Yeni Akit yazarı Mehmet Koçak, “Kıbrıs’tan çatlak sesler” yazısında Cenevre görüşmelerine garantör ülke olarak katılan Türkiye’yi hedef alan, KKTC Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Doğuş Derya’nın durumunu değerlendirerek, “Bunlar varken düşmana ne gerek var!” açıklamasında bulundu.
Mehmet Koçak’ın bugünkü köşe yazından ilgili bölüm şöyle:
“Bir yanda Yunanistan ve Kuzey Kıbrıs Rum Yönetiminin hamisi olan ABD ve AB’nin KKTC ve Türk hükümetlerine yönelik ağır baskıları devam ederken diğer yandan ise KKTC’deki muhalefet içinde çatlak seslerin aynı anda yükselmeye başlaması, ihanet derecesindeki bir işbirlikçiliğin en bariz örneğidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ne yazık ki ‘Cumhurbaşkanlığı’ gibi en yüksek ve onurlu makamda bulunan Mustafa Akıncı, Türkiye ve Türk Ordusu karşıtlığı olan küstah beyanları nedeniyle Kıbrıs Türkü tarafından seçim sandığına gömülmek suretiyle cezalandırıldı.
Önemle ifade etmek isterim ki: Bu ihanetler ne ilktir ne de son olacaktır.
Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğündeki Cenevre görüşmeleri üzerinde ihanet kinini kusanlara şahit oluyoruz.
KKTC Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Doğuş Derya, Meclis Genel Kurulu kürsüsünden açıklamalarında Cenevre görüşmelerine işaret ederek yine Türkiye’yi hedef aldı.
“Cenevre’de Kıbrıslı Türklerin iradesini temsil eden bir makam yok. Kıbrıslı Türklerin iradesini TC Dışişlerine teslim etmiş bir makam var” şeklindeki suçlayıcı ve seviyesiz ifadeleri kullanarak ihanetin izini sürdürdüğünü açıkça ortaya koymuş oldu.
Hatırlatmak isterim ki, Cenevre’de Kıbrıs Türkü’nü Kıbrıs Türk halkının seçtiği Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve heyeti temsil ederken, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın M. Çavuşoğlu garantör ülke temsilci olarak bulunuyordu.
Bu çatlak sesleri duyunca insan “Bunlar varken düşmana ne gerek var!” demekten kendini alamıyor.
Küçük bir azınlık olan bu zevat, Kıbrıs Rumları ve AB fonlarıyla, beslenenlerdir. Kıbrıs sorunununçözümü konusuna da Rumların, ABD ve AB’nin bakış acısıyla bakarlar ve onların ağzıyla konuşurlar. Onlar, Kıbrıs Türkü’nün bağımsız bir devlet olmasını değil, Rumlar içinde asimile olmasını arzu ederler.
Çünkü onlar, milli şuurdan yoksun Türk milletine mensup olma aidiyet ruhunu kaybetmiş zavallılardır.
•
Tarihi gerçekleri hatırlatma:
Asırlarca Türk yurdu olan Kıbrıs ve orada yaşayan Türk kardeşlerimiz; 1571’den bu yana, çok ağır şartlara rağmen yok olmadan, erimeden varlığını sürdürmüşlerdir.
Kıbrıs meselesi 1960’da kısmi bir çözüme kavuşturulmuştu.
Ortak bir devlet kurulmuştu ve orada siyasi eşitlik esastı; çünkü tarafların veto hakkı vardı. Veto hakkı siyasi eşitliği getiriyordu.
1960’da kurulan ortak devleti, 1963’de Cumhurbaşkanı Makarios anayasayı rafa kaldırıp, Türkleri koruyan anayasa maddelerini hükümsüz saydı. Anayasal haklarını kaybeden Türkler, 1963 sonundan itibaren de “Kanlı Noel” adı verilen o vahşi, kanlı saldırılara maruz kaldılar ve katliam 1974’e kadar aralıksız devam ettirildi. 11 sene devam eden katliamlarda yüzlerce Türk hayatını kaybetti.
Oyalayıcı ve engelleyici politikalarla Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamamakla suçladıkları Makarios’a karşı, 15 Temmuz 1974’de, Yunanlı subaylar tarafından bir darbe yapıldı.
Darbeci ve katliamcı Makarios, taraftarları ile Yunanlı genç subaylara taraf olanlar arasında çıkan silahlı çatışmada, 2 bin Rum öldürüldü.
Bir yandan iki grup arasındaki silahlı çatışmalar devam ederken diğer yandan bütün Türk köyleri darbeci Yunan askerleri tarafından kuşatıldı, toplu katliam için emir bekleniyordu.
Gelişmelerden haberdar olan Türkiye hükümeti 20 Temmuz 1974’te Türk ordusuna “Barış Harekâtı” ile adaya çıkma emrini verdi.
Türk Ordusu, şehitler vererek Kıbrıs Türkü’nün imdadına yetişmek suretiyle büyük bir Türk katliamını önlemiş oldu.
•
38 yılını Avrupa ve dünya başkentlerinde geçirmiş bir gazeteci olarak KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı olan ve benim de onunla dostluğumdan şeref duyduğum Kıbrıs davasının lideri rahmetli Rauf Denktaş Beyle buluşmalarımda ben Kıbrıs ve Kıbrıs davasını ondan dinledim ve tarihi hakikatleri ondan öğrendim.
Her sohbetinde “Kıbrıs Türkünün geleceği açısından asla vazgeçilmemesi gereken iki ilke vardır; biri Türkiye’nin garantörlüğünün devamı ve bunun vazgeçilmezliği, ikincisi de Kıbrıs’ta Türk askerinin kalıcı varlığıdır” gerçeğini hatırlattığını hiç unutmam.
(Bu vesileyle Kıbrıs davasının ilk lideri Dr. Fazıl Küçük Beyi de rahmetle anıyorum)
Geçmişten günümüze ihanet içindeki bazı siyasilerin çatlak seslerine rağmen önemle ifade etmek isterim ki: Kıbrıs, Türk Milleti olarak bizim milli davamızdır.
Bunu bütün dünya bilsin ki: Kıbrıs davasına Türk Milleti sahiptir, takipçisidir ve de olmaya devam edecektir.
Başka söze de gerek yok.