Eski Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarıyla yeni gündemde. BBC Türkçe, Ağar’ın hayatını kaleme aldı.
BBC Türkçe’nin Mahmut Hamsici imzalı haberi şöyle:
Bu iç içe olma hali, Ağar’ın dünyaya geldiği güne kadar uzanıyor.
Ağar’ın babası Zülfü Ağar, bir dönemin önemli emniyet müdürlerinden.
1960 öncesi dönemin başbakanı Adnan Menderes’e, genel olarak da Demokrat Parti geleneğine yakın bir isim.
Mehmet Ağar da 1951’de, babasının o dönemki Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın koruma müdürü olması nedeniyle devletin kalbinde, Çankaya Köşkü’nün lojmanlarında dünyaya geliyor.
1968’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi yani Mülkiye’ye giriyor. O dönem babasını kaybettiği için Emniyet bursuyla okuyor. O yıllar, devrimci gençlik hareketinin üniversitelerde güçlendiği bir dönem.
Yıllar sonra bir röportajında söylediğine göre, Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’le okulda top oynuyor. Ağar’ın ilerideki hayatında ise solla mücadele önemli bir yer tutacak.
Babasının izinde
Ağar’ın kariyerine başlamasından kısa süre önce, 12 Mart 1971’de hükümete muhtıra veriliyor.
1970’lerin en önemli emniyet müdürlerinden biri Şükrü Balcı.
70’lerde mafya ile ilişkileri olduğu iddia edilen Balcı, 16 Mart 1978’de ülkücü bir grubun solcu öğrencilere yönelik yaptığı Beyazıt Katliamı nedeniyle de hakkında soruşturma açılmış bir isim.
Ağar da ilerleyen yıllarda Balcı’nın yanında yetişecek.
1972’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olan Ağar, üniversite sonrası önce Emniyet Genel Müdürlüğü’ne giriyor ama bir süre sonra kaymakamlığa yöneliyor.
Ancak üniversite yıllığında arkadaşlarının yazdığı gibi “en büyük ideali, babasının izinden yürüyerek Emniyet saflarına geçmek.”
Ankara’nın Delice ilçesinde kaymakamlık yaparken 1980 yılının Ocak ayında, İstanbul Emniyet Şube Müdür Muavinliği’ne geçiyor. Siyasi Şube Müdür Muavini oluyor.
O dönem İstanbul Emniyet Müdürü koltuğunda Şükrü Balcı var. Ağar, onun yanında deneyim kazanıyor.
12 Eylül sonrası yükseliş
12 Eylül 1980 darbesi, Ağar İstanbul Emniyeti’ndeyken oldu.
Bu kritik eşikte Ağar kariyerinde yükseliyordu.
Önce Personel Şube Müdürü, sonra Asayiş Şube Müdürü ve sonra da İstanbul Emniyet Müdür Muavini oldu.
İşkence ve yargısız infaz eleştirileri
Ağar’ın görevde olduğu bu dönem, sol görüşlü birçok kişinin İstanbul Emniyeti’nde işkence gördüğü ya da öldürüldüğünün iddia edildiği bir dönem.
Bazı olaylar yargıya da taşındı ve bundan dolayı ceza alan polisler de oldu.
Ancak bunların ucu Ağar’a dokunmadı.
Ağar’ın sesini televizyonda duyduklarında basına konuşup Ağar’ın işkencecileri olduğunu öne sürenler oldu.
Ağar 2016’da ise bu dönemle ilgili, “sol örgütlerin arkasında Rusya’nın olduğunu düşündüğünü, öyle şartlandığını ancak sonra Sovyetlerin bir tek TKP’yi desteklediğini gördüğünü, TKP üyelerinin de ellerine bıçak bile almamış, düzgün fikir insanları olduğunu” söyleyecekti.
Birinci MİT raporu
1988’de birinci MİT raporu olarak tanımlanan rapor, çeşitli basın kuruluşlarını gezdikten sonra kamuoyuna sızdı.
