Yeni Akit gazetesi muharriri Abdurrahman Dilipak, “Sabahtan akşama toplumsal medyada yolsuzluk, rüşvet, torpil, Covid konuşuyor beşerler, en acısı da ‘çaresizlik’ duygusu” fikrini lisana getirdi.
Dilipak yazısında, “Eskiden ‘Sakarya’ şiirini okurduk “Heyecan ve umut”la ancak artık ezgilerin yerini hüzün dolu müzikler almaya başladı. O şiirleri eskisi kadar rahat ve coşkulu okuyamıyoruz. “Sükut-u hayal”in yorgunluğu çöktü üstümüze. Sabahtan akşama toplumsal medyada yolsuzluk, rüşvet, torpil, CoVID konuşuyor beşerler. En acısı da “çaresizlik” duygusu. “Tuz kokmuşsa” ne yapacaksınız ki. “Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an / Kehkeşanlara kaçmış, eski güneşleri an” “Sakarya saf çocuğu pak Anadolu”nun genç insanları “yokuşlarda susadı” bugün.” sözünü kullandı.
Dilipak’ın yazısında bahsettiği Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Sakarya’ şiiri şöyle:
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, daima basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden parıltı akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Ancak Sakarya diğer, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum kutsal yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Artık dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani gerisine çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden ulu akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu meczup rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü palavra, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, tahminen çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, saf Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi baht;
Aldırma, bu türlü gelmiş, bu dünya bu türlü gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi daima angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..”