Dünyanın en tehlikeli sorunu haline gelen küresel ısınma ve olası sonuçlarına ilişkin, AA muhabirine değerlendirmede bulunan Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuray Ekşi, son yıllarda başlayan ve “iklim mültecisi” (climate change refugees) veya “çevresel mülteciler” (environmental refugees” diye adlandırılan yeni bir mülteci türünün ortaya çıktığını söyledi.
İklim değişikliğinin sadece ada devletlerini değil tüm dünyayı tehdit eden küresel bir tehlike olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Ekşi, “Nitekim 2050 yılına kadar, 200 milyon insanın iklim sebebiyle yerlerini değiştireceği tahmin ediliyor. Bazı tahminlere göre deniz seviyesi bir metre daha yükselirse Maldivler, Marshall Adaları, Kribati ve Tuvalu, insanların yaşayamayacakları yerler haline gelecek. Isınma sebebiyle kuraklık ve buzulların erimesi artacak; 700 milyon ile 1,5 milyar arasındaki insan su sıkıntısı çekecek. Asya, Afrika ve küçük adalarda yaşayan insanlar iklim mültecisi olmakla yüz yüze kalacaktır.” diye konuştu.
Afrika kıtasında, küresel ısınmadan dolayı milyonlarca hayvan ve yüz binlerce insanın hayatını kaybettiğini kaydeden Prof. Dr. Ekşi, Fas, Tunus ve Libya’daki değerli toprakların hızla azaldığını, çölleşmenin ise giderek arttığını anlattı.
Prof. Dr. Ekşi, şöyle konuştu:
“Afrika’da tarım alanları ve nehirlerdeki sular giderek azalıyor. Deniz seviyesinin sürekli yükselmesi sebebiyle toprakların su altında kalacağı, Afrika’nın, iklim değişikliğinden en çok etkilenen kıta olacağı ifade ediliyor. Asya, yoğun nüfusu, deniz seviyesine yakın olması ve tropik kasırgalar sebebiyle oldukça hassas bir bölge. Isının 2-3 derece artması, milyonlarca insanın su sıkıntısı çekmesine sebep olacaktır. Su kıtlığı ve kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi, Afrika’daki milyonlarca insanı etkileyecek.
Asya’da, iklim değişiklikleri ve nüfus artışının yanı sıra hayat standartlarının yükselmesinden kaynaklanan talepler sonucu da su kaynaklarının azalacağı, nüfusun yoğunlaştığı sahil kesimlerinin denizin ve nehirlerin yükselmesi sebebiyle sel tehdidi altında olacağı, nüfusun hızla artması yüzünden açlık tehlikesinin ortaya çıkacağı tahmin ediliyor. Bir yandan deniz seviyesinin yükselmesi ve buzulların erimesi, küçük ada devletlerinin varlığını tehdit ederken diğer yandan merkez Pasifik’ten Güney Pasifik’e ve Hint Okyanusu’na kadar olan ada devletleri ile Bangladeş’ten Mısır’a kadar olan alanlarda yaşayan insanların, iklim değişiklikleri sebebiyle yer değiştirmek zorunda kalacağı da yine korkulan öngörüler içinde.”
Kiribati ve Tuvalu’nun, 2050 yılına kadar haritadan silinecek ülkeler olarak anıldığına dikkati çeken Ekşi, “Bu iki devletin haritadan silinmesiyle bu ülkelerdeki halklar vatansız kalacak. Kiribati yaklaşık 100 bin, Tuvalu ise yaklaşık 10 bin nüfusa sahip. Bu iki ada halkı iklim mültecisi olarak İngiltere, İzlanda, Avustralya gibi ülkelere başvuruyor. Bu ülkeler bu insanları mülteci kapsamına almadığı için başvurularını ya reddediyor ya da insani sebeplerle ülkede kalış hakkı veriyor. Bunu da genellikle işçiye ihtiyacı olduğu zaman göçmen işçi statüsü ile alıyor.” şeklinde konuştu.
“İklim değişikliği açık bir tehlike teşkil etmektedir”
Prof. Dr. Nuray Ekşi, çevre felaketlerinden ve iklim değişikliklerinden etkilenen insanların ülkelerini terk ederek başka ülkelerden uluslararası koruma talep ettiklerini ancak her ne kadar “iklim mültecileri” veya “çevre mültecileri” olarak anılsalar da söz konusu kişilerin 1951 Cenevre Konvansiyonu kapsamında mülteci sayılmadıklarını dolayısıyla bu kişilerin ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını belirtti.