Raporu kamuoyuna duyuran, başında o dönemin yasaklı siyasetçisi Doğu Perinçek’in bulunduğu 2000’e Doğru dergisiydi.
Raporda, polis içindeki çekişme ve mafya-polis-kamu görevlileri ilişkileri ele alınıyordu.
Rapora göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğü üst düzey kadrosu yer altı dünyasıyla yakın ilişki içindeydi ve bu ilişkinin koordinatörlerinden biri de Mehmet Ağar’dı.
Yer altı dünyasının, o dönem ANAP’ın tedbirleri karşısında muhalefet partileri SHP ve DYP’ye yöneldikleri, bunu özellikle DYP konusunda başardıklarını yazıyordu rapor.
Birçok yorumcuya göre belge, devletin MİT ve Emniyet merkezli iki kanadının çatışmasının sonucuydu.
İddialara göre MİT kanadında Hiram Abas, Mehmet Eymür ve sonradan Ağar’a yakınlaşacak Korkut Eken gibi isimler, Emniyet kanadında ise Şükrü Balcı, Ünal Erkan ve Mehmet Ağar vardı.
Rapordaki bilgilerin kaynağı olduğu öne sürülen Tarık Ümit, 1995’te kaçırıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
‘Papatya bürokrat’ tabiri
MİT raporu, Ağar’ın yükselişini durduramadı.
Ağar, raporun ardından Ankara’ya geçti ve 1988’de yani henüz 37 yaşında Ankara Emniyet Müdürü oldu.
Bu dönemde ANAP’la yakın ilişki kurdu.
Başbakan Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın programlarının iyi bir takipçisiydi.
Semra Özal liderliğindeki kadın vakfının “Papatyalar” olarak anılması nedeniyle Ağar’a da kulislerde “Papatya Bürokrat” lakabı takıldı.
90’lara hızlı başladı
Ağar, 1990’lara da hızlı bir giriş yaptı.
1990’da İstanbul Emniyet Müdürü oldu.
Bu dönemde yine birçok yargısız infaz ve işkence iddiaları gündeme geldi.
İnsan hakları kuruluşlarından, birçok operasyonda zanlıların yakalanma imkanı varken “ölü ele geçirilmelerine” büyük tepki geliyordu.
O ise hayatı boyunca hiçbir gayri resmi emir vermediğini söyleyecekti.
Kırcı’nın nikah şahidi
Güneydoğu’daki yaygın Nevruz eylemlerinin yeni bir dönemi işaret ettiği 1992 yılında Erzurum Valisi oldu Ağar.
Göreve geldiği yıl ülkücü Haluk Kırcı’nın nikah şahitliğini yaptı.
1978’de Ankara’da Türkiye İşçi Partili yedi gencin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı nedeniyle yargılandığı davada idama mahkûm edilmişti.
1991’de tahliye edilen Haluk Kırcı’nın “yanlışlıkla tahliye edildiği” ortaya çıkmış ve Kırcı aranmaya başlanmıştı.
Ağar, ilerleyen yıllarda Kırcı’yı tanımadığını söyledi.
Kritik yılda Emniyet’in başında
1993, faili meçhul cinayetler, suikastlar, yargısız infazlar vs. açısından çok uzun süren bir yıl oldu.
Ağar da 1993 yılında, henüz 42 yaşındayken Emniyet Genel Müdürü oldu.
Uğur Mumcu o yıl öldürüldü.
Eşi Güldal Mumcu, bir görüşmelerinde Mehmet Ağar’ın cinayetle ilgili olarak “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi. Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” dediğini söyledi.
Ağar ise bu sözleri söylediğini inkar etti.
‘Özel savaş’ anlayışı
Ağar, PKK’ya karşı savaşta özel birliklerin kullanılmasını savunuyordu.
Ona göre özel polis birlikleri de bu savaşta rol oynamalıydı.
Bu önerileri Milli Güvenlik Kurulu’nun önüne geldi.
Bu kapsamda, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekât Daire Başkanlığı’nın kurulmasını sağladı.
