Bir pazar sabahıydı, Ankara’dan gelen haber yürekleri yaktı…
Demokrat ve cesur kimliği ile bilinen gazeteci Uğur Mumcu, arabasına konmuş bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.
24 Ocak 1993’te, özgür basının en önemli kalemlerinden, gazeteciliği ile, duruşu ile, hayat mücadelesi ile örnek Mumcu’nun hayatını kaybetmesi, yüzlerce kilometre uzaklardan birçok kişiyi Ankara’da, cenazesinde buluşturdu. Onu kaybedişimizin üzerinden 28 yıl geride kaldı… Yaptıkları ile, mücadelesi ile, demokrat ve vatansever duruşu ile Mumcu’yu yazdık.
Yaşasaydı bugün 74 yaşında olacaktı…
Yaşam öyküsü
‘Ordu uyanık olmalı’ ve hapis cezası
Öğrenciliği döneminde ‘Yol Dergisi’nde yazmaya başlayan Mumcu, bir yazısında kullandığı ‘Ordu uyanık olmalı’ cümlesi sebebiyle orduya hakaret etmekten gözaltına alındı, 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak karar Yargıtay’ca bozuldu ve serbest bırakıldı.
‘Sakıncalı Piyade’ Uğur Mumcu…
Orduya hakaret davasının üzerinden cezaevi ile tanıştığı için, Uğur Mumcu ‘sakıncalı’ olarak fişlenmişti, ve askerliğini er olarak yapacaktı.
Tuzla Piyade Okulu’ndaki üç aylık eğitiminden sonra, er olarak Ağrı Patnos’a gönderilen Mumcu, burada kendisinden yedek subaylık hakkını alanlara karşı bir dava açtı ve kazandı. Ancak gitmeyecekti.
O dönemde şu ifadeyi kullanmıştır:
Evet, evet ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı emekli olduktan sonra siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem!
Araştıran, sorgulayan, mücadele eden bir gazeteci profili
Uğur Mumcu, Yeni Ortam gazetesinde yazarlık yaparken, 1975 yılında Cumhuriyet’te yazmaya başladı. 1962 yılında yine Cumhuriyet’te yayınlanan ‘Türk Sosyalizmi’ başlıklı makalesi ile de, Yunus Nadi Ödülü’nü almıştı.
Analizlerle, yolsuzluk dosyalarıyla, incelemelerle dolu dolu bir gazetecilik hayatı bulunan Mumcu’nu çalışmaları şu şekildeydi;
-Mobilya Dosyası (Uğur Mumcu’nun ilk Kitabı, S. Demirel’in yeğeninin hayali mobilya ticaretini konu alır)
– Suçlular ve Güçlüler
– Bir Pulsuz Dilekçe
– Çıkmaz Sokak
– Silah Kaçakçıları ve Terör
– Ağca Dosyası
– Devrimci ve Demokrat
– İnkılap Mektupları
– 12 Eylül Adaleti
– Tarikat – Siyaset – Ticaret
– 40′ların Cadı Kazanı
– Gazi Paşa’ya Suikast
– Sakıncalı Piyade
– Büyüklerimiz
– Tüfek İcad Oldu
– Söz Meclisten İçeri
– Terörsüz özgürlük
– Liberal çiftlik
– Aybar ile Söyleşi
– Rabıta
– Bir Uzun Yürüyüş
– Kazım Karabekir Anlatıyor
– Kürt İslam Ayaklanması
– Kürt Dosyası (Uğur Mumcu’nun Son Kitabı)
Sorumlu gazetecilik anlayışı
Irkçılığa, mezhepçiliğie ve dinciliğe karşı çıkan; aydın bir demokrattı Mumcu. Çalıştığı birçok haber üzerinde, dosya üzerinde karşısındaki ‘tehlikeli oyuncular’ın kim olduğu en iyi o biliyordu, ancak devam etti.
Nitekim, suikastten üç gün önce yine o dönemde Cumhuriyet’te olan İlhan Selçuk’a, ‘Ağabey, seni ve beni öldürecekler’ dediği biliniyor. Yani yaşanacaklardan haberdardı.
Tehlikeye yıllar öncesinden dikkat çekmişti…
Uğur Mumcu, yıllar önce bir yazısında cemaat tehlikesine dikkat çekmiş ve ‘’Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra General olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” demişti.
Uğur Mumcu cinayetinin faili kim?
Faili meçhul de denilmektedir, faili devlet de denilmektedir…
Mumcu suikasti, ilk olarak radikal islamcı gruplar İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler tarafından üstlenilmiştir. Ancak bunun ‘paravan’ olma ihtimali de var, nitekim Uğur Mumcu o dönemde birçok önemli konu üzerinde araştırma yürütüyordu.
Barzani-Mossad ilişkisi
Uğur Mumcu, Barzani ile Mossad arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak adına çalışmalar yürütüyordu. O dönem, İsrail Büyükelçisi’nin ısrarla Uğur Mumcu ile görüşmek için davet gönderdiği biliniyor. Mumcu tek başına görüşmek istemese de, ağabeyi Ceyhan Mumcu’ya göre bu görüşme gerçekleşmiştir.
Talabani’ye giden silahlar
Ergenekon Davası’nda sakınlarından Ümit Oğuztan ise, Uğur Mumcu’nun o dönem seri numarası silinmiş ve Celal Talabani’ye götürülen silahlar ile ilgili yaptığı araştırmadan dolayı öldürüldüğünü belirtmiştir.
Devlet namus borcunu henüz ödemedi.
Demokrat, vatansever ve kalemi kuvvetli bir gazeteci olan Uğur Mumcu’nun, birçok önemli dosya üzerinde çalışırken, emperyalist aktörler ve faaliyetlerini deşifre ederken böylesine hain bir suikaste kurban gitmesi, herkeste şok etkisi yaratmıştı.
Dönemin Başbakanı Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ‘cinayeti çözmenin devletin namus borcu’ olduğunu söylemiştir. 24 Ocak 1993’ten bugüne, bu failimeçhul olayın karanlık perdesi hala aralanamamıştır.
Kızı Özge Mumcu Aybars, babası için yazdığı mesajda “Bir konuşmasını açsanız, bir yazısını okusanız ne güzel olur…” yazdı
Mumcu’nun 1975’teki kaleme aldığı ‘Sesleniş’i paylaşıyoruz: Vurulduk ey halkım, unutma bizi!
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi…
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi…
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Giresun’daki köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım unutma bizi…
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi…
Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi…Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi…
Sesleniş, Uğur Mumcu’nun, 25 Ağustos 1975’te kaleme aldığı yazıdır.