili Yıldırım Türker Bahçe’sinin köşesinden derlediği yazılarından ilkinde “Hayatı savunmak adına durmadan kötülüğü tartmak zamanla insanın ruhunu köreltebilir. Uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra gözleri kamaşan adamın körleşmesi gibi.”, diyor ama, o karanlıkta kötülüğü seçebilmek Saramago’nun körler ülkesinde gören göz olmayı gerektiriyor. Görmek, göstermek hakikati…
Buradayız, vazgeçmiyoruz Ahparig.”
Anma töreninden fotoğraflar
Hrant Dink sosyal medyada da #HrantDink etiketiyle anıldı