Bu dönemde Ağar’ın davetiyle Korkut Eken, özel timlerin eğitiminde görev aldı.
Özel timciler bu dönem medyaya, sarkık bıyıkları ve üç hilalli yüzükleriyle çekilen fotoğraflarıyla yansıyordu.
Ağar ilerleyen yıllarda bu dönemde “bin gizli operasyon yaptıklarını” belirtecek, 2016’da bunun kendisine sorulması üzerine “Hayır, gizli değil, bin istihbarat operasyonu” diyecekti.
Hizbullah yaklaşımı: ‘Operasyon faydalı olmaz’
1990’lar, Hizbullah örgütünün özellikle Güneydoğu Anadolu’da etkin şiddet eylemleri düzenlediği yıllardı.
PKK ile sık sık karşı karşıya gelen bu örgütün devlet için bazı ağlar tarafından desteklendiği iddiaları o dönem basına yansımıştı.
Öyle ki grup için “Hizbul Kontra” kavramı kullanılıyordu.
İlerleyen yıllarda ortaya çıkacak belgelere göre Ağar, 1993’te dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e grupla ilgili iletilen bir uyarı mektubunun değerlendirmeye alınması ardından, ilgili birimlere örgüt üyelerine operasyonu önermeyen bir açıklama yolladı.
Açıklamada, “Hizbullah örgütü stratejisi gereği güvenlik kuvvetleri ve devlet aleyhine herhangi eylemden kaçınmaktadır” diyen Ağar, “yakalama amaçlı bir operasyonun bu aşamada beklenen faydayı sağlamayacağını” belirtiyordu.
90’lar ve faili meçhul cinayetler
Bu dönemde Güneydoğu’da PKK ile mücadele adına faili meçhul cinayet, köy yakma gibi olaylar yaşandı.
2010’lu yılların başlarında, eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın, 1990’larda bölgede birçok faili meçhul cinayeti işlediklerini açıklayacak, bunların devletin bilgisi dahilinde yapıldığını öne sürecek ve bu açıklamalar ardından bir soruşturma başlatılacaktı.
1993 aynı zamanda Tansu Çiller’in başbakanlığa geldiği yıldı.
Ağar, Çiller’den büyük destek alıyordu.
Çiller o yıl yaptığı bir açıklamada, ellerinde PKK’ya haraç veren iş adamları ve sanatçıların bulunduğu bir liste olduğunu belirtip onlardan hesap soracaklarını söyledi.
Bir süre sonra bazı Kürt iş insanlarının ölüm haberleri gelmeye başladı.
Bu kişilerden bazıları, Adapazarı-İzmit-Sapanca üçgeninde failleri meçhul şekilde öldürüldü.
Behçet Cantürk’le başlayan süreçte öldürülenler arasında HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan da vardı.
Siyasete hızlı geçiş
Ağar, 1995’te siyasete girdi. Hızlı bir giriş oldu bu.
1995’te DYP Elazığ Milletvekili seçildikten sonra Refah-Yol hükümetinde önce Adalet sonra da İçişleri Bakanı oldu.
Kamuoyu Ağar’ı siyasete girdikten sonra daha yakından tanıdı.
O dönem kendisini takip eden gazetecilere göre Ağar her daim soğukkanlı, kendinden emin, bulunduğu her ortamda otorite kuran bir izlenim veriyordu.
İkinci MİT raporunda doğrudan hedefteydi
1996’da ise Türkiye kamuoyu, ikinci MİT raporu olayıyla tanıştı.
Kamuoyuna bunu açıklayan da dönemin İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek oldu.
İddialara göre bu rapor da yine iki kanadın geriliminin sonucuydu.
Özellikle Çiller ve Ağar hakkında önemli ifadeler içeren rapor, “Emniyet Genel Müdürlüğü’nce PKK ve Dev-Sol’a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir” cümlesiyle başlıyordu.
İkinci cümlede, “Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup genellikle eski Ülkücülerden teşekkül etmiştir” deniyor ve ardından ekleniyordu:
“Grup doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a bağlı olup Em. Gn. Md. Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir.”
