G7 Zirvesi için Fransa’nın Biarritz kentinde bulunan İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ülkesinin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma (Brexit) sürecinin bir anlaşma ile gerçekleşmesi ihtimalinin mevcut olduğu belirtti, ancak bununla birlikte anlaşmasız bir ayrılığa da hazır olduklarını, hatta böyle bir durumda 39 milyar sterlinlik ayrılış ücretini de ödemeyeceklerini sözlerine ekledi. İngiltere’nin yeni yönetimi, anlaşma olsun ya da olmasın her halükarda AB’den ayrılma taraftarı ve bunu da açık bir şekilde ortaya koyuyor. Brexit, adım adım yaklaşıyor. En büyük soru ise Brexit sonrasında Avrupa’dan ayrılmış bir İngiltere’yi ekonomik anlamda nelerin beklediği.
Brexit yanlıları, AB kurumlarının ve mevzuatının getirdiği kısıtlamalar ortadan kalkacağı için sürecin İngiltere ekonomisine faydalı olacağını, bu şekilde İngiltere’nin tam anlamıyla küresel bir ekonomik güç haline geleceğini öne sürüyorlar ve bu doğrultuda AB’ye bağlı olmadan, ülkenin kendi çıkarları ve beklentileri doğrultusunda diğer ülkelerle ticaret anlaşmaları imzalamasının önemini vurguluyorlar. Bu anlamda da Atlantik’in öteki yakasındaki
müttefik ile imzalanacak bir ticaret anlaşması öncelik kazanıyor. AB ile bir anlaşma olmadan Brexit’in gerçekleşmesi durumunda Avrupa pazarlarında oluşacak olan kaybın, Amerikan pazarlarına daha fazla erişim sağlanması yoluyla telafi edilebileceği düşünülüyor.
Şüphesiz ki ABD ile İngiltere arasında tarihsel anlamda derin köklere sahip olan bir ittifak ilişkisi var. Bununla birlikte iki ülkenin ekonomik ilişkileri de halihazırda oldukça güçlü konumda ve bu da bu ilişkilerin daha ileri noktalara taşınması için sağlam bir zemin oluşturuyor. 2018 yılında İngiltere ile ABD arasında toplam 128,6 milyar dolarlık bir ticaret gerçekleştirildi ve belki de bundan daha önemlisi bu ticaret, tarafların hiçbirini rahatsız etmeyecek şekilde, dengeli bir yapıdaydı. Bahsedilen yıl içerisinde İngiltere’den ABD’ye 65,3 milyar dolar, ABD’den İngiltere’ye ise 63,3 milyar dolarlık bir ihracat yapıldı.
Yatırımlarda da buna yakın bir durum söz konusu. ABD’nin İngiltere’de toplam 747,6 milyar dolarlık bir doğrudan yatırım stoğu var ve ABD menşeli firmalar İngiltere’de 1,5 milyon kişiye istihdam sağlıyorlar. İngiltere’nin ABD’deki yatırımları için ise bu rakamlar 540,9 milyar dolar ve 1,3 milyon kişilik istihdam olarak gerçekleşiyor.
Bu olumlu bir tablo ve her iki taraf da Brexit sonrası yeni bir ticaret anlaşmasına sıcak baktığını ifade ediyor. Hatta ABD Başkanı Donald Trump, Biarritz’deki zirvede böyle bir anlaşmanın iki ülke arasındaki ticaretin “üç, dört, hatta beş katına çıkmasını sağlayacağını” söylediği gibi Brexit sayesinde “İngiltere’nin ayağındaki prangadan kurtulacağını” da sözlerine ekledi.
İngiltere taviz vermek zorunda kalacak
Söylemler olumlu ve heyecanlı, ancak uygulama göründüğü kadar kolay olmayabilir. İngiltere ile ABD arasındaki olası bir ticaret anlaşmasının önünde ciddi engeller var. Her şeyden önce, anlaşma için müzakereler asimetrik konumlar üzerinden yapılacak. Bir tarafta 21,5 trilyon dolarlık ekonomisi yılda yüzde 2,5 civarında büyümeye devam eden ve “Önce Amerika” diyerek yürürlükte olan ticaret anlaşmalarını bile didik didik eden ve ülke menfaatlerine uymayan hiçbir maddeyi kabul etmeyen bir ABD; diğer tarafta ise 2,8 trilyon dolarlık ekonomisi artık durgunluk emareleri göstermeye başlamış, Brexit nedeniyle ciddi bir yapısal değişim ile karşı karşıya olan ve yeni bir ticaret anlaşmasına acilen ihtiyaç duymakla beraber, eli de pek güçlü olmayan bir İngiltere var. Zaman da İngiltere aleyhine işliyor. Brexit, 31 Ekim 2019’da gerçekleşecek ve hemen ertesi gün İngiltere yeni ticaret imkanlarına ihtiyaç duyacak. Halbuki ABD ile olası bir ticaret anlaşmasının müzakere edilip, imzalanıp, onaylanıp, yürürlüğe girmesi yıllar alabilecek bir süreç.
