Şimdiye kadar Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Genelkurmay Ruhsal Harekat Daire Başkanlığı’nda vazife yapan Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Kısmı mezunu olan emekli Albay Alican Türk, 28 Şubat’ın bilinmeyenlerini anlattı.
Türk, “Yalnızca Abdullah Gül değil o periyot hükümette olan herkes açıklama yapmalıdır. 13 Mart 1997 tarihli Bakanlar Konseyi tutanaklarını açıklasınlar. Orada askerlerin olmadığı bir toplantıda alınan kararları millet duysun” dedi. “Çiller daha sonra bu kararların baskıyla alındığını söyledi. Şayet bir baskı varsa bu Çiller tarafından Erbakan’a yapılan baskıdır” diyen Türk, “Tansu Çiller MGK toplantısından sonra aylarca karşı çıkmadığı ve generallerle çok yeterli anlaşarak yürüttüğü 28 Şubat sürecini, Cumhurbaşkanı Demirel başbakanlık misyonunu kendisi yerine Mesut Yılmaz’a verdikten sonra bunu hazmedemeyerek darbe olarak nitelemeye başladı” diye konuştu.
“28 Şubat 1997’de MGK’da alınan kararlar daha sonra gelen hükümetler tarafından sulandırılmasaydı 15 Temmuz olmazdı, olay budur” diyen Türk, “Beraat edenlerden biriyim lakin haksızlıklara boyun eğebilen biri değilim. Ortada büyük bir adaletsizlik, haksızlık var. Yalnızca bu davanın sanığı olarak değil, bir vatandaş olarak reaksiyon gösteriyorum. İçinde olduğum için bu kararın ne kadar haksız, hukuksuz olduğunu yakından biliyorum” görüşünü lisana getirdi.
Türk son olarak, “28 Şubat Davası, cumhuriyetin temel kıymetlerini ve laiklik unsurunu taviz vermeden savunan TSK dahil bütün kuruluşlardan intikam alma davasıdır ve hala laikliği savunanlar varsa onlara da bir gözdağı verme davasıdır. Laik cumhuriyete, cumhuriyet bedellerine bağlı çevrelerin direncini kırmak, moralini bozmak ‘laiklikte diretmeyin, başınıza bu gelir’ algısı oluşturmak ve kendi tabanlarına ‘Darbeci generalleri nasıl içeri tıktık’ demeye dönük bir karardır” tabirlerini kullandı.
| Emekli Albay Alican Türk, Hacettepe Sosyoloji mezunu. Irak’ın kuzeyine düzenlenen “Çekiç 97 Harekatı”nda “Başarı Madalyası” aldı. 28 Şubat Davası’nda 12 Nisan 2012’de tutuklanıp Sincan Cezaevi’ne gönderildi. Şu anda cezaevinde olan emekli generaller Çevik Bir, Çetin Doğan ve bütün öbür kumandanlarla birlikte cezaevinde kaldı ve 14 ay sonra tahliye oldu. |
Sözcü’den Ruhat Mengi’ye konuşan Alican Türk’ün açıklamaları şöyle:
– Sayın Alican Türk; siz 28 Şubat’ta hangi görevdeydiniz?
O tarihte yüzbaşıydım. Genelkurmay Ruhsal Harekat Başkanlığı’nda bir proje subayıydım. İrtica benim ilgi alanımda da değildi, 40 yıl düşünsem bu davanın sanığı olacağım aklıma gelmezdi.
– Neden sanık olmuşsunuz?
Ruhsal Harekat Dairesi’nde misyon yapan çalışanın büyük çoğunluğunu bu kumpas davalarından birine monte etmişler. Birini Balyoz’a, başkasını Ergenekon’a, Poyrazköy’e… Benim talihime da 28 Şubat düştü. Batı Çalışma Kümesi üyesi olmakla suçlandım, ‘Hiç orada bulunmadım’ dedim. BÇG’yi yasa dışı kurulmuş ve hükümeti devirmekle vazifeli bir cunta yapılanması olarak tanımlıyorlar, bu türlü bir algı oluşturdular. İlgisi yok, büsbütün yasal çerçevede Genelkurmay Başkanlığı’nın tasarrufuyla, direktifleriyle kurulmuş bir çalışma kümesidir. Genelkurmay’da bu tip çalışma kümeleri her vakit vardır bundan sonra da olacaktır.
“Eğer bir baskı varsa bu Çiller tarafından Erbakan’a yapılan baskıdır”
– Abdullah Gül periyodun Refah Partili Devlet Bakanı’ydı, artık Abdullah Gül’ün açıklama yapması gerektiği söyleniyor, sizce yapmalı mı?
