Üç yılı aşkın süredir sürekli olarak soruşturma, dava, tutuklama, ceza, disiplin soruşturması, ihraç baskısı altında bulunan, toplumun önüne atılarak kriminalize edilen akademisyenlerin özellikle İstanbul’da yargılandıkları davalarda beraat kararları duruşmasız olarak bile veriliyor.
Ancak İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesi, bu tabloda bile sorumluluk almaktan kaçındı ve KHK ile ihraç edilen akademisyen Lülüfer Körükmez’in davasında yetkisizlik kararı verdi. Mahkeme’nin bu kararı Yargıtay’ın yetkili mahkemeyi belirlemesi, yetkili mahkemenin de davayı yeniden görmesi anlamına geliyor. Bu da yargılamanın aylarca uzaması, akademisyen Körükmez’in beraat edememesi anlamı taşıyor.
Anayasa Mahkemesi kararından sonra bir grup gazetenin başlattığı kampanya malum… Ülkenin en üst mahkemesini hainlikle suçlayan, 8’e 8 sonuçlanan oylamada “hak ihlali” kararı çıkmasını sağlayan oyu kullanan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ı teröre destekle itham eden bu haberlerin yapılma nedeni malum.
Ancak bir mahkemenin, anayasal zorunluluğa rağmen Anayasa Mahkemesi kararını görmezden gelmesi, yokmuş gibi davranması, hâlâ yetki tartışması yapması anlaşılabilir değil. Bu tutum, olsa olsa birilerine hoş görünmek, bir yerlere mesaj vermekle açıklanabilir.
Tıpkı Barış Akademisyenleri ile ilgili toplu bir karar açıklamaktan çekinen OHAL Komisyonu’nun tutumu gibi. Kendisini Anayasa Mahkemesi ile bile bağlı saymayan komisyon da uzun süredir sessiz. İhraç edilen imzacı akademisyenlerle ilgili olumlu değerlendirmeler yapıldığı kulisleri var ancak komisyonun toplu olarak bu ihraç kararlarını kesin bir sonuca bağlaması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra üç yılı aşkın süredir görüş açıklamaktan başka hiçbir eylemi olmayan bu insanlara ne yapıldığını tartışmak yerine sessizliğe bürünmek de makul nedenlerle açıklanamıyor.
Bu süreçte sesi biraz olsun duyulmamış, çocuklarına, ailesine bakabilmek için yapmadığı iş kalmamış, hastalanıp yaşamını yitirmiş, intihar etmiş, özellikle de bazı Anadolu üniversitelerinde tehdit ve baskılarla boğuşmuş yüzlerce akademisyenin yaşadıklarını telafi etmenin mümkün olmayan yolları aranacakken, insanlar hâlâ çıkacak kararları beklemek zorunda kalıyor.
Hem mahkemelerin hem de komisyonun yapması gereken bir an önce beraat ve işe iade kararlarını vermek, yaşamlarından çalınan insanların maddi haklarının ödenmesini sağlamak, manevi zararlarını gidermeye çalışmak.
Aksi her türlü uygulama, belki günü kurtarmaya yarayabilir ancak bu sürecin sonunda mutlaka, bütünüyle haklı bulunacak akademisyenlere yapılanları artırmaktan başka sonuç vermez.