Cumartesi akşamı saat 22.30’da Tottenham-Liverpool maçı bittiğinde, kendimi bir anda, bir zamanlar, yazısını taşra baskısına yetiştirmek isteyen klasik spor yazarı telaşı içinde buldum. Çünkü, öyle bir maç seyretmiştim ki, bana, “Dünyada futbolun yeni bir 10 yılının açılışına tanık olduğum” duygusunu vermişti. Ve anki heyecanımı, hiç ertelemeden, hiç kaybetmeden yazmalıyım diye düşündüm. İşte bu yazı, o anın heyecanıyla yazılmıştır.
LIVERPOOL ‘KILAVUZ FUTBOLU’ DÖNEMİ AÇILDI
Tottenham-Liverpool maçı bugüne kadar seyrettiğimiz en güzel maç mıydı? Hayır. En heyecanlı maç mıydı? Hayır. Ama kesinlikle tarihi bir maçtı. Çünkü, futbolda son 10 yıldır bütün teknik direktörlere kulüplere hiç tartışmasız rol modeli olan Barcelona ekolünün yerini tamamen farklı konseptle futbol oynayan Liverpool ekolünün geçtiği maçtı. Maç sırasında Uğur meleke ile yazışırken bunu sordum şu cevabı verdi: “Evet, Barcelona kılavuz futbolunun 10 yılından sonra Liverpool kılavuz futbolunun 10 yılı başlıyor diyebiliriz.
DENGESİZ GÜÇLERİN DENGELEYİCİ GÜCÜ
Dengesiz güçlerin maçıydı. Liverpool şaşırtıcı bir üstünlükle sahaya çıkıyordu. Bu üstünlük hem takımın oyunu, performansı ve kendine güveni ile sahadaydı. Hem de bütün bunların verdiği psikolojik üstünlük vardı. Liverpool Teknik Direktörü Jürgen Klopp 21’inci yüzyılın üçüncü 10 yılının takımını yaratmıştı. Ama bu, en dengesiz gücü dengeleyecek teknik yöneticilerin de maçıydı. mourinho birçok insana antipatik gelse de benim için bu yüzyılın en önemli 3 teknik direktöründen biri olarak yerini aldı. Maç boyunca iki teknik direktörü seyrederken içimden şu duygu geçti: “Bu iki insanın hata yapma oranı, İran’da füzelerin başındakilerden daha az gibi sanki.”
KLOPP VE MOURINHO’YU SEYRETMEK SALAH’I SEYRETMEKTEN ÖNEMLİ
Bu maçta çok dikkat çekici bir şey daha vardı. Maç sırasında çok sık mourinho ile Klopp’u aynı anda aynı karede yanyana seyrettik. Müthiş bir görsel olaydı. Sahada kora kor savaşan iki oyuncu gibiydiler. Ama bu maçta bir başka yeni yönetim biçimini ilk defa çarpıcı biçimde gördük. Her iki teknik direktör de, futbolcuları neredeyse sahanın çizgisinden anında simültane biçimde yönetiyordu. Özellikle Klopp’un top bir futbolcusundayken, öteki futbolcuya koş talimatı verişi çok dikkat çekiciydi. Kısaca bu maç, proaktif maç yönetimi döneminin de açılışıydı. Yorumculardan biri ‘Klopp’un Amerikan futbolu yönetiminden etkilendiğini’ söyledi. İlginç bir saptamaydı.
TÜRK FUTBOL MEDYASI DA ÜÇÜNCÜ 10 YILINI AÇTI
Cumartesi gecesi, Türk futbol medyası açısından da tarihi bir geceydi.
BİR: Maç S Sport’tan canlı yayınlandı. Hem maç öncesi, hem maç sırası, hem de sonrası yayın, tam anlamıyla mükemmeldi. Ve Premier League’i, Türk milli arenasına çeken bir maç haline geldi.
İKİ: Maç öncesi iki Türk yorumcu Uğur Meleke ve murat Fevzi Tanırlı, Tottenham’ın yeni stadının saha içinden harika bir ‘maça hazırlık’ sunumu yaptılar. Analizler, yorumlar, verilen background bilgiler birincisi sınıftı. Hatta şunu bile iddia edebilirim. Bu yayın İngilizce yapılsaydı, o gece İngilizler için de en ilgi çekici yayın olabilirdi.
ÜÇ: Canlı yayın tabii ki bir İngiliz mükemmelliğindeydi. Ama dikkat çeken en önemli husus, neredeyse futbolcular kadar iki teknik direktörün de gösterilmesiydi.
DÖRT: Maç sonrasında S Sport yorumcusu Tanırlı’nın sahada Liverpool futbolcusu ile yaptığı canlı mülakat bence Türk spor medyasına prestiji getirecek bir şeydi.
BEŞ: Maç sonrası İbrahim Altınsay başta olmak üzere S Sport’un klasik ekibinin yaptığı yorum ve analizler harikaydı.
SONUÇ: Bizdeki Süper Lig yorumcuları artık şunu bilmeli ki; Bu maçla birlikte çıta üç basamak yukarı çıkmıştır. Artık hakaretle, aşağılamakla, yumruk yumruğa kavga ile, telefonla canlı yayına kavgacı bağlamakla, tepeden konuşmakla tavlanacak seyirci dönemi de kapanmaktadır.
O PARAYLA DAHA BÜYÜK TELEVİZYON SATIN ALIRLAR
Bundan 20 yıl önce bir gün, “Eğer Türk şarapçılığının gelişmesini istiyorsanız Türk şarabı içmeyin” diye yazmıştım. Sonuç ne oldu? Bugün Türk şaraplarının dünyadaki en büyük savunucularından biriyim. Çünkü başardılar. Artık içtiğim şarabın yüzde 60’ı Türk şarabı. Bugün aynı şeyi başkalarına değil ama kendime söylüyorum. Eğer Türk futbolunun gelişmesini istiyorsanız Türk futbolu seyretmeyin. Sonuç ne olur? Şimdiden bilmiyorum. Ama bildiğim şu: Eğer Türk futbolu, Türk şarapçılığının gelişmesini gösteremezse, bu maçlar Türkiye’de kombine bilet satışını bitirir. İnsanlar o parayla daha büyük televizyon ekranlarını satın alırlar. Ve bu akıllıca bir yatırım olur.