Yalnızca Abdullah Gül değil o devir hükümette olan herkes açıklama yapmalıdır. 13 Mart 1997 tarihli Bakanlar Heyeti tutanaklarını açıklasınlar. Orada askerlerin olmadığı bir toplantıda alınan kararları millet duysun. Çiller, Akşener, Turan Tayan; MGK’da bir baskı olmadığını mahkemede tabir ettiler. Çiller’e mahkemede “MGK’da size bir baskı yapıldı mı?” diye sorulduğunda “Kimin haddine” dedi. Bu Bakanlar Konseyi tutanağı son kitabım “Bitmeyen Sömürü”de var, birinci kere bir kitapta yer alıyor. Orada Çiller, hükümet olarak bu kararların nasıl ardında olduklarını ve kesinlikle önlemlerin alınması gerektiğini tabir ediyor. Başbakan Erbakan da “Sayın Başbakan yardımcıma motamot katılıyorum” diyor. Sonraki gün 14 Mart’ta Erbakan irtica ile aktif bir formda gayret edileceği kararlarının motamot uygulanacağını söylüyor. Çiller daha sonra bu kararların baskıyla alındığını söyledi. Şayet bir baskı varsa bu Çiller tarafından Erbakan’a yapılan baskıdır.
– Tansu Çiller’in devrin Genelkurmay Lideri Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya giderek “Bana takviye verin Refah’ı birlikte bertaraf edelim” dediği, Karadayı’nın ise “TSK siyasete karışmaz” karşılığını verdiği sonradan 2 gazetede haber olmuştu ve Tansu Çiller’in yanından ayırmadığı basın danışmanı Mehmet Bican’ın “28 Şubat’ta Devrilmek” isimli kitabında yer aldı. O periyotta sizin yanınızda da bu husustan kelam edilmiş miydi?
Evet bunu ben de o periyotta çeşitli kaynaklardan duydum. Daha sonra gazetelerden ve Çiller’in Danışmanı Sayın Mehmet Bican’ın kitabından da okudum. Sonra Çiller “Bu konuşmayı yapmamış olalım” dediğinde Karadayı, “Bu konuşmayı yaptıysak bizim zabıtlarımıza geçmiştir” yanıtını vermiş. Aslında Karadayı “TSK’nın siyaset dışında kalması için her çabayı göstereceğini” sık sık vurguluyordu. Batı Çalışma Kümesi’nin kuruluşunun duyurulduğu toplantıda da “TSK’nın irtica gayretinde siyaset yoktur, orduyu siyaset dışında tutmak için ne gerekiyorsa yapılmaktadır” denmişti, kamuoyunda birçok kere deklare edildi. Tansu Çiller ise MGK toplantısından sonra aylarca karşı çıkmadığı ve generallerle çok uygun anlaşarak yürüttüğü 28 Şubat sürecini, Cumhurbaşkanı Demirel başbakanlık vazifesini kendisi yerine Mesut Yılmaz’a verdikten sonra bunu hazmedemeyerek darbe olarak nitelemeye başladı.
Mesut Yılmaz, mahkemede Erbakan için ne dedi?
ANAP Genel Lideri Mesut Yılmaz 28 Şubat’ın yargılandığı mahkemeye gelmiş ve Erbakan’ın “adil sistem gelecek, kanlı mı olacak kansız mı” kelamı iç savaş çağrıştıran bir açıklamadır. Askerlerin tedirginlik duymaması zati mümkün değildir demişti. Erbakan’ın ve Refah Partililerin buna benzeyen birçok kelamı vardı. RP’li milletvekillerinin “şeriat gelecek, kan dökülecek, fıstık üzere olacak” gibisi büsbütün laik nizamı yıkmaya yönelik konuşmaları halkı da TSK’yı da kışkırtmak için kafiydi fakat TSK demokrasinin dışına çıkma taraftarı değildi.
28 Şubat 1997’de MGK’da alınan kararlar daha sonra gelen hükümetler tarafından sulandırılmasaydı 15 Temmuz olmazdı, olay budur. Mevzuyu anlamak isteyenlere benim ve Mehmet Bican’ın bu hususta yazdığı kitapları okumalarını öneriyorum. Türk’ün, “28 Şubat, Sincan’dan Tarihe Notlar” ve “Bitmeyen Sömürü-28 Şubat” isimli kitapları var.
“İçinde olduğum için bu kararın ne kadar haksız, hukuksuz olduğunu yakından biliyorum”
– 28 Şubat davasından beraat etmiş biri olarak açıklama yapmaktan huzursuz olmuyor musunuz?
Beraat edenlerden biriyim lakin haksızlıklara boyun eğebilen biri değilim. Ortada büyük bir adaletsizlik, haksızlık var. Yalnızca bu davanın sanığı olarak değil, bir vatandaş olarak reaksiyon gösteriyorum. İçinde olduğum için bu kararın ne kadar haksız, hukuksuz olduğunu yakından biliyorum. Yargıçların elindeki ispatlara bakarak karar vermesi gerekirdi, bakmadılar bile. Uydurma dokümanlar üzerinden karar verdiler. Ben esasen suçsuzdum, tutuklananlar da hatasız.
