Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, eski Başbakan Necmettin Erbakan’ın bir kamu finans havuzu olduğunu hatırlatarak, “Ona benzer bugün devlette kamu personel havuzu oluşturmak gerek” tavsiyesinde bulundu. “Hızlı karar alsın diye başkanlık sistemine geçiyoruz, sonra da sürekli mevzuat ve bürokrasi üretiyoruz” diyen Dilipak, “Bu motor patlar. Hem gaza ve hem frene basarsanız olacağı budur” ifadesini kullandı.
“Özellikle de bakanların bakanlık dışındaki işlerden derhal el çektirilmesi gerek” diyen Dilipak’ın “Bu kadar bakan çok değil mi?” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bugünkü bakanlıklar ve mevcut bakanlar şu şekilde: Adalet Bakanı: Abdülhamit Gül, Dışişleri Bakanı: Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı: Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı: Hulusi Akar, MilliEğitim Bakanı: Ziya Selçuk, Sağlık Bakanı: Fahrettin Koca, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Fatih Dönmez, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı: Mehmet Cahit Turan, Çevre ve Şehircilik Bakanı: Murat Kurum, Tarım ve Orman Bakanı: Bekir Pakdemirli, Kültür ve Turizm Bakanı: Mehmet Ersoy, Gençlik ve Spor Bakanı: Mehmet Kasapoğlu, Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanı: Zehra Zümrüt Selçuk, Hazine ve Maliye Bakanı: Berat Albayrak, Ticaret Bakanı: Ruhsar Pekcan, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Mustafa Varank.
Toplam 16 bakan var. Bana kalırsa bakanlıkların sayısı çok fazla. Asıl, olmazsa olmaz bakanlıklar, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Savunma, Maliye, Sanayi ve İktisat, Maarif ve İçtimai İşler diye 8 bakanlık. Bu kadar yeter. İlk elenmesi gereken bakanlıklar Gençlik ve Kültür. İkisini de Maarif’e bağlamak gerek. “Milli Maarif” filan olmaz. Kültür’ün “Turizm”i Ekonomi Bakanlığına. Aile, Çalışma, Sosyal Hizmetler, Çevre ve Şehircilik İçtimai İşler’e, Ticaret ile Sanayi birleştirilebilir. Sağlık Sosyal İşlere, Gıda-Tarım, Orman, Enerji ve Maden, Ulaştırma, İktisat’a bağlanabilir aslında.
Tabi bekâra karı boşamak kolay. O kadar bakan olmak için sırada bekleyen varken 16’yı 8’e çekmek çok da akıllıca bir tercih gözükmeyebilir.. Olur, olmaz, o ayrı bir şey, ben sadece sizi bu konu üzerinde düşündürmek istiyorum.
Mesela, Besim Tibuk, futbol seyircisi gol atınca daha mutlu oluyor, adrenalini deşarj oluyor. “O zaman kaleleri büyütelim daha çok gol olsun” diyordu. Böyle düşününce bakanlıkların sayısını 32’ye, bakan yardımcılıklarını da 3 ile 5’e yükseltirsek aslında birileri bu işten çok daha fazla mutlu olabilir..
Bana göre, bakan yardımcılığı doğru ama mesela müsteşarlıkların kaldırılması yanlıştı. Bakan da, bakan yardımcısı da siyasi kişilikler, ama müsteşar bürokrat biri.
Mesela, Gümrük Maliyeye bağlı olmalı, ama Hazine Başkanlıkta olmalı. Mesela DPT daha aktif hale getirilip başkan yardımcısı üzerinden başkanlığa bağlı olmalı.
Kesinlikle Sayıştay’ın etkinliği artırılmalı. Yargının ıslahından sonra kesinlikle idaredeki ağırlığı artırılmalı. Başkanlık aşırı güçlendi, yargı ve yasama zayıfladı. Unutmamak gerekir ki, “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder” ve “Kontrol edemediğiniz güç, güç değildir”.. Fren hız kadar güçlü olmalıdır ve hız değişirken debriyaj geçişi tolere etmelidir. Ani virajlar ve dalgalı seyir, her zaman savrulma ve tepetakla olma riskini beraberinde değirir.
Medya ve STK, vakıf, dernek ve odalar, sendikalar aslında işin rot ve balansı gibidir. Balans bozulursa birileri şartları oluşturup “Balans ayarı” yapmaya soyunabilir. Rot ve balans tutmuyorsa o iş de tutmaz. “Rot ayarı, araç direksiyonu herhangi bir yöne çevrildiğinde tekerleklerin de aynı yöne bakıyor olmasını sağlayan ayardır. Dolayısıyla araç da direksiyonun çevrildiği doğrultuda hareket eder. Balans ise araç tekerleklerinin aralarındaki açı ve doğrultuların birbirine eşit olması durumudur.” Yani medya-STK’lar başka yöne bakarken yönetim başka yere bakıyor ya da gidiyorsa zıngırdamaya başlar. Böyle bir durum var zıngırdıyorsa ve siz bunu görmezden geliyorsanız sorun var demektir. Eğer rot ve balans bozuk ve zıngırdaması gerekirken zıngırdamıyorsa zaten vidalar gevşemiş, denge kontrolden çıkmış demektir ki, bu daha büyük bir felakettir. Yani çalması gerekirken çalmayan alarmı düşünün, bu öyle bir şeydir. Araç örneğinde gidersek ekonomi yakıt, sanayi aracın motorudur.
