◊ Pandemi kabusu nedeniyle bu yıl ramazan rutinlerimiz değişti. Siz şu sıralar en çok neyin özlemini çekiyorsunuz?
– Karantina dönemini o kadar zevkli yaşıyorum ki, muhtemelen benden beklediğiniz cevapları alamayacak, tamamen başka bir üslup bulacaksınız karşınızda. (Gülüyor) Allah’a hamdolsun keyfim çok iyi.
◊ Herkes açığıyla gizlisiyle depresyondayken siz nasıl oluyor da keyifli kalabiliyorsunuz?
– Ben zaten evcimen biriyim. Fevkalade önemli işlerim olmadığı takdirde pek evden çıkmam. Dolayısıyla şu an beni zorlayan bir şey de yok. Evet, daha önceleri ramazanlarda 25’in üzerinde konser verirdim. Fakat son iki senedir konserlerde ciddi azalma vardı. Yani o açıdan da bir şey değişmedi. Bir de içinde bulunduğumuz durumdan dolayı zaten bu sene bırakın konseri bir yerde iftar yapma imkanı bile yok.
◊ Ben de o sıkıntıları kastetmiştim zaten.
– Yine de şikayetçi değilim. Çünkü dediğim gibi evimde mutluyum. Salgın ortaya çıkınca ramazanı evde kendi gönlümüze göre yaşar hale geldik. Yapacağım şeyler var, okuyacağım şeyler var. Ayrıca online olarak konservatuvardaki derslerimi yürütüyorum. Yani hayatımda büyük bir aksaklık yaratmadı bu durum. İftarımızı da, sahurumuzu da, teravihimizi de kendi imkanlarımızla yapıyoruz.
◊ Belli bir yaş grubu son yıllarda hep “Nerede o eski ramazanlar” diyordu. Siz ne düşünüyorsunuz?
– Bu zamana kadar “Nerede o eski ramazanlar” gibilerinden hiçbir ifade kullanmadım. Niye öyle söyleyeyim ki… Hatırlıyorum da ben çocukken babam Kuran-ı Kerim dinleyebilmek için neredeyse sahuru kaçırırdı. O da Arap istasyonlarından bulduğu kadarıyla. Şimdi bütün kanallarda mukabeleler oluyor, sohbetler oluyor, ilahiler oluyor. Onun için eskiyi aramak gibi bir şey gereksiz. Kimse bu nostalji kompleksine kapılıp günümüzü yetersiz görmesin. Bu ramazanlar çok daha üstte.
BU YOLA KAFAMA SAKSI DÜŞTÜ DİYE GİRMEDİM
◊ Türkiye’nin en sevilen starlarından biriyken, kariyerinizin zirvesindeyken durdunuz, tasavvufa yönelip yaşam tarzınızı değiştirdiniz…
– Tasavvufla kendimi hatırlamaya başladığımdan itibaren ilişkim olduğunu söyleyebilirim. 4-5 yaşlarındaydım. Babam sabah namazlarından sonra kahvesini içerken bir şeyler okurdu. Ben de sesine uyanıp kucağına tırmanır, onu dinlerdim. Dinlediklerim meğer ilahiymiş, hepsi küçüklükten aklımda yer etmiş. Büyüme dönemindeyken her erkek çocuk babayı takip ve taklit eder ya, ben de rahmetli babacığımı kendime rol model seçmiştim. Onun sohbetleriyle kulağım ve gönlüm meselenin farkına vardı. Yani bir anda kafama saksı düşüp de “Aaa artık böyle düşünüyorum” demedim.
◊ Bir kırılma noktası olmuştur ama…
– 24 yaşındayken Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma Yaşatma Vakfı’na yolum düştü. Oradaki kamil büyüklerim ve büyük musiki arşiviyle baş başa kalınca, hayatıma fevkalade yön veren, hayatımı besleyen bir ortama kavuştum. Devamında “Bu hazineyi neden başka insanlarla paylaşmayayım” düşüncesiyle çalışmalara başladım.
◊ Ve gazino yılları böylece son buldu…
– Zaten o dönem gazinoların eski tadı yoktu. Ödül törenlerinde bile sanat müziği kategorisi kalmamıştı. Sosyal bir dönüşüm söz konusuydu 80’lerin başında. Bunun da etkisiyle tasavvuf müziği konserlerine başladım. Başlar başlamaz öyle bir parladı ki bütün mesaimi kaplar hale geldi. Netice itibarıyla mesleki anlamda yeni bir kulvar oluştu.