Bu davaya ait tek bir ıslak imzalı doküman yok. 1997 tarihli uydurma evraklarda Genelkurmay’ın numeratörle güvenlik numarası verdiği yazılmış. Halbuki Genelkurmay karargahı numeratörle güvenlik numarası vermeye 2002 Kasım ayında başlamış. Çevik Bir, Çetin Paşa ve öbür kimi kumandanların imzaları kopyala-yapıştır ile alınıp dokümanlar üretilmiş. Lokal mahkeme, istinaf mahkemesi ve Yargıtay bunları ciddiye almadı.
“FETÖ’yle gayret falan edilmiyor, üst seviye hiç kimseye dokunulmadı”
– Artık FETÖ yok, dava neden tıpkı süratle devam etti ve Balyoz’da olduğu üzere müebbet mahpus cezaları verildi?
Ben de soruyla cevap vereyim; şayet FETÖ bittiyse bu kadar hukuksuzluğun, adaletsizliğin sebebi ne? Bana nazaran FETÖ’yle çaba falan edilmiyor, üst seviye hiç kimseye dokunulmadı. Bankaya para yatırmış, okuluna öğrenci göndermiş zavallı alttakilere oldu olan. FETÖ’nün siyasi ayağına dokunulmadığı sürece FETÖ’yle uğraş edildiğine inanmak çok güç. Uzunluk boy fotoğrafları var, Türkçe olimpiyatlarını düzenleyenler, Gülen hocam özlüyoruz dönün diyenler, Pennsylvania’ya gidip ziyaret eden politikler. Onlara hiçbir şey sorulmuyor.
“Çevik Bir’in ‘İktidara balans ayarı yaptık’ üzere bir kelamı yok”
– Birlikte cezaevindeyken Çevik Bir Paşa neler anlatıyordu?
Odalarımız yan yanaydı. Tanklar sıkıntısı ve birçok mevzuyu konuştuk. ABD’de yaptığı konuşmada iktidarı eleştirdiği büsbütün palavra. Gazeteler manşet atınca Çiller metni istiyor. Dışişleri’nden gelen İngilizce metin ile gazetelerde yazılanlar ortasında fark olduğu görülüyor. ‘İktidara balans ayarı yaptık’ üzere bir kelamı yok. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı ziyarete gidiyor. Annan, TSK’dan övgüyle kelam ediyor ve “TSK’nın demokrasi için bir balans ögesi olduğunu” söylüyor. Çevik Bir, gazetecilerin sorusuna bu cümleyi söylüyor, onlar da bu kelamı “Sincan’da balans ayarı yaptık”a çeviriyor.
“28 Şubat laikliği savunanlara bir gözdağı verme davasıdır”
– 28 Şubat ile ilgili ve FETÖ’den tutuklanan, kaçan savcıların başlattığı dava devam ediyor. Anayasa Mahkemesi kararı şimdi çıkmamışken ansızın 14 generale verilen müebbet mahpus cezaları uygulamaya kondu. Bu davada da Balyoz kumpasında olduğu üzere FETÖ’nün ürettiği düzmece kanıtlardan kelam ediliyor. Bu mahpus kararına; rövanş, intikam, çeyrek yüzyıl evvel olmuş olayı gündemde tutmak yahut yeni bir gözdağı diyenler oldu. Sizce bunlardan hangisi hakikat?
Öncelikle bütün kumpas davalarında vefat eden arkadaşlarım için rahmet dilemek istiyorum. 10 Kasım 1994’te devrin Kayseri Belediye Lideri Şükrü Karatepe, katıldığı 10 Kasım merasimi dönüşünde bir açıklama yapmıştı, “Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sanmayın, resmi misyonum nedeniyle bugün bir merasime katıldım. Bu zulüm nizamı değişmelidir. Ey Müslümanlar, sakın ha içinizdeki kini nefreti eksik etmeyin” dedi. Daha sonra Erdoğan da “kindar ve dindar nesil” yetiştirmekten kelam etti. Yaş ortalaması 80 üstü olan generallere yapılan zulmü, bu nefretin, kinin bir modülü olarak görüyorum. 28 Şubat Davası, cumhuriyetin temel bedellerini ve laiklik prensibini taviz vermeden savunan TSK dahil bütün kuruluşlardan intikam alma davasıdır ve hala laikliği savunanlar varsa onlara da bir gözdağı verme davasıdır. Laik cumhuriyete, cumhuriyet bedellerine bağlı çevrelerin direncini kırmak, moralini bozmak “laiklikte diretmeyin, başınıza bu gelir” algısı oluşturmak ve kendi tabanlarına “Darbeci generalleri nasıl içeri tıktık” demeye dönük bir karardır.