Geleceğe dair heyecan verici hayaller kurmaktan geri durmayan zeki yazarların ve senaristlerin üzerinde çalışmayı en sevdiği konulardan biri şüphesiz ki insan – bilgisayar – yapay zeka üçgeninde geçen bilim kurgu işler. Son dönemde de bu konuyla ilgili karşımıza birçok kitap, dizi ve film çıkıyor. Mesela Westworld bu işlere en güzel örneklerden biri. Dizide, söz konusu ‘anlama/anlaşma’ durumu ironilerle çok düşündürücü bir biçimde anlatılıyor. Gün geliyor insanlar sevgi, merhamet, hoşgörü gibi ayrıştırıcı duygularını yitiriyor ve robotlar bu duyguları ediniyor. Hatta öyle ki, robotlar her daim hedeflediğimiz ‘ideal insan’ seviyesine geliyor. Bir gün böyle bir noktaya gelir miyiz bilinmez, ama bu ihtimali düşünmek bile korkutucu.
Günlük hayatta sıkça duyarız, duygularını çok fazla belli edemeyen insanlara ‘robot gibi’ benzetmesi yapılır. Belki de gerçekten bizi biz yapan değerleri kaybetmemek adına ‘robot gibi’ olmamamız lazım. Birbirimizle iletişim kurabilmemiz için duygularımıza ihtiyacımız var. Tabii bu duyguları yansıtmaya, paylaşmaya da… Gerçeklik algımızı çoğu zaman yitirdiğimiz dijital dünyada bile!
Her şeyin dijitalleştiği dünyada özellikle insanların iletişim halinde olduğu sosyal medya gibi mecralarda bu duygu aktarımlarını yapmak çok kolay olmuyor. Örneğin; içtenlikle yazdığınız bir Whatsapp mesajı, beraberinde ilgili bir emoji kullanmadığınız için soğuk, samimiyetsiz ve mesafeli bir iletişim olarak algılanabiliyor. (Bu arada, iyi ki emojiler var.) Temel sebep ise gerçeklik algımızın bütünüyle değişmesi. Zaman geçtikçe dijital gerçekler, asıl gerçekleri maskeler hale geldi ve duygularımız da buna paralel olarak evrilmeye başladı.
Duygusal farkındalığımızı en fazla kaybettiğimiz yer de sosyal medya. Yapılan paylaşımlara hiç dikkat ettiniz mi; genellikle herkes çok mutlu. Sanki kimse hayatın zorluklarıyla mücadele etmiyor. Sorunlarını, eksiklerini, noksanlarını, hatalarını kabullenen, bunu yansıtan, yeri geldiğinde mahcubiyetini paylaşan kimse yok. Herkes mutluluk gösterisi üzerine bir sahne arayışında. Aslında bizi biz yapan ve hayata karşı güçlü kılan en önemli duygulardır başa çıkılması zor olanlar. Bu duygulardan kaçmak; hayattan kaçmak, yaşamamak gibi bir şey… Bastırdığımız, kontrol altına aldığımızı sandığımız, göstermediğimiz duygularımız zamanla daha da güçleniyor ve bizi kontrol altına alıyor. Mutsuzluğumuz, kızgınlıklarımız içinden çıkılmaz bir girdap gibi daha da büyüyor. Haliyle, birbirimize yansıttığımız duygular da zamanla algılanamıyor. Az önce Instagram’dan mutluluk fotoğrafları paylaşan samimi bir arkadaşınız size mesaj atsa ya da arasa, canının çok sıkkın olduğunu söylese; inanır mısınız? En azından inanmaya çalışırsınız diyelim…
Bilim insanları beynimiz üzerinde ne kadar çalışırsa çalışsın, yapay zeka teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin, robotlar ne kadar insanlaşırsa insanlaşsın, ben dijitalleşen dünyada önce kendimizi sonra da birbirimizi anlamamız gerektiğine inanıyorum. Önceliğimiz bu olmalı. Belki de zaten anlaşılma eksikliğimiz, ihtiyacımız yüzünden insanoğlu olarak dijital varlıklar tarafından algılanmayı bu kadar önemser hale geldik ve bilim insanlarımızı bu konuyla haşır neşir ettik.
Şinasi Furkan AVCI
twitter.com/snsfrknvc