“İklim mültecileri” veya “çevre mültecileri” olarak anılan insanlara bazı devletlerin yasalarında “tamamlayıcı koruma” veya “geçici koruma” sağlandığı bilgisini paylaşan Ekşi, “Bazı devletlerin yasal düzenlemelerinde ise iklim mültecilerine yönelik herhangi bir koruma öngörülmemiştir. Yaşama hakkı başta olmak üzere insan haklarına ilişkin uluslararası düzenlemelerde yer alan bazı hükümler çerçevesinde iklim mültecilerine insani koruma sağlanabilir. Ancak insani korumanın çerçevesi de henüz tam olarak çizilmemiştir.” dedi.
Prof. Dr. Ekşi, devletlerin kitlesel akın halinde, geçici koruma sağlama yükümlülüğünü öngören bir milletlerarası antlaşma bulunmadığını, hatta ‘kitlesel akın halinde ülke sınırlarının kapatılabileceğine dair’ görüşlerin de olduğuna da vurgu yaptı.
Türkiye’nin, dönem dönem kitlesel akınla karşı karşıya kaldığını dile getiren Prof. Dr. Ekşi, şöyle devam etti:
“Türkiye’ye yönelik zaman zaman gerçekleşen kitlesel akın, uluslararası koruma ya da geçici koruma statüsündedir. Geçici koruma, sınırlarımıza topluca gelen yabancılar için öngörülen bir koruma türüdür. Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlıyoruz. Türkiye’de bulunan Suriyeliler gibi.
Fakat önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin açık bir tehlike teşkil ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’nin göç alma noktasında büyük bir risk altında olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye bu kadar yükün altından nasıl kalkacak? Bu nedenle uluslararası hukuku çok iyi bilmemiz gerekiyor ve uluslararası hukuku medyada ve uluslararası kuruluşlarda dile getirmemiz gerekiyor. Bize yöneltilen her şeye karşı uluslararası hukukla altını doldurarak cevap vermemiz lazım. Yok olmakla karşı karşıya kalan Kiribati ve Tuvalu halkına kapılarını kapatan Avrupa, Türkiye’ye sıra gelince bas bas bağırıyorlar ‘Türkiye kapılarını açsın, Türkiye bu insanları alsın.’ diye. Tek amaçları kendi sınırlarını korumak.”
“İklim mültecileri sorunu Türkiye’nin sorunu değil”
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuray Ekşi, iklim mültecilerinin sadece Türkiye’nin sorunu olmadığını ve Türkiye’nin acilen ve net bir şekilde dünyaya “iklim mültecilerini” kabul etmeyeceğini duyurması gerektiğini belirtti.
İklim mültecileriyle ilgili yapılan birçok çalışmaya sanayileşmiş bir çok ülkenin taraf olmaktan kaçındığını dile getiren Prof. Dr. Ekşi, şunları kaydetti:
“Çünkü neler olacağını biliyorlar. Dünya iklim mültecileri sayısı 2020’li yıllardan itibaren giderek artacak, sel felaketleri, kuraklık gibi nedenlerden dolayı. Tarım arazileri çok değerli hale geldi. Ülkeler tarım arazilerinin bir karışına kimseyi dokundurtmuyor. Bizim de aynı şekilde iklimin yol açacağı felaketlerden hem tarım hem hayvancılığın etkilenmemesi için ciddi ve radikal adımlar atmamız gerekiyor.
Uluslararası kuruluşlar Türkiye’yi dizayn etmeye ve kendi isteklerini empoze etmeye çalışıyor. Bizim her talebin arkasında ne var, analiz etmemiz gerekiyor. Biliyorsunuz ABD Paris İklim Anlaşmasına imza atmadı. Çünkü imzalasaydı taraf olarak yükümlülükleri olacaktı. ABD iklim felaketleri sonrası yük paylaşımından kaçtığı için Paris İklim Anlaşmasına imza atmadı. Türkiye’nin de bu tür anlaşmaları imzalarken ülke menfaatlerini ön plana çıkarması gerekiyor.
Türkiye şu anda sadece sınır ülkelerde olan iç çatışmalar, iç savaşlardan etkilenen bir ülke değil. Bundan sonra göç olayının mutlak bir şekilde kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Afrika ülkelerinden bu şekilde bir akın olursa nasıl altından kalkacağız? Türkiye bu riske çok açık bir ülke. Şu anda bile Afrika’dan gelenlerin çoğu ekonomik ve iklimden kaynaklanan sebeplerden dolayı geliyor.”