Profesör Zeki Bayraktar'ın açıklaması hepimizi umutlandırdı ama sakın rehavete kapılıp başa dönmeyelim, aman ha!
Koronavirüs'ün ülkemizdeki son durumunu, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın verdiği bilgiler doğrultusunda öğrenmeye devam ediyoruz. Koca'nın son açıklamalarına göre önümüzdeki 10 gün içerisinde vaka sayısının en yüksek noktaya ulaşması bekleniyor. Bunun ardından da grafiklerin yavaş yavaş düşmesi ön görülüyor.
Sağlık Bakanlığı tarafından bugün yayınlanan tablo böyleydi. Açıklamalar her ne kadar net olsa da, hepimiz genel olarak ne düşüneceğimizi bilmez vaziyetteyiz.
Sosyal medyada ise birkaç gündür dolaşan ve bir nebze olsun umut veren bir yazı var. İstanbul Medipol Üniversitesi'nden Ürolog Prof. Dr. Zeki Bayraktar, kişisel Facebook hesabından ilgi çekici açıklamalarda bulundu.
Prof. Dr. Zeki Bayraktar'ın bu yazısının tamamına aşağıda yer veriyoruz
Malum, salgının en yoğun yaşandığı kent İstanbul. Açıklanan rakamların yüzde 60’ı İstanbul’a ait. Ekteki resimde yer alan eşim İstanbul'un en yoğun pandemi hastanelerinden biri olan Kanuni EAH’de çalışıyor. Ayda 11 Covid-19 nöbeti var.
İlk kez dün geceki Covid-19 nöbetinde birkaç dakika da olsa ara verebilmiş. Ama buna rağmen sabah eve geldiğinde yürüyecek hali kalmamıştı. Çünkü bu koruyucu ekipmanlar nefessiz bırakıyor insanı…
Geçen haftaki nöbetlerinde 4 saatlik bir periyotta 80 hasta bakıyordu. Dün gece ise bu yarı yarıya azalmış. Ama daha da önemlisi önceki hastaların hemen hepsinde akciğer tutulumu var iken şimdi bu da azalmış.
Yani hem vakaların sayısı azalıyor hem de şiddeti. Zaten bu durum bakanlığın açıkladığı verilerde de görülüyor.
.
Vaka sayısındaki baskılanma tabi ki izolasyon önlemlerine bağlı. Ama tedavideki başarının sırrı Türkiye’nin kendi deneyimlerini devreye sokması, yani kendi algoritmasını geliştirmesinden kaynaklanıyor.
İlk vakalarda mecburen biz de Çin deneyimlerini dikkate aldık. Çünkü başka çaremiz yoktu. Ama ilk 1-2 hafta sonra kendi tecrübelerimize dayanarak kendi algoritmamızı geliştirdik
Bakanlık neredeyse her hafta algoritmayı yeniledi. Ve böylece dünyadaki diğer uygulamalardan oldukça farklı/ayrışık bir tedavi protokolümüz oldu. Sonuçlarını da alıyoruz. Mesela şunlar yapıldı:
1-Hidroksiklorokin tedavisine hastalığın çok erken döneminde başlandı. Tabi bunu yapabilmek için de yeterince ilacınızın olması gerekiyordu. Ve erken davranarak yeterince ilaç stoklamıştık.
2-Favipravir tedavisine virüsün replikasyon zamanında yani hastalık iyice ağırlaşmadan -yoğun bakım ihtiyacı ortaya çıkmadan- başladık. Oysa ilk uygulamalarda bu böyle değildi. Ve diğer ülkelerde hala böyle değil, hastalık ağırlaşınca veriliyor ama o zaman da etkisini fazla gösteremiyor.
3-Yoğun bakımdaki hastalarda erken entübasyondan (invaziv ventilasyondan) vazgeçtik. Çünkü bunun hastalığın seyrini çok fazla değiştiremediğini gözlemledik. Bunun yerine -CPAP, sürekli pozitif basınçlı hava yolu dediğimiz- non-invaziv venyilasyon tekniğine geçtik. Böylece invaziv ventilasyonun oluşturduğu akciğer hasarlarını önlemiş ve daha iyi sonuç almış olduk.
4-Ve belki de en önemlisi hastalığın tanımlandığı gibi tipik bir ARDS tablosu olmadığını, koagülopati (pıhtılaşma bozukluğu) gibi ilave problemlerin de meydana geldiğini ve hastaların bu nedenle de kaybedildiğini gözlemledik. Dolayısıyla antikoagülan ilaçları da algoritmamıza eklemiş olduk.
5-Tabi tüm bunları Covid-19 tanısı için PCR’dan bile daha hassas olan BT kapasitemizin çok çok iyi olması -ve hızlı tanı- sayesinde yapabildik. Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar BT yoktur (daha önce de söylediğim gibi bu durum ezberci bir anlayışla eleştiri konusu yapılırdı ama iş öyle değil işte).
Ama tüm bunların üzerinde zikredilmesi gereken bir şey daha var;
Başta doktorlarımız ve hemşirelerimiz olmak üzere sağlık çalışanlarımızın yoğun hasta kapasitesini absorbe edebilme yeteneği. Normalde biz de acillerdeki ve hastanelerdeki yoğunluğu hep eleştiriyoruz. Ama bu durum bizi adeta bu gibi kriz/kaos dönemleri için hazırlamış oluyor, paralizi/felç olmuyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ve ABD bu nedenle paralizi olmuş durumda. Çünkü alışık değiller böyle bir duruma…
Şimdi ilgili alandaki meslektaşlarımız Covid-19 konusundaki Türkiye tecrübesini akademik yayın haline dönüştürüyorlar.
Bunları önümüzdeki günlerde tıp literatürüne kazandırmış olacaklar. Dünyanın buna ihtiyacı var. Çünkü Çin verileri çok çelişkili ve eksik idi. Ama biz de dahil hepimiz mecburen ilk vakaları bu verilerle yönettik. Artık şimdi kendi verilerimiz var.
Şundan emin olun; Çok donanımlı bir sağlık ordumuz var. İnanın bu konuda çok şanslıyız. Alt yapı konusunda da iyi olduğumuzu artık dünya alem gördü. O halde hem şükredelim, hem üzerimize düşeni yapalım…
Evet, sağlık çalışanlarımızın üzerinde çok yük var. Ama onlar bunu göğüsler, yeter ki tedbirlere uyalım ve kendimizi koruyalım. Onları -acil haller hariç- gereksiz yere meşgul etmeyelim… Yani fiili ve kavli dualarla hem onlara hem kendimize yardımcı olalım…
Biraz daha sabredelim ve açıklanan tedbirlere uyalım…