◊ Sanat müziğine ilgi kalmayınca yaşanan bir geçiş gibi…
– Hayır, hizmet aşkıydı. Aksine ötekini belki daha profesyonel hislerle yapıyordum. Tasavvuf müziğini ise insanlarla güzellikleri, doğrulukları paylaşabilmek adına yaptığımı söyleyebilirim.
◊ Bu keskin dönüş sadece repertuvarı değil yaşam tarzınızı da değiştirdi…
– Sizin “sonradan değiştirdiniz” dediğiniz yaşam tarzı zaten çok daha insani, yemesiyle, içmesiyle, bütün ilişki biçimleriyle çok daha ahlaki bir hayat tarzı. Herkesin aşağı yukarı benimsemesi gereken bir hayat. Geçmişte sallapati bir yaşam sürerken, çok daha rabıtalı, çok daha düzgün bir hayata kavuştum.
KONSERDE BİR HANIM “BUNA HAKKINIZ YOK” DEDİ
◊ Bir dönem tamamen tasavvuf müziğine yönelmiştiniz, sonrasında Türk sanat müziği yeniden girdi repertuvarınıza. Neden böyle bir dalgalanma yaşandı?
– Bu bir dalgalanma değil. Türk müziği o kadar yok sayılmaya başlandı ki yolda rastladığım, hiç tanımadığım insanlar dahi Türk müziğinin bu hale gelişinden beni sorumlu tuttu. Hatta Boğaziçi Üniversitesi’nde Hazreti Mevlana’nın rubailerinden ve gazellerinden oluşan bir özgün beste konseri verirken, salondan bir hanımefendi kalkıp “Ahmet Bey bunlar da çok güzel ama bizi tanıdığımız Ahmet Özhan’dan ve repertuvarından mahrum bırakmaya hakkınız yok” deyiverdi.
◊ Yani tepkiler işe yaradı.
– Tepki demeyelim de mesele artık bir göreve dönüşmüştü. Ben de Türk sanat müziğini gündeme almak, ona da hizmetimi devam ettirmek zorunluluğu hissettim. Bir dalgalanma değil bir hizmeti yeniden canlandırma gayesiydi.
HACCA ASIL GENÇKEN GİDİLİR
◊ Hacca 29 yaşındayken gitmişsiniz. Bu kararı nasıl aldınız?
– Evet, 80 senesiydi. O dönem gençlerin hacca gitmesi pek söz konusu değildi. Çünkü hac yanlış değerlendiriliyor. Elini eteğini çekeceksin hayattan, ondan sonra gideceksin gibi bir algı. Bu doğru değil. Hac fiziki, çok meşakkatli bir ibadet olduğundan asıl gençken bu ibadeti yapmak lazım. Hacca gitmeme gelince; bu bir tesadüf değil tevafuk. Önceden rüyasını görmüştüm, Kabe’yi tavaf ediyordum koşarak. Rüyamı bir büyüğüme anlattım, “Hacca gideceksin Ahmet” dedi.
◊ O rüyayı gördüğünüzde hacca gitmek gibi bir planınız var mıydı?
– Yoktu. Nereden bileyim o rüyadan bir-iki ay sonra hacca gideceğimi… Hac dönüşü havalimanından çıktım, karşımda bir dolu gazeteci. 29 yaşındayım, ‘Ahmet Özhan’lığın zirvesindeyim, tabii o dönemin magazini için büyük haber bu. Dediler “Ya kendin gelir anlatırsın ya da bildiğimizi yazarız”. Sonra Hafta Sonu gazetesinin ofisinde bir masa verdiler bana, resimler ve yazılarla iki haftalık bir tefrika hazırladım orada.
70 YAŞINA GELDİM SAÇLARIM BİLE AĞARMADI
◊ Hep kadınlara sorulur yaş almamalarının sırrı ama sizin de böyle bir durumunuz var. Fiziksel olarak yaşınızın çok gerisinde kalmayı neye borçlusunuz?
– Evvela genetik. 70 yaşına geldim, daha saçım ağarmadı. Görüntü itibarıyla dik durabiliyorum, işime devam edebiliyorum, 2.5 saat sahnede kalabiliyorum ve bunlara cenabı hakkın bir lütfu olarak bakıyorum. Allah bana bu avantajı verdi, ben de onun kullarına nasıl daha iyi hizmet edebilirim diye düşünüyor, bunu bir mesuliyet olarak algılıyorum.
◊ Bir oğlunuz bir de kızınız var. Onlar sanatla ilgililer mi? Tasavvuf hayatlarında ne kadar yer tutuyor?
– Onlar da ibadetlerini eksiksiz yapıyor. Ben 29 yaşında hacca gitmiştim, onlar 19-20’lerinde. Müziği bilir, takip eder, dinlerler. Fakat profesyonel olarak yönelimleri yok. Gerçi oğlum şu sıralar yoğun şekilde tambur ve musiki çalışıyor. Kızım da piyanoyla meşgul oluyor, evinde piyanosu var. Yani müziği entelektüel bir donanım olarak hayatlarında bulunduruyorlar. Musiki onlarda benimki gibi hem iş, hem aş hem de aşk vaziyetinde değil.
SOSYAL MEDYA ÇAMUR BİR ORTAM
◊ Teknolojiyle aranız nasıl? Sosyal medya kullanıyor musunuz?
– Önceden hizmete vesile olur kastıyla birkaç hesabım vardı. Sonra baktım ki yapı olarak o işle başa çıkabilecek biri değilim, çünkü çamur bir ortam. O yüzden hesaplarımı kapattım. Sadece arkadaşlarımla iletişim kurmak üzere WhatsApp, bir de üniversite derslerime devam etmek için Zoom’u kullanıyorum. Onlar haricinde Facebook, Twitter, Instagram falan yok. Hem onlara ayıracak vaktim yok hem de o sahada top koşturmak benim işim değil.
SALGINDAN SONRA HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
◊ “Her an bir öncekinden farklıdır, her an bir kıyamet ve bir yeni yaratım söz konusudur” diyorsunuz. Korona salgını da bu açıdan bakıldığında yeni yaratım öncesindeki kıyamet olabilir mi?
– Konjonktürel olarak meseleye baktığımızda, dünyada bir değişiklik yapılması istendiği, o amaçla virüsün üretildiği iddiasında bulunan araştırmacılar var. İkinci ihtimal şu; gezegenimizi çevre anlamında yeterince itinalı, titiz ve saygılı kullanmadığımızdan, dünyanın bize bir isyanı olabilir bu virüs. Üçüncü ihtimal de cenabı hakkın insanlara bu derece yoldan çıkmışlığının, bu derece ahlaki zafiyetinin bir cezası olabilir. Çoluk çocuk, hayvan demeden katliamlar yaşanıyor. Daha yeni Avustralya’da 5 bin deveyi makineli tüfeklerle tarayarak öldürdüler.
◊ Size hangi ihtimal daha yakın geliyor?
– Ben bunlardan birisinin değil hepsinin katkısı olduğu kanaatindeyim. İlerisi için ne düşünüyorsunuz derseniz, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, bu korkunun insanların yüreğine salındığını düşünüyorum. Virüsün mutasyona uğraması ya da tekrar edebilmesi mümkün. Bekleyip göreceğiz.
PARA DEĞİL KALİTE ÖNEMLİ
◊ Yıllar önce yabancı müzisyenlerle bir projede buluşmuş, o projede hem sanat müziği hem arya seslendirmiştiniz. Böyle iddialı projeler yeniden gündeme gelebilir mi?
– Evet, müzik müziktir, yerlisi yabancısı gibi bir kategori söz konusu olmaz. Yeter ki bana uygun projeler çıksın. Yani bir kalite olsun da ne olursa olsun. Haddimi bilirim, beceremeyeceğim işe girmem. Ama pek beceremediğim bir şey olmadı şimdiye kadar. Dediğiniz gibi o projede barok bir orkestrayla Hendel eserleri de okudum, Türk sanat müziği eserleri de. Yine reddedemeyeceğim, beni cezbedecek bir teklifle gelirlerse düşünürüm. Bu tabii ki ekonomik anlamda değil, kaliteyi kastediyorum. Şu an öyle bir proje söz konusu değil.