Bu arada bakmayın motor örneği verdiğime, ben araba kullanmayı bilmem.
Planlama yoksa halimiz akşama kadar ören, ördüğünü sabaha kadar söken kadının haline benzer. Kamuda “Ben adamıma güveniyorum” diye bir şey yok, olamaz. Kendi nefsinize bile güvenmeyecek, can evde oturacak, kapınız aralık duracak, pencerenizin camı yere yakın olacak. “Güvenmek güzeldir ama kontrol etmek daha da güzeldir.” Bu kural da sadece kendi sahip olduğun mal içindir. Yoksa kamu malı söz konusu olduğunda “Beni bana bırakma Rabbim” diye dua edecek, nefsinize bile güvenmeyeceksiniz! Vekâlet işlerinde mutlak itimat hükümsüzdür. Kendi nefsiniz de dâhil, hesap sormazsanız, hesap veremezsiniz. Herkes hesap verecek. Vekâleten görülen işlerde kimse “Layüs’el” değildir. Bu dünyada hesap verip helallik almayanlar öbür dünyada çok ağır bir hesapla karşı karşıya olacaklardır. Veda Haccı’nda Rasulullah, kimin kendinden alacağı varsa ya da haksızlığa uğradığını düşünen varsa gelip hakkını alması gerektiğini söylemiştir. Bu kural sadece adil Ömer için değil masum olan peygamber için de geçerlidir.
Aslında şu politika kurullarının stratejik kararlar alınması, bakanlığın ufkunu aydınlatması, ihtimal, maliyet ve risk analizleri yapmak gibi bir hedefi olması gerek. Bakanlıkla ilgili özerk ve özel kurumlarla görüşmeler yapıp eleştiri ve talepleri not edip çözüm arası gerek. İcra yetkisi bakanda. Aynı zamanda Politika Kurulu, bakan, yardımcıları, müsteşar ve daire başkanları ile stratejik kararların uygulanmasında ortaya çıkan ve muhtemel sorunlara ilişkin konjonktürel açıdan taktik revizyonlar için zaman zaman genişletilmiş divan toplantılarının yapılması gerek.
“Tek adam” görüntüsü ciddi anlamda bir risktir. Zaten bu konuda sabıkalıyız biliyorsunuz. “Monarşi”yi yıktık yerine “tek adam” rejimi kurduk, hem de hayat kaydı şartı ile(!?). Tabi “Hakimiyet millettindir”, o konuda şüphe yok!? Bir de “Tek parti”miz vardı. Maliye Bakanının soyadı da durduk yere “Kesebir” değildi!
Devlet işsizliği önleyeceğim diye, sürekli personel almaktan vazgeçmeli artık. Bir ülkede yasa ve buna bağlı bürokrasi ve bürokrat ne kadar çoksa işler o kadar gecikir, yolsuzluk artar, verimlilik düşer.
Erbakan’ın bir kamu finans havuzu vardı. Ona benzer bugün devlette kamu personel havuzu oluşturmak gerek. Hızlı karar alsın diye başkanlık sistemine geçiyoruz, sonra da sürekli mevzuat ve bürokrasi üretiyoruz. Bu motor patlar. Hem gaza ve hem frene basarsanız olacağı budur.
Özellikle de bakanların bakanlık dışındaki işlerden derhal el çektirilmesi gerek. Kamu ile özel iç içe geçince işler karışır. Bakanların ve üst düzey karar verici kamu bürokratlarının kendi birimlerinde, başka kamu görevlerinde ve memleketlerinde, kamuya iş yapan şirketlerde varsa aile bağları ve çıkar ilişkileri mutlaka yakın takibe alınması gerekir. Bu konuda bir yanlışlık olmayan durumlarda bile söylentiye kapı aralanır. Fitne fesat, gıybet, dedikodu böyle ortamlarda hayat bulur. Bazen bir şeyin şüyuu vukuundan daha beter bir hal de alabilir. Kulağa hoş gelen çözümler, gözyaşına sebep olan fitnelere kapı aralayabilir.
Dur! Niye “Milli Savunma”, “Milli Eğitim” var da, “Milli Ekonomi”, “Milli Kültür”, “Milli Sağlık” bakanlığı yok. Ya hu milli olmayan bakanlık mı olur. Ötekilerin başında “Milli” yoksa “eğitim” ve “Savunma”da niye var! Adalet, İçişleri, Dışişleri ve Maliye niye “Millî” olmuyor, eğer bu isimlendirme doğru ise. “Bir başkadır benim memleketim”. :)
Neyse, ben düşündüklerimi söyledim. Bu yetkiye sahip olanlar ve sizler düşünün. En azından, elimle bir şey yapamıyorum bari dilimle bazı şeyleri söylemiş olayım. Selam ve dua ile.