Türkiye’nin kuzey batısında hem Yunanistan hem de Bulgaristan sınır kapıları bulunan bu güzide şehrin, kuvvetli ateşte pişirilen ciğeri, arasta ve bedesten denilen çarşıları, Burma Minareli Camii, Selimiye’si, düğünleri, Emirgan denilen Meriç Nehri kıyısındaki çay bahçeleri… Bölgede yaşayan ama Edirneli olmayan kişilerin; “Edirne’nin güzel kızı, tozu, buzu meşhurdur” dedikleri şehirdir Edirne.
Edirne’nin ünlü badem ezmesi, meyve sabunları, süs süpürgelerini de aklımızın bir köşesine yazalım. Bursa’dan sonra Osmanlı’nın 88 yıl başkentliğini yapan şehir 1453 yılında İstanbul’un fethi ile başkentlik görevini İstanbul’a devreder. Bu nedenle çok ciddi tarihi hazineye sahip. Ve bu özelliğinden dolayı Edirne için Bursa’nın oğlu İstanbul’un babası denir.
Edirne savunmasında önemli yer tutan Şükrü Paşa anıtı ve müze olarak düzenlenen tabyaları, Avrupa Birliği’nden ödül alan tıp tarihi müzesini de içine alan, içinde camii, medrese ve aşevinin bulunduğu 2. Beyazıt Külliyesini görmeden, gezmeden ve ruhunu hissetmeden Edirne’den dönmeyin.
Selimiye Camii uzaktan, muazzam görüntüsüyle şehri kucaklayan, Ayşekadın yönünden bakıldığında birbirine bitişik iki minare, Yıldırım veya Karaağaç tarafından bakıldığında ayrı ayrı dört minare görüntüsüyle akıllara mıh gibi kazınır. Rivayete göre bu durum Anadolu insanına karşı tevazuu, Avrupa’ya karşı ise Osmanlı’nın heybetini yansıtır. İçindeki ters lale figürüyle masalımsı, inşaat teknolojisine meydan okuyan mimarisiyle akıllara durgunluk veren, Mimar Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği Selimiye’yi anlatmak biraz yürek, çokça bilgi ve fazlasıyla ilim ister.