Fehmi Koru*
Bir yıl önce yapılan seçimde, liderini yüzde 52 oyla yeniden cumhurbaşkanı seçtirmeyi başarmış, MHP ile stratejik ortaklık kurarak iktidarını bir kez daha beş yıllığına uzatabilmişti AK Parti. Önemli büyükşehirleri yerel seçimde kaybetmiş ve stratejik ortağı ortaklıktan daha kazançlı çıkmış olsa da son yerel seçimde kazandığı belediyeler de var.
Peki ne oldu da kuruluşunun 18., iktidara gelişinin 17. yılında AK Parti ‘kaybedenler kulübü’imiş gibi tartışılıyor?
Yalnızca muhalifleri değil, eksilmeyen bir heyecanla her halinde kendisini savundukları bilinen kalemler ve yorumcular da, AK Parti’yi son viraja girmiş gibi değerlendiriyorlar.
Gerçekten üzerinde durulması gereken bir durum bu.
Erdoğan’ın iktidar ömrü herkesten uzun oldu
İktidarda 17 yıl bayağı uzun bir süre. AK Parti çok partili demokratik sistemde iktidarların ömrünün on yıldan az olduğu ülkemizde o süreyi yakında ikiye katlamış olacak. Lideri Tayyip Erdoğan daha şimdiden gelmiş geçmiş Türkiye Cumhuriyeti siyasi liderlerinin hepsinin iktidar ömürlerinden fazlasını partisinin ve devletin başında geçirmiş oldu. Bu durum demokratik Batı ülkeleriyle mukayese edildiğinde bile Erdoğan açısından büyük bir başarı.
Kurulması üzerinden bir yıl geçmişken iktidara taşınan parti Batı’da pek yokken gerçekleşmişti AK Parti iktidarı; bu deneyim şu yakınlarda İtalya, Fransa, Ukrayna gibi ülkelerde de tekrarlandı; kurulan yeni partiler oralarda da çok kısa sürede iktidar veya iktidar ortağı oldular.
Türkiye başka alanlarda olduğu gibi partilerin iktidara taşınma süresi kısalığı açısından da başkalarına ‘örnek’ teşkil eden ve örnek alınan bir ülke oldu.
“Siyasette bir çok yenilik önce Türkiye’de deneniyor, sonra başka ülkelere taşınıyor” tezim biraz da bu tür örneklere dayanıyor.
Son dönemlerin moda konuları ‘popülizm’ ve ‘hakikat-ötesi’ veya ‘çakma haber’ de aslında Batı’da tartışma gündemine girmeden önce bizim ülkemizde varlığını hissettirmişti.
AK Parti’nin 18. yıldönümünün eskisi kadar parlak etkinliklerle ve yorumlarla karşılanmamasının sebebi bu gerçekler ışığında araştırılabilir.
Sebepler, sebepler
Halkta bir bezginlik hissediliyor.
O hissin en çarpıcı sonucu, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı seçildiği 1994 yılından başlayarak hep aynı çizgideki siyasiler tarafından yönetilmesine alıştığımız İstanbul’un, ilk seçimde 13 bin, tekrarlanan seçimde ise 800 binden fazla oy farkıyla, muhalefet cephesinin desteklediği adayın yönetimine geçmesidir.
Sadece İstanbul da değil; başkent Ankara’nın da aralarında bulunduğu ülkenin altı büyük ilinin belediye başkanlıklarını muhalefete kaybetti AK Parti…
Kendisi için daha hazini, AK Parti’nin oy deposu olarak bilinen İç Anadolu’daki önemli kentlerde de stratejik ortağı MHP’nin adaylarının belediye başkanı olarak seçilmesidir.
Muhalefet cephesinin önemli merkezleri kazandığı yetmezmiş gibi, ortağı da hep elinde tuttuğu garanti belediye başkanlıklarını AK Parti’nin elinden aldı.
En önemli özelliklerinden birini daha bu süreçte kaybetti AK Parti: Siyasi tasfiyelerini sessiz sedasız gerçekleştirmeye alışmış ve ‘trenden indirdiği’ eski yol arkadaşlarının bu durumu sürekli sineye çektiği görülmüşken, ilk defa bu sebeple hesaba çekilmeye başladı.
Ahmet Davutoğlu’nun parti içerisinde kalarak yayımladığı 15 sayfalık manifesto AK Parti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştığını sorgulayan bir metin olarak değer taşıyor. AK Parti iktidarı boyunca en uzun süreyle önemli konumlarda bulunmuş ve hep başarılı uygulamalara imza atmış Ali Babacan’ın partiden istifası ve birbiri ardına yayımladığı açıklamalar da muhalif çizginin partileşmeye karar verdiğinin ilanıdır. Davutoğlu’ndan farklı olarak Babacan her geçen gün genişlediği haberi alınan bir kadro hareketi başlatmış bulunuyor.
“Reise ölümüne bağlıyım” sözünün sahibi bir AK Partili de, “AK Parti ömrünü doldurdu; yenilenmiş bir AK Parti’ye değil yeni bir AK Parti’ye acilen ihtiyaç var” görüşüyle kamuoyu önüne çıkabildi.
Kutlama etkinliklerinin eskisi kadar canlı ve heyecanlı olmaması için bu kadar sebep yeterli.
Birkaç eksi ve bir artı
Ancak bir de uygulanmakta olan politikaların hemen her alanda iktidarı sıkıştıran bir hal almasını da bu tabloya eklememiz gerekiyor. Ekonomide yaşanan sorunlar yapay yöntemlerle sumenaltı edilmeye çalışıldığı için alttan alta daha da büyüme ihtimalini içinde barındırıyor. Dış politikada izlenilen hamasete dayalı tavırlar sonunda yakın ve uzak komşularla ilişkileri zayıflatıp kopma noktasına getirdiği gibi, hiç istenmemesi gereken sonuçlar da (mesela ‘Güvenli Bölge’) doğurmaya başladı.
Yeni dönem bu eksilerden ibaret değil elbette. AK Parti kayıplar yaşadığı aynı süre içerisinde kendisine “Biz de iktidarın ortağıyız” diye övünen Vatan Partisi ve Doğu Perinçek gibi yeni dostlar kazandı. Vaktiyle ölümüne kendisine karşı çıkmış, kapatılmasını talep etmiş bazı isimlerin gönlünü ‘tamamen duygusal’ yöntemlerle çelebildiğini de söyleyebiliriz.
Hiç değilse buna sevinebilirdi AK Partililer, ama bu ‘olumlu’ gelişmenin kapağını açmaya da nedense yanaşmıyorlar.
Bütün gözler Külliye’ye çevrilmiş durumda; AK Parti’nin her düzeydeki yönetiminde yer alanlar, karşı karşıya kaldıkları bu durumu tersine çevirmeyi, oradan çıkacak kararlardan bekliyorlar.
Galiba bizlerin de gözlerimizi oradan ayırmamamız gerekiyor. Bakalım olanı olmamış hale getirme yönünde ne gibi tedbirler alınacak?
*Bu yazı fehmikoru.com’dan alınmıştır.