Bugün, İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açılmasının 10’uncu yılı. Türkiye, Mart ayında sözleşmeden çekildiğini duyurdu. Kadın örgütleri, hükümetin bu kararla kadına karşı şiddetle mücadeleden vazgeçtiği görüşünde.
Avrupa Konseyi, kriterlerden uzaklaşan adımları kınadı
İstanbul Sözleşmesi’nin 10’uncu yılı sebebiyle anlaşmanın imzacısı olan Avrupa Konseyi üyeleri geçen hafta yaptıkları açıklamada, sözleşmenin kriterlerinden uzaklaşmaya yönelik adımları kınadı. Sözleşmenin yazım aşamasında katkılar sunan, sözleşme imzaya açıldığında da çekincesiz imzalayan ve onaylayan Türkiye, bu kriterlerden uzaklaşan ülkeler arasında bulunuyor.
‘O dönemin hükümetinden konuyla ilgili kişiler bütün bu sürecin içerisindeydi’
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllüsü İlke Gökdemir, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ndeki rolüne dikkat çekilmesi gerektiğini söylüyor. “Avrupa Birliği kanadında İstanbul Sözleşmesi oluşturulurken ve bunun tartışmaları yürürken, Türkiye bu tartışmaların içerisindeydi. O dönemin hükümetinden konuyla ilgili kişiler bütün bu sürecin içerisindeydi ve farkındaydılar” diyor.
Gökdemir’e göre, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olunması, Türk hükümetinin kadına yönelik şiddetle ilgili eylem planlarını işlerliğe sokmak istediğine dair bir irade göstergesiydi. “Oysa şimdi geldiğimiz noktada hele de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak gibi bir şeyi çok açıklıkla deklare ettiği düşünülürse bir şeyleri daha iyiye evriltmeye dair hiçbir irade göstermediğine imzasını atmış oluyor. Bugünkü hükümetin ‘Artık kadına yönelik şiddetle mücadelede ben yokum’ dediğini anlayabiliriz” diye ekliyor.
‘Siyasi bir intihar’
Kadın hakları savunucusu avukat Selin Nakıpoğlu, Türkiye’nin sözleşmeden imzasını çekmesini “siyasi bir intihar” olarak tanımlıyor. “Bir kişi dedi ve ulus iradesine rağmen ilk kez bir insan hakları sözleşmesinden imza çekildi. İrademiz yok sayıldı” diyor. Nakıpoğlu, bundan iki sene önce sözleşmenin ruhu ile alakalı olmayan demeçlerle yalan dolu bir süreç başladığını ve bu sürecin çekilme kararı ile sonlandığı görüşünde. “İktidar şunu demiş oldu: ‘Ben kadınları, çocukları, LGBTİ+ları erkek şiddetine karşı korumasız bıraktım ve bunda sorun görmüyorum.’ Bu hamle muhtemel katillere cesaret verdi. Geçtiğimiz Mart ayında sadece 12 saatte altı kadın erkekler tarafından öldürüldü” diyor.
Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) İstanbul Sözleşmesi’nin 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdiği günden bu yana uygulanmış olsaydı yaşanacakları madde madde sıraladı. Listede, “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği değil, Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu kurulacaktı,” “Ülke çapında Alo Şiddet Hattı, kadın danışma merkezleri, yeterli sayıda sığınaklar, cinsel şiddet kriz merkezleri açılacak, şiddete maruz kalanlara gerekli destek verilecekti,” “Öldürülmüş kadınların çantalarından koruma kararları çıkmayacaktı,” “Şiddet uygulayıp bir de görüntülerini yayarak övünen erkekler cezalarını olması gerektiği gibi alacak, yeni şiddet olaylarını teşvik edemeyecekti” gibi ifadeler var.
‘Kadın bedeni iktidarın sınır tanımayan kuşatması altındadır’
Avukat Selin Nakıpoğlu da sözleşmenin tek bir maddesinin bile uygulanmadığına dikkat çekerek, “Sözleşme kadına yönelik erkek şiddetini zaten önleyemedi ki’ diyenler bundan sonra da olacak şiddet vakalarının sorumlusudur. Kadın bedeni iktidarın sınır tanımayan kuşatması altındadır. İstanbul Sözleşmesi şiddetin ortaya çıkamayacağı bir toplum tahayyül eder. ‘İtaat-emanet-fıtrat’ diyenlerin karşısındadır. Bunu sindiremediler” diye ekliyor.