◊ 2017’de yayımlanan “İsyan” romanınızla yazarlığa adım atmıştınız; bu kez ikinci romanınızla karşımızdasınız, hayırlı olsun. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, yazarlığa iyiden iyiye alıştınız mı?
– Teşekkür ederim. Okurun elinde sadece iki kitap görünse de neredeyse üç yıldır içinde yaşadığım bir dünya bu. Yazmak; tüm zamanımı, emeğimi, birikimimi hatta ruhumu ortaya koyduğum doğum süreçleri… Ben yazmaya alıştım ama önemli olan okurun benim yazarlığıma alışması.
◊ Romanın kahramanı Asil Dede’yi nasıl tarif edersiniz?
– Asil Dede, hepimizin özlediği, o beklenen kahraman. Bilge, şifacı, korkusuz, doğduğu topraklara aşkla bağlı…
SEVEREK YAPMADIĞIN İŞ SENİN İŞİN DEĞİLDİR
◊ Kitabınızdan bir cümle: “Hak, verdiği her cana bir de vazife verir. Can tene değdiği andan itibaren önce vazifesini öğrenir.” Sizce sizin vazifeniz ne?
– Her kutsal kelam, ruhumuza nereden geldiğimiz kadar neden geldiğimizi de fısıldar. Aslolan, kelamı duymak değil, anlamaktır. Maharet verilen yeteneğin biçildiği vazifeye layık olmaktır. Kâinat, marangozun tahtayla, çobanın koyunla, mühendisin binayla yalnız imtihanını değil, aşkını da sorgular. Severek yapmadığın hiçbir iş, senin işin değildir. Sana ait olmayan işle geçirdiğin her dakika, hayatından boşa harcadığın zamandır.
◊ Romanda bütün Türk sancaklarında yer alan hilalin hikâyesini de anlatmışsınız…
– Evet, bu o kadar uzun bir hikâye ki… Röportaja sığdırmak mümkün değil. Romanın içinde geçen kırlangıçlar, özgürlük ve dayanışmanın sembolü. Kırlangıçlara dair onlarca hikâye ve destan araştırdım. Bu efsanelerden biri de üç hilalin gerçekte üç kırlangıç olduğuyla ilgili.
“KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI” YAZIYORUM
◊ Geçen mayıs ayında Kurtuluş Savaşı’nın 100’üncü yılı için yaptığınız yeni besteniz “Ey Bandırma”yı dinledik. Mültecilerle ilgili bir şarkı da yaptınız. Yeni müzik çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
– Kurtuluş Savaşı’nın 100’üncü yılında, bu topraklarda özgürce yaşamamızı sağlayan sadece Atatürk ve silah arkadaşları değil, isimsiz kahramanlara da vefa ve minnet göstermenin bir görev olduğuna inanıyorum. Bu nedenle 10 senfonik bölümden oluşacak bir “Kurtuluş Savaşı Destanı” yazıyorum. Bu savaşta İzmir’in çok önemli bir yeri var: İlk ve son kurşun İzmir’de atıldı. İlk direniş, Kuvayi Milliye ruhu İzmir’de doğdu. Bir İzmirli olarak bu destanı İzmir’e ithaf etmeyi istiyorum.
◊ Bir röportajınızda “Niye aşk şarkılarından uzak duruyorum bilmiyorum. Yetti gari galiba!” demişsiniz. Hâlâ uzak duruyor musunuz?
– Sorun aşk şarkıları yazmak değil. Asıl sorun, benim aşktan anladığım başka, dinleyenin anladığı başka. Bir gün âşık olursam yine yazarım, kim bilir…
MEZUN OLMAYI PLANLAMIYORUM
◊ Halen hukuk fakültesinde öğrencisiniz. Mezun olunca ne yapmayı planlıyorsunuz?
– Mezun olmak planlarım arasında yok. Öğrencilikten emekli olabilir miyim, onu araştırıyorum.
BUGÜNÜN MÜZİĞİ SAMİMİ VE ÖZGÜN DEĞİL
◊ 90’ların müziği, son birkaç yıldır inanılmaz revaçta. Mekânlar “90’lar pop” çalıyor, sırf 90’lar çaldığı için o mekânlara gidenler var. Neydi kerameti o şarkıların?
– O yılların müziği özgündü. Bugünün müziği bugünün çocuklarını mutlu etmiyor. Yeterince samimi ve özgün değil.