Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Saydam, bugünkü köşe yazısında televizyonda sayıları git gide artan Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu dizilerine yer verdi. Dizilerin aşırı bunalım ve mezalim yüklü yanının birçok kişi tarafından tepki gördüğüne / rahatsız edici olduğuna dikkat çeken Saydam, yapımcılardan tıpkı eski aile dizileri gibi işleri ekrana koyması ricasında bulundu.
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Saydam bugün yayımlanan köşe yazısında, Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun danışanlarının hayat hikayesini kitaplaştırdığı ve bu kitapların dizi haline getiriliş süreciyle ekranda çoğalan psikolojik temalı dizilere dikkati çekti. Saydam köşesinde şu ifadelere yer verdi:
‘Bu bir isyan, bu bir yakarış… Tamamı şöyle: “Televizyoncular Allah aşkına kurtarın bizi bu psikolojik ruh hastası dizilerden. Koyun Yabancı Damat, Mahallenin Muhtarları, Perihan Abla, Ekmek Teknesi, Seksenler, kurtarın bizi bu azaptan rica olunur. Lütfen…Abartılı ve esprili olsa da bunalanların sayısı hiç de az değil… Sosyal medyada böyle pek çok mesaj var…
Pandemi kıskacınca bir yıldır sosyal ve ekonomik anlamda daralmış insanlar olarak TV karşısında biraz rahatlamak, ferahlamak istiyoruz ki o da ne? Bu kez Camdaki Kız dizisindeki korse bizim yüreğimize geçirilmiş, sıkılıyor da sıkılıyor… İsyanın ana teması, Psikiyatrist Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun yazdığı romanlardan kendisinin de danışmanlığı altında çekilen diziler… TV yayıncılığının son birkaç yılına damgalarını vurdular…
İstanbullu Gelin ile başladı… Çok sevildi, beğenildi, izlendi… Onu, Doğduğun Ev Kaderindir takip etti… Bu ikisi idare ediyordu fakat sonrası bir bunalım bombardımanı hâlinde geldi: Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı ve Camdaki Kız… Çorap söküğü gibi…Romanları da çok okunmuştu, dizileri de tuttu… Ancak dozu gittikçe artan ‘bunalım’ ve ‘mezalim’ yalnızca beyaz ekranla sınırlı kalmadı… Oradan izleyiciye sıçradı ve sıktı… Çok sıktı… Arkadan mühürlenmiş bir korsede tutsak olma hissini uyandırmaya başladı… Sosyal medyada ve yakın çevremizdeki ailelerde dile getirilen ‘isyan’dan bunu anlıyoruz…
İşin kötüsü bu diziler tutunca diğerleri de hemen harekete geçti ve mutlaka bir terapi sahnesini, psikolog görüşmesini senaryolarına ekleyiverdiler… Gülseren Hanım senaryoyu, ‘gerçek’ olaylardan yola çıkarak hazırlıyormuş.
İyi de hakikat, ne zaman ‘iyi’ ve ‘hoş’ olmuş?! B. Brecht “Sanatın görevi, hakikatle değil, gerçeğin gerçekte nasıl olduğuyla ilgilenmektir” demiyor muydu?
Yukarıda belirttiğimiz hiçbir unsur dikkate alınmadı ve pandemi büyürken sarmal büyüdü, bizim büyük bunalımımız da… Örneğin, Gülseren Hanım’ın dahli olmayan Masumiyet’te iki kadrolu psikiyatrist, bir de on psikiyatristten oluşan heyet var… Etti mi size bir dizide 12 uzman ruh bilimci… Yapımların kalitesinin, Budayıcıoğlu’nun kaleminin güzelliğinin bununla hiçbir alakası yok… Dizileri üst üste yayına sokan iletişimcilerin unutarak bir çuval incirin berbat olmasına neden oldukları ilkeyle ilgisi var: “Fazla olan yanlıştır”…
Hâlbuki böyle üst üste yayınlanmasalardı, araya zaman konulsa ve yayınlarda çeşitlemelere gidilseydi, bari üç dizi aynı anda yayında olmasaydı bu işin sürdürülebilirliğine halel gelmezdi… Tıkır tıkır da işlerdi…
Pandemi nedeniyle hayat çetin, şartlarımız ortada… Biraz gülmeye, neşelenmeye, ferahlamaya ihtiyacımız varken TV’lerin yangını daha da körüklemeye bir son vermesi gerekiyor. Neyse ki Büyük Selçuklu, Teşkilat ve Yeşilcam gibi yapımlarla gençler biraz olsun nefes alabiliyorlar… Ama anladığımız “Oynatmaya az kaldı”…
Millet çekiyor üstüne depresyon hırkasını, altına gri eşofman, ayağına da pofuduk terlikler, boğazında birkaç düğüm içini karartmaktan zevk alırcasına ekrana kilitlenip kalıyor.
Attığı bir tweet’te, “Haberlerden şikâyetim var. Sabah ve akşam haberlerinde sunucuların haber vermek yerine, siyaset ve toplum hayatıyla kendi fikirlerini bir otorite ve öğretmen havasında her gün daha artan doz ve güvenle ders vermesinden rahatsızlık duyuyorum” diyerek son derece önemli bir konuya parmak basan Prof. Dr. Acar Baltaş kardeşimin bu bunalım dizileriyle ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum doğrusu…’