ABD’nin eli daha güçlü ve İngiltere böyle bir anlaşma için birçok taviz vermek zorunda kalacak. Örneğin ABD tarafı gıda ve tarım ürünleri alanında İngiliz pazarlarına tam erişim isteyecektir ve buna karşı İngiltere’nin ne kadar direnebileceği meçhul. Diğer yandan Trump’ın Amerika’sı, yeni imzalanan ticaret anlaşmalarına kendi jeopolitik önceliklerine uygun maddeler de ekliyor. Örneğin, ABD’nin Kanada ve Meksika ile yapılan anlaşmaya “taraflardan birisinin pazar ekonomisi olarak kabul edilmeyen ve devletin ağırlıklı rol oynadığı ekonomiye sahip bir ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzalaması durumunda bu üç ülke arasındaki mevcut anlaşmanın iptal edilebileceği” maddesi konuldu. Burada Washington’ın ne söylediği çok açık: Çin ile iş yapıyorsanız, benimle yapamazsınız. Peki bu, Çin ile derin ekonomik ilişkileri olan, yeni telekomünikasyon teknolojilerinde Huawei ile çalışan ve Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın kurucu üyelerinden biri olan İngiltere için ne kadar kabul edilebilir bir durum olacak?
Bununla birlikte İngiltere ile ABD arasında sadece Çin değil, başta İran olmak üzere daha bir çok farklı alanda görüş ayrılıkları olduğu gibi, ABD Kongresi’nin İrlanda konusunda Brexit nedeniyle Hayırlı Cuma anlaşmasına halel getirecek herhangi bir gelişme durumunda İngiltere ile imzalanacak bir ticaret anlaşmasına onay vermeyeceği de açık bir şekilde ifade ediliyor. Burada iki müttefikten bahsediyoruz, ancak bu söz konusu ülkelerin her konuda uyumlu hareket edecekleri anlamına gelmiyor, hele de ekonomik çıkarlar söz konusuysa.
Trump, İngiltere’nin Brexit sayesinde “prangalarından kurtulacağını” söylüyor, ama mevcut şartlar altında İngiltere ile ABD arasında imzalanacak olan bir ticaret anlaşmasının İngiltere’nin bir ayağındaki prangayı çıkartıp diğer ayağına yeni bir pranga takmak anlamına geleceğini öngörmek de zor değil.
ABD ile anlaşma kayıpları telafi etmeyecek
Brexit’in İngiltere ile AB arasında bir anlaşma olmadan gerçekleşmesi, Londra’nın ABD karşısında elini zayıflatacak. Bununla birlikte ABD ile olası bir ticaret anlaşması tamamen İngiltere’nin tercihleri doğrultusunda imzalansa bile, bu Brexit’in, özellikle de anlaşmasız bir Brexit’in İngiltere açısından yol açacağı maliyeti ancak kısmen karşılayabilir.
İngiltere, 2018 yılında gerçekleştirdiği toplam 487,1 milyar dolarlık ihracatın yüzde 47’sini AB ülkelerine, aynı yıl yaptığı toplam 669,6 milyar dolarlık ithalatın ise yüzde 53,7’sini AB ülkelerinden yaptı. Başka bir deyişle, mevcut durumda İngiltere toplam dış ticaretinin yarısını AB ile yapıyor ve anlaşmasız bir Brexit durumunda yüzlerce milyar dolarlık tüm bu ticaret vergi kapsamına girecek, AB’li tüketiciler başka ülkelerin ürünlerini tercih edecekler, İngiliz tüketici ve üreticiler ise birden bire artan maliyetler ile karşı karşıya kalacaklar. ABD ile bir anlaşma imzalayarak bu durumu telafi etmek mümkün değil. Diğer yandan İngiltere ile AB arasında yıllık 89 milyar dolarlık bir hizmet ticareti var ve bu alanda da finansal hizmetler, eğitim ve turizm başı çekiyor. Anlaşmasız bir Brexit, finansal kısıtlamaların getirilmesi ve seyahatlerde vize uygulamasının başlamasıyla tüm bu sektörlere ağır bir darbe vuracak.
Brexit sonrası İngiltere ekonomisini ne bekliyor sorusunun kısa ve orta vadede olumlu bir cevabı yok. Brexit, anlaşmalı da olsa anlaşmasız da olsa, ABD ile bir anlaşma imzalansa da imzalanmasa da, Avrupa’nın ekonomik sisteminden ayrılmak İngiltere’ye büyük maliyetler getirecek. Uzun vadede ise Avrupa ülkeleri ile düzeni mümkün olduğunca koruyacak, ancak diğer yandan ABD ve Çin gibi diğer büyük ekonomik güçlerle karşılıklı fayda esasına göre ticari ilişkileri düzenleyecek bir yapının oluşması, İngiltere için olumlu olabilir ve Brexit taraftarlarının “küresel bir ekonomik aktör” olma tahayyüllerine, hemen olmasa da zamana yayılacak şekilde katkı sağlayabilir.