Grup üyelerinin “teröre karşı faaliyet” görünümünde yurt dışına gidip gelerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddiası da yer aldı raporda.
Bu arada raporda, Sedat Peker’in de ismi “Ülkücü faaliyetler” notuyla yer alıyordu.
Öte yandan 1990’ların ikinci yarısında uyuşturucu kaçakçılığından hüküm giyen Hüseyin Baybaşin de o dönemde Mehmet Ağar’ın uyuşturucu kaçakçılığı içinde yer aldığını, bir marinayı kullanarak, yat limanı yakınlarında demir atan büyük gemilere mal yüklendiğini öne sürüyor ve ısrarla “Ağar, servetinin kaynağını açıklasın” çağrısı yapıyordu.
Ağar ise yıllarca bu iddiaları reddedecek, Baybaşin’in arkasında PKK olduğunu söyleyecek, en büyük uyuşturucu operasyonlarının kendi döneminde yapıldığını belirtecek, Lucky-S gemisi olayını buna örnek verecekti.
Susurluk kazası: Kamyon neye çarptı?
3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesindeki kaza, devlet-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döktü.
Birçok suçtan aranan, eski Ülkü Ocakları Derneği yöneticilerinden, sahte kimlikli Abdullah Çatlı; emniyet amiri Hüseyin Kocadağ ve Çatlı ile ilişkisi olan Gonca Us kazada ölmüştü. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralanmıştı.
Bagajdan, bazıları devlete ait olup kaybolan birçok silah ve mermi çıktı.
Ortaya çıkan görüntü, MİT raporuyla örtüşüyordu.
Kaza sonrası “derin devlet”, “Gladyo”, “kontrgerilla” gibi kavramlar kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Ağar, kazadan kısa süre sonra istifa etti. Ancak istifa gerekçesi, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın Libya gezisine tepki ve kızının sağlık durumu olarak aktarıldı.
Meral Akşener kendisinden görevi devralırken, “Ağar’ın yükselttiği çıta aşağı düşürülmeyecektir” dedi.
Komisyondaki cevaplarında devlet vurgusu
Ağar, 16 Ocak 1997’de TBMM’deki Susurluk Komisyonu’nda soruları yanıtladı.
Her zamanki gibi tok sesiyle soğukkanlı ve kendinden emindi.
Bazı kritik sorulara, bunların yargıya intikal ettiğini belirterek cevap vermedi.
Bazı konuları hatırlamadığını söyledi.
Ağar bir dönem devlet içinde kendisine “terörle” ilgili olarak, “Bu işi bitirin de ne yaparsanız yapın Allah aşkına” dendiğini söyledi.
Devlete hizmet vurgusu yaptı ve “Bir tek düstur öğrenmişiz, boğazımızdan geçmemek kaydıyla her türlü riski de sırtımızda taşımak suretiyle, devlete, millete hizmet etmişizdir” dedi.
Abdullah Çatlı ile ilgili sorulara verdiği yanıtların bir noktasında, “Ben, alt kademelerde çalıştığım dönemde, hep sol terör örgütleriyle ilgili bölümlerde çalıştım; yani, sağ terör örgütleriyle ilgili bölümlerde hiç çalışmadım, özellikle İstanbul Birinci Şube Müdür Muavini olduğum dönemde. Dolayısıyla, sol terör örgütleriyle ilintili olan kişilerin hepsini tanırım; fakat, bu kesimde tanıma şansım olmamıştır” diye konuştu.
Bu dönemde Susurluk’la ilgili yargı süreçleri başladı.
Ağar’ın da yargılandığı davada Özel Harekat Başkanlığı’na alınan bazı silahların kaybolması, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesi, Abdullah Çatlı’ya pasaport verilmesi, MİT mensubu Tarık Ümit’in öldürülmesi gibi konular ele alınıyordu.
DYP liderliği ve ‘düz ovada siyaset’ çıkışı
Ağar bu arada 1999 seçimlerinde Elazığ’da yüksek bir oy oranıyla bağımsız milletvekili seçildi.
2002’de ise DYP’nin başına geçti.
Tanıyanların aktardığına bakarsak, Ağar döneme uygun siyasi manevralar yapabilen, hatta esnek biri oldu.
2005’te Batman DYP’nin bir yemek gecesinde Kürtçe türkü ya da bir yıl sonraki “Dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsın” çıkışı bunun örneklerinden oldu.
2007’de DYP ve Erkan Mumcu liderliğindeki ANAP birleşme kararı aldı.
Yeni parti, DYP’nin adını değiştireceği Demokrat Parti (DP) olacak, Genel Başkan Ağar olurken, Erkan Mumcu ise Eş Başkan olacaktı.
Ancak aradaki krizler büyüdü ve 2 Haziran’daki ANAP kongresinde beklenen fesih kararı çıkmadı.
O gün salonda Ağar da beklenmiş ama gelmemişti.
Ağar kongre yerine Türkçe Olimpiyatları’na katılmış, konuşmasında etkinliği övmüş ve Fethullah Gülen’den de “Hocaefendi” diye bahsetmişti.
Yaşananlar nedeniyle Ağar ve Mumcu, birbirlerini suçladı.
2007 seçimlerinde DP barajı geçemeyince istifa etti Ağar.
Halefi Süleyman Soylu oldu.
2007’de Ergenekon davası başladığında kamuoyunda “Ağar da Ergenekon’dan yargılanacak mı?” sorusu gündeme geldi.
Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Aynı yıl Ağar, aktif siyasetten uzaklaştı.
‘Olağan dışı’ cezaevi günleri
Susurluk davasında sona gelinirken 2011’de “Kusurumuz olduysa bilerek değil, hizmetin kendisinden kaynaklanan hizmet kusurlarıdır” açıklamasını yaptı.
Davada Ağar’a, “cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturduğu ve yönettiği” gerekçesiyle beş yıl hapis cezası verildi.
2012’de Ağar’a hapis yolu göründü ama bu süreç de başından itibaren olağanüstüydü.
Adalet Bakanlığı Bodrum’da yaşayan ailesine yakın olması için Ağar için Aydın, Yenipazar’daki hapishaneyi belirledi.
Girişte basına konuşup, cezaevinin bir vatan görevi olduğunu belirtti ve “Allah devlete ve millete zeval vermesin” dedi.
Bu arada Ağar gitmeden cezaevinde tadilat yapılmış, kendisi için özel bir bölüm oluşturulmuştu.
Cezaevi yakınlarına bir helikopter pisti dahi inşa edildi.
Siyaset ve spor dünyasından birçok ziyaretçisi oldu bu dönemde Ağar’ın.
O dönemki yeni yargı paketine dayanarak 1 yıl 4 gün hapis yattıktan sonra tahliye edildi.
Cezaevi çıkışında bekleyen gazetecilere konuşurken yine “devlet” kavramına başvurdu:
“Devlet ‘Gel’ dedi geldik, ‘Git’ dedi gittik.”
15 Temmuz sonrasında ‘devletin merkezine’ geri mi döndü?
Ağar, Haziran 2011’de AKP’ye desteğini açıkladı.
Hapis sonrasındaki dönemde ise kamuoyu önüne pek çıkmadı.
2015’te Mayıs ayında, hiçbir siyasi parti liderinin katılmadığı, Kenan Evren’in cenaze töreninde boy gösterdiğinde gazetecilerin sorusuna “Siyaseti bıraktım” cevabını verdi.
Ancak iddialara göre giderek AKP’ye yaklaşıyordu.
1 Kasım 2015 seçimlerinde Ağar, yine AKP’ye destek açıkladı.
Göz önünde olmama görüntüsü ise 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle birlikte değişti.
Girişimden günler sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutunun da bulunduğu Üsküdar Kısıklı’daki Demokrasi Nöbeti’nde sahneye çıkması manidar bulundu.
Bu arada darbe girişiminden kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı görevine, yakın ilişkisi olduğu öne sürülen Süleyman Soylu geldi.
Soylu ise yıllar sonra Habertürk’te gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 1990’larda DYP içinde olduğu dönemde Ağar’a karşı hareket ettiğini, 2000’lerde de Ağar’a muhalefet ettiğini, bir devlet bürokratının sivil siyasette yer almasına hep karşı çıktığını söyleyecekti.
Darbe girişimi sonrası bürokraside özellikle Gülen Yapılanmasına mensup olmakla suçlanan kadroların tasfiyeleri hız kazandı.
Bu dönemde Ankara’da siyaset kulislerinde, Ağar’ın hükümete güvenlik konularında gayrı resmi olarak danışmanlık yaptığı söylentileri yayılmaya başladı.
İddia edildiği kadarıyla Ağar tasfiyelerle boşalan bazı emniyet kadrolarının kimlerle doldurulacağında rol üstleniyor, güvenlik konusunda deneyimlerini Ankara bürokrasisiyle paylaşıyordu.
31 Mart 2019’daki yerel seçimler öncesi, İstanbul Yenikapı’da düzenlenen Cumhur İttifakı’nın mitingine Mehmet Ağar da katıldı.
Miting öncesi Ağar ve Erdoğan’ın yakın sohbette olduğu görüldü.
Kendisi yıllar içinde AKP’ye daha da yaklaşırken oğlu Zülfü Tolga Ağar da siyasete girmişti.
Sitesindeki bilgilere göre 2014 yılında partiye üye olan Tolga Ağar, 2018 Haziran seçimlerinde ise AKP Elazığ Milletvekili seçildi ve 2019’daki “Cumhurbaşkanı denince bize, acayip, çok korkunç bir şey, Allah gibi geliyor” sözleri kamuoyunda çok konuşuldu.
Yalıkavak Marina’da çekilen fotoğraf ne anlatıyor?
16 Ekim 2020 tarihinde sosyal medyada Bodrum’daki Yalıkavak Marina’dan paylaşılan bir fotoğraf gündem oldu.
Karede; Ağar, Korkut Eken, organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş ve hapisten kısa süre önce çıkmış olan Alaattin Çakıcı ile eski Özel Kuvvetler Komutanı ve eski MHP milletvekili Engin Alan vardı.
Çakıcı’ya yakın Üzeyir Çakmaktaş, Twitter paylaşımında karedekileri “Türk Devleti ilelebet var olsun diye her zorluk ve meşakkati göğüsleyen, zindan dahil bu uğurda en ağır bedelleri ödeyen kahramanlarımız” diye tanıtıyordu.
Gazeteciler, bu fotoğrafın siyasi olarak ne anlama geldiğini günlerce yorumlamaya çalıştılar.
Peker’in iddiaları sonrası yeniden gündemde
Mehmet Ağar bugünlerde, kendisi gibi sürekli devletin kutsallığını vurgulayan, organize suç örgütü kurmak suçlamasıyla aranan Sedat Peker’in iddiaları sonrası yeniden gündemde. Ayrıca yargılandığı Ankara JİTEM davasındaki beraat kararları bozulmuş durumda.
Ve Ağar bir kez daha o ünlü soğukkanlılığıyla “İnsan yaptığından korkar, yapmadığından değil. Benim çok şükür korkacak hiçbir şeyim yok” diyor.
Devletin kendisiyle ilgili istediği araştırmayı istediği zaman yapacağını söylüyor. Oğlu Tolga Ağar’ın tweetinde ise yine “devlet” vurgusu var:
“Biz vatan, devlet, bayrak, namus ve şeref için ölmeyi göze alanların torunlarıyız, çocuklarıyız.”
Aslında oğul Ağar, bu sözlerle babasının da on yıllardır yaptığı savunmayı sürdürdüğünü gösteriyor.
Türkiye’de on yıllardır mafya-siyaset-devlet-sermaye ilişkisiyle ilgili suçlananlar savunmalarında, “devlet” kavramına başvurmaya